SARI DAMPERLİ KAMYON
Yaşam, bir önceki aldığımız nefes gibidir. Onun gibi binlercesini alırız, ama onu bir daha asla. Bazen bir koku duyarız olmadık bir yerde, alır bizi götürüverir. Anlatmaya çalıştığı bir andır, ancak onun hangisi olduğunu bulamayız. İşte çocuklarda böyledir. Onlar gibi yeryüzünde binlercesi vardır ama onun gibisi yok benim için. O kim mi? Benim yıllar önce Ankara'daki Demetevler Onkoloji Hastanesinde karşılaştığım küçük bir çocuk. Nedense ismini şimdi hatırlamıyorum. Belki de hiç sormadım onun ismini. Ne zaman sarı damperi olan kırmızı plastik bir kamyon görsem gözbebeklerim titrer. Onun küçük sarı kafası gelir gözlerimin önüne. Geniş alnı, aşağı kıvrık dudakları ve düğme burnuyla hep benimdir aslında. Şimdi bir zamanlar onun yaşında olan bir kızım var, elini tutarken aynı sıcaklığı hissedip huzur buluyorum.
O yıllarda hastanede tedavi gören dayıma yaptığım ziyaretlerde tanıştım onunla. Yukarı kattan gelen çocuk sesleri çekti beni nedense. Tıpkı arıyı çeken çiçek tozları gibi. Haftalarca sürdü ziyaretlerim. Onlarla olmaktan mutlu olup, huzur duydum. Onlarla olan ve üzerime sinen ilaç kokularını hiçbir eğlenceye değişmedim. Her hafta sonu gidip bütün gün dolaştım aralarında. Kimse niye geldin? Kimsin? demedi. Ben onlarla oynarken kısa süreli uyuyan annelerin dualarını hissettim daima.
Reddemeyeceğim ve birbirlerini ite kaka çığlık çığlığa arzuladıkları onlarca siparişi listeledim elimdeki kağıda. Bunları satın almanın yollarını düşündüm gecelerce. O zamanlar çalıştığım şirketteki arkadaşların verdiği cömert yardımlar sayesinde, hepsinin arzusu yerine geldi. Mutluydum. Saatler süren paketleme işinden sonra yine ordaydım; onkoloji hastanesinin çocuk bölümünde. Genzimi yakan o garip koku, beni bayıltacak gibi olsa da belli etmedim. Onlara dokunmaktan ilkin çekinsem de, çabucak alıştık birbirimize. Sarılarak karşıladılar beni. Merdivenin başında elimden tutup odalarına götürdüler hevesle. Hediye paketinin parçaları sevinç çığlıkları eşliğinde yerlere serpildi. Kiminin isteği elbise, kiminin bebek, kiminin de spor ayakkabı idi. "abla giymeme yardım edermisin" dedi yatağında hüzünle oturan bir çocuk. Eğilip sol ayağını giydirdim. Sağ ayağının olmayışı gerçeğini o sırada farkettim, kahrolarak. Ağlamamak için kendimi sıkarken, pıtır pıtır inen gözyaşlarımı saklamak için, hiç kafamı kaldırmadan, ağır ağır çıkardım ayakkabılarını. "büyük geldi abla, değiştirir misin" dedi. "elbette tatlım hemen değiştirip gelirim" dedim. Atlayıp arabama Ankara'nın tozlu ve kuru Ağustos sıcağında, üstelik doya doya ve utanmadan ağlayarak hızla ulaştım Kızılay'a. 55 dakika sonra döndüğümde yorgun, terli ve tozluydum ama çok da mutlu. Beni bekliyordu. Odanın girişinde beni görünce garip bir çığlık attı. Kollarını iki yana açıp, tıpkı bir kuş gibi çırpındı. Yüzündeki maskeyi sıyırıp gülümsediğini gösterdi. İşte o an havalandığımı hissettim. Kollarımı söyle iki yana açıp hızla çırpsam uçabilirim sandım. Yanına gittim. İlaç kokan nefesiyle yanaklarımı öptü. Sarıldık birbirimize. Yine sol ayağını uzattı bana. Bu sefer tam olmuştu. "ne güzel oldu" dedi ürkerek. Sahip olduğu ilk spor ayakkabısına kavuşmuş bir çocuğun hevesinde sarıldı hasta bedeniyle bana. Ayakkabının sağ tekini ve kutuyu alıp yanına koydum. Özenle yerleştirdi komidininin üstüne. Asla eskimeyecek bir sağ ayakkabısının varlığı hep ürküttü beni. Bir ayağı dizkapağından itibaren olmayan bir çocuğun, ayakkabı isteği kanatırcasına yaraladı içimi ve bir o kadar mutlu etti. Ne denli kendiyle barışık bir çocuktu. İyiki spor ayakkabı istemişti benden. Diğer çocuklarınınkini de yanımdaki arkadaşımla tek tek giydirdik. Getirdiğimiz pastaları meyva sularını parti yaparcasına içip, yalayıp yuttuk. Sonra sıra o sarı kafalı çocuğa geldi. Küçük olduğu için herkesten daha bitkin ve daha ürkekti. Zayıf, çelimsiz, yorgun ve genç annesinin renkli tülbentini yakalamış, "beni bırakma" dercesine sıkıca sarılmıştı. Yorgun başı ve ışıksız gözleriyle annesinin omzundan hiç kalkmayan suratını, ifadesini hiç anlayamadım. Ama ilk gördüğüm andan itibaren sevdim onu. Bir annenin çocuğuna sevdalanması gibi vuruldum ona. O hiç bir şey istememişti benden. O kadar küçük ve zayıf bir bedeni vardı ki, kucağıma almaya korkuyordum. Sanırım 2,5 -3 yaşlarında idi. Bu kadar küçük yaşta o kadar büyük ve acımasız bir hastalığa direnmesine şaşıyordum. Biz büyükler ne kadar zayıftık aslında. Onu gördükçe kendimi küçücük hissettim. O bana alıştıkça, beni sevdikçe büyüdüm, kocaman oldum. "ne istersen al ablası, istersen oyuncak al" dedi genç ve çekingen annesi. Ona sarı damperi olan kocaman bir kamyon aldım. Belki de en gösteriş hediye onunkiydi. Niyeyse bedeni en küçük olana en kocaman hediye daha uygun gelmişti bana. O daha çok acı çekiyordu ve daha çok mutlu olmalı ve sevinmeliydi belki de. İlk kez o gün indi annesinin kucağından. Elimden tutup öteki çocukların yanında gittik onunla. Ötekiler gibi ne bir çığlık attı, ne de paketleri yırtarcasına savurdu. Büyük bir çocuğun vakurluğunda baktı gözlerime. İğne izlerinin delik deşik ettiği minicik elleriyle dokundu paketine. Yavaş yavaş açmaya çalıştı koca paketi. Yoruldu, nefeslenmek için durdu. Göz göze geldik. Gülümsedi bana. "haydi yardım et biraz" der gibiydi ışıltılı bakışları. Paketi açarken ellerimiz değdi birbirine. Hızla kaçırdı ellerini. Yaklaştım yanına, muhallebi kokan taze bedenine karışan ilaç kokusunu çektim içime. Kolları değdi koluma. Sonra ellerime dokundu usulca. Yeniden baktı gözlerime utangaç bir gülümsemeyle. Hiç acele etmedim paketi açarken, onun dokunuşlarının keyfini çıkardım gözlerim dolarak. Yutkunmanın bu kadar zor olduğunu ilk o gün keşfettim. Kucağıma oturdu farkına varmadan. İlk kez sesini, ilk kez güldüğünü duyduğunu söyledi hemşireler. Bedeni o kadar küçük, çaresiz ve cılızdı ki onun için aldığım kamyonun damperine bile oturabiliyordu. Kamyonun ucuna bir ip bağlayıp dolaştık bütün gün koridorda. O kamyonun damperinde, ben ipin ucunda neşeyle dolaştık her fırsatta.
Sonra başka bir hafta sonu, bir gün kucağımda, sessiz sedasız dergi bakarken görüp sevinç çığlıkları attığı, yeni gıcır gıcır bir otomobille gittiğimde bulamadım onu. Rontgene gitmiştir, kemoterapiye gitmiştir, iğneye gitmiştir diye kendimi teselli edip bekledim saatlerce. Sormaya korktum "nerdedir" diye. Hayatın en güzel anları, 20'li yaşlarımın en anlamlı zamanları onun kamyonun içinde, benim ipin ucunda olduğum anlar olduğunu keşfettim. Usulca ağladım. Diğer çocukları da seviyordum elbet ama o başkaydı. "o öldü" dedi genç bir hemşire. Hemşirenin ağzından çıkan kelimeler, bana ulaşmadan sanki bir duvara çarpmışcasına dağılıp, un ufak oldular. Yüzüme bakamadan hızla alt kata inip, karıştı kalabalığa. Elimde paket öylece kaldım orada... Kulaklarımı tıkadım, derin derin nefes aldım, duymak istemiyordum, bilmek istemiyordum.
Günlerce ağladım. Kimse beni teselli edemedi. Herkes bende başka bir şey var sandı... tanımadığım bir çocuğa bu denli üzülüşümü anlamadılar... oysa biz çok iyi tanıyorduk birbirimizi. Bana veda etmeden gitmezdi, ölmezdi, biliyordum. Annesinden sonra en çok beni sevdiğini söyledi hemşireler. Yalnızca benimle oynadığını, yalnız benim kucağıma çıktığını anlatıp durdular dakikalarca. Bilmiyorum ne kadar gerçekti bu sözler. Belkide beni teselli etmek için söylemişlerdi ama yine de inandım bütün o sözlere.
Öldüğüne hiç ama hiç inanmadım. Yaşadığı fikri rahatlattı beni, o yalana inanmak kolayıma geldi. Hep yaşadığını düşündüm ve hala yaşadığını düşünüyorum...
Şimdi 10-11 yaşlarında bir delikanlı olmuşsundur sarı kafam. Benim kızım şimdi, seni bıraktığım yaşlardan az daha büyük. Oda aynı senin gibi sarı kafalı ve zayıf. Oda, tıpkı senin annenin omzuna yapıştığın gibi bana yapışık gezerdi küçükken.. Arada bir; bir an oluyor, sanki gökten papatya yaprakları yağıyor, tüy gibi hafif bir koku hücum ediyor burnuma, güneşin rengi maviye dönüyor ve ben seni hatırlıyorum. Gece ansızın uyanıyorum ve karanlıkta sen geliyorsun aklıma. Malatya'nın tozlu ve kurak sıcağında beni hatırlamaya çalıştığını biliyorum. Terliyormusun o toprağın altında, üşüyormusun bilmek istiyorum. Gelip toprağına dokunsam, hissedermisin? konuşsam senle eskisi gibi, duyabilirmisin? Annen anlatıyordur beni sana, belki gözü yaşlı, gönlü yaslı bir bayram ziyaretinde. Seni ne çok sevdiğimi, deliler gibi bağlandığımı söylüyordur sana. Bizi aynı güneş ısıtıyor, hissediyorsun değil mi? Senin sağlıkla koşturup, sevinç çığlıkları attığın düşüncesiyle mutlu oluyorum, gerçek olmasa da.... her gece ettiğim duada sende varsın.. inan bana...
Kamyonun hala duruyor mu? Sana aldığım ancak senin hiç dokunamadığın o kırmızı arabayı bir başkasına verdim, içim acıyarak. Affet beni...
Ben ne zaman bir kamyon görsem senin ilaçla karışık kokunu duyumsarım. Ne güzeldi senin bebek, benim gençken yaşadıklarım. Taze hafızanda ne kadar var olabildim bilmiyorum ama beni hissediyorsun oralardan. Bir gün bir yerlerde karşılaşıp, tanıyacağız gözlerimizden birbirimizi...belki burda, belki orda.
Seni seviyorum. Sen başkasın ve hep seveceğim.