HERŞEY İÇİN SÖZ VERİYORUM...
Bazen yeniden minicik bir çocuk olmak, ipeksi saçlarıma, inci gibi dişlerime yeniden dönmek istediğimi hissediyorum. Yetişkin olmanın verdiği bütün ama bütün sorumluluklardan sıyrılmak, sadece annemin sevgili obur kızı, babamın haylaz ortanca kızı olmak istiyorum. Bir an oluyor ki her şeyden sıkıldığımı fark ediyorum. Kredi kartlarının son ödeme günlerinden, buzluktaki kıymalık köfteden, değişecek nevresimlerden, ofisteki yetiştirilecek sözleşme metinlerinden, sık sık değişen kilo probleminden, dip boyası gelen saçlarımdan, arabamın yıllık muayenesinden, kaskosundan, apartman aidatlarından, köprünün trafiğinden, hafta sonu gelecek arkadaşlardan, makinenin içinde asılmayı bekleyen çamaşırlardan, lavabonun önünde yığılan diş fırçaları ve macunlardan, boşalan pirinç kavanozlarından, dolaba kaldırılması gereken yazlıklardan, vs vs... Tüm bunlardan çok sıkıldım. İşte bu yüzden yeniden çocuk olmak istiyorum. Elime 6-7 yaşlarında çekilmiş bir fotoğrafımı alıp geçiyorum aynanın karşısına, benziyor muyuz diye. Resimdeki beyaz pürüzsüz tenim, lepiska saçlarımın aynen durduğunu, ama bakışlardaki endişeli ve meraklı ifadenin yerini biraz yorgunluk birazda belirsizlik almış olduğunu ayrımsıyorum. Annemin sıcak, beyaz kollarında kıvrılmak, kendi yatağıma gömülerek uyumak, yarına ne yapayım derdi olmadan yemek yemek istiyorum. Canım annem saçlarımı tarasın, pijamamın üzerine ellerinde ördüğü beyaz yeleği geçirsin, yatırsın yatağıma, taa boğazıma kadar sıkıca örtsün üstümü, duvarla sırtım arasını yorganla beslesin, duvardan soğuk almayayım diye.
Ablamla biz yan yana yataklarda yatardık eskiden. O daha prensipli, evcimen ve sakin bir çocuktu. Bense heyecanlı ve coşkuluydum. Benim yaptığım gürültünün, babam tarafından bastırılan azarını ortaklaşa paylaşırdık. Şimdilerde kızıma benzettiğim küçük kız kardeşimin iri, korkmuş, bal rengindeki gözleri, ablamla benim her kavgamızda daha da endişeli bakardı. Eskidende çok severdik birbirimizi ama büyüdükçe sevgimiz, bağlılığımız bizi öyle bir sarmaladı ki, her türlü kötülüğe, kızgınlığa, ümitsizliğe ve yalnızlığa karşı koruyor bizi. Tıpkı bir kalkan gibi... Özellikle de yalnızlık karşısında onların; iki tane kız kardeşimin varlığı beni güçlü kılıyor. Ablam ne yapıyordur acaba? düşüncesi aklımda salına salına gezerken, telefonumun ekranında "ablam" yazısı belirirken çalıyor cep telefonum, sanki beni duymuşcasına. Güzel bir mağazada beğendiğim gömleği, pahalı diye almaktan vazgeçeceğim an, "aslında bu tam Ebru'nun vücuduna göre" deyip, elimde paketle mağazadan çıktığımda kardeşime göndereceğim paket beni ziyadesiyle mutlu ediyor. Biz mi böyleyiz sadece diye düşündüğüm çok oluyor. Ama biliyorum ki bir kardeşin yerini hiçbir şey tutamaz. Ne kadar zengin olduğumun farkına varıp, keyfim doruklarda dolaşıyor. Birden kızımın ilerde ne denli yalnız kalacağını düşünüp, deminki keyfimin yerini derin bir sıkıntı alıyor. Özlemle hatırladığım anılarımın başında da ortaklaşa paylaştığımız eşyalar, oyuncaklar ve giysiler geliyor. O zamanlar şimdiki gibi değildi sanırım. Eskilerden hatırladığım tek oyuncağım babamın 5-6 yaşlarımdayken aldığı siyah saçlı, yeşil gözlü bir bebekti. O bebekle şimdi kızımda oynuyor ve bebeğin alnındaki kesilmiş saçlara bakıp gülümsüyorum. Uzar diye saçlarını kestiğim, berbercilik oynadığım evimizin balkonunun tatlı esintisi dokunuyor kollarıma. Gözümü kapadığım an eskiden kedi gibi tırmandığım ve devasa büyüklükteki kütüphanemizi görüyorum. Onun hemen üzerindeki televizyonu açabilmek için basamak yaptığım kütüphane raflarını getiriyorum gözümün önüne. Hala annemlerin evindeki yerini koruyan o dev gibi kütüphanenin şimdilerde benim göz hizamda kaldığını fark ediyorum şaşkınlıkla. Bu tuşlara dokunarak bunları yazarken taze ceviz kokusu geliyor burnuma. Amcamın oğlu ile ağaçtaki henüz olmamış tüm cevizleri yere indirişimizi, akşam kapımızı çalan cevizin sahibinin kapıda babama söyledikleri çalınıyor kulağıma. Sonra babamın ikimizi azarladığı anki korku doluyor yüreğime.
Ailemin durumu iyi olmasına karşın daima birbirimizin küçülenlerini paylaştık. Aynı şeyden iki tane hiç olmadı. Beni en üzen ise kendime ait bir bisikletimin olmayışı idi. Hep ablamın yeşil hüdaverdi bisikletinin ardından koştuğum, nefes nefese kaldığım okul bahçesini düşünüyorum. 24 yaşında sahip olduğum ilk arabam bile bisikletimin yokluğunu kapatamadı sanırım. Çocukken alabildiğimiz ve tatmayı becerdiğimiz keyifler bambaşka oluyor. Annemin diktiği kenarları sutaşlı, bebe yakalı, karpuz kollu elbiseleri giydiğim bayram sabahlarının ışıltısı hala göz bebeklerimi kamaştırır. Ankara'nın Bıdık mağazasından (hala duruyor mu bilmiyorum) babamla aldığımız sarı zemin üzerine çiçekli elbiseme, siyah beyaz bir fotoğrafta bakarken, zemindeki yeşil, pembe, mavi, mor çiçekleri heyecanla ayrımsayabiliyorum. İçim sıkıntı ile doluyken annemi çeviriyorum telefonumda, "canım" diyen sesini duyunca herşey sütliman oluyor sanki. Bir tek o cümleyi duymak yetiyor ruhuma. Hemen aklıma onun beyaz yanakları, sarkmış gıdısı geliyor. Birden burnuma annemin kokusu hücum edince uysallaşıveriyorum. 33 yaşında olmama rağmen vereceğim önemli kararların son noktasını babam koysun istiyorum hep. Ona olan güvenim, yaşamındaki ve bizim yaşamımıza kattığı istikrar ve disiplin onu başdanışman kılıyor kendiliğinden. Büyürken, yeni yaşamlarda yoğrulurken, anne olmaya, eş olmaya çalışırken tek kaygımın onların yaşlanması olduğunu fark ediyorum. Kızımı hayata hazırlayan saçlarını uzatan, yeni oyunlar öğreten, genç kız yapan zaman, benim saçlarımı beyazlatıp, göz kenarlarımı tıpkı bir dantel gibi işleyen kırışıklıklar, annemi babamı bir nefes daha uzaklaştırıyor bizden. Ablamla kız kardeşimi ölesiye kıskandığım tek noktanın, onların anne ve babamla aynı şehirde yaşıyor, benimse özlemle kıvranıyor olmam sanırım. Ben evlenmeden önce Cumartesi günleri ablamın evinde yediğim elmalı poğaçaları, annem, babam, kardeşlerimle Gölbaşındaki kebabistan da yediğimiz pazar yemeklerimizi, babamla biz balık kızartırken annemin o balkondan öbürüne kaçışlarını yeni baştan yaşamak istiyorum.
Hayatın yeni nesil üzerindeki değişik versiyonlarını yaşıyoruz farkına varamadan. Roller ve replikler aynı, ışık ve set farklı sadece, birde oyuncular. Ben annemin aynısı olmuşum, kocamsa kendi babasının. Babamın yıllar önce erkek arkadaşlarım konusundaki tepkilerini kızgınlıkla seyrederken, dünyanın en medeni erkeklerinden biri olduğuna inandığım eşimin şimdilerde 4 yaşındaki kızımın henüz var olmayan erkek arkadaşlarının bacaklarını kıracağını(!) iddia eden, onları zibidilikle itham eden, vıcık vıcık olmuş jöleli saçlarından nefret eden kocama sadece gülümseyebiliyorum. Babalık bu olmalı sanırım diyorum. Sevgili minik kızını uçan kuştan, esen rüzgardan korumak, öpücüklere boğduğumuz yanaklarının bir an bile asıldığını görmek istememek. Annemin "kalın giy, yere çıplak ayakla basma, ıslak kafayla dışarı çıkma" taleplerine o zamanlar verdiğim bıkkın cevaplar şimdi de beni endişelendiriyor. Dediğim gibi tanıdık şeyleri yaşıyoruz aslında. Hiçbir eylem karşısında şaşırmamıza, paniğe kapılmamıza gerek yok aslında. Çünkü bunlar yıllar önce bizim onlara yaşattıklarımızdan farklı değil. Ama yinede olmuyor iste. Hayatı ancak yaşayarak öğreniyoruz. Acıyı tadmamız, endişeyi hissetmemiz, sevincin çoşkusunu duyumsamamız, geçmişin acı-tatlı özlemi, geleceğin belirsizliği bizi insan kılıyor.
İşte tüm bu sebeplerden dolayı yeniden küçük, patlak dudaklı Demet olmak istiyorum. Babamın zorla beni berbere götürüp saçlarımı tıpkı bir erkek çocuk gibi kestirdiği zaman bile kızmayacağım, ağlamayacağım, söz... Annemin "yatağını neden toplamadın, pijamaların niye tersten çıkardın" dediğinde de öfkelenmeyeceğim ona da söz... Eve geç gelmeyeceğim, 12:00 dediysem bir dakika dahi gecikmeyeceğim, geciktiysem eğer, salondaki saati değiştirmeyeceğim, yeminle söz... Çıplak ayakla asla dolaşmayacağım, saçım ıslak sokağa katiyyen çıkmayacağım, tırnaklarımı cadılar gibi uzatmayacağım, çok sık röfle yaptırıp saçlarımı yıpratmayacağım gerçekten söz... Arabamla işe giderken 90 km'nin üzerine çıkmayacağım, telefonla saatlerce konuşmayacağım, bakla yerken söylenmeyeceğim, eve gelen misafirlere hoş geldin demek için salona gireceğim, olmamış cevizleri toplamayacağım, anneme ev işlerinde yardım edeceğim, vallahi söz. Babam arabasını yıkarken aşağıya kovayla su indireceğim, ablamı kızdırmayacağım, eğer benimle tavla oynamak isterse, o anda sokakta kendimden geçmişcesine birdirbir veya yakartop oynuyor olsam da hemen eve çıkacağım, küçük kardeşimin resimlerine ve kompozisyon yazmasına yardım edeceğim. Bütün bunlar için şerefim üzerine yemin ediyorum ve söz veriyorum. Yeter ki yeniden o küçük kız olayım. Ama biliyorum ki, ben asla o küçük şişman kız olamayacağım ve aslında verdiğim bu sözlerin çoğunu da tutamayacağım.
Benimkisi sadece tatlı bir hayaldi.