Çocukları tornadan geçirmek
“Oyun oynayan bir çocuğun ciddiyeti” diye büyük bir laf ettim bir ara. Hangi vesileyle, unuttum! Ama güzel bir laftı, Allah için... Çocuklar üzerine birkaç küçük anekdot anlatacağım size, hani yeri gelmemişkene kabilinden.
Birinci hikaye arkadaşım Deniz’den. Deniz. (Size söylemedim, değil mi, Deniz bir pazar günü beni görmeye geldi gazeteye, sohbet ettik, kolamızı içtik, gazeteyi gezdik...)
Deniz’in babası, e-dostlarımdan Rasim Bey anlatıyor:
Serdar Bey, geçenlerde Deniz oğlumla arabada hem gidiyor, hem laflıyoruz. “Aile olmanın önemini” anlatmaya çalışıyorum.
“Deniz oğlum” diyorum, “sen, ben ve anne, üçümüz bir aile oluyoruz. Aileler birlikte yemek yer, birlikte gezer, birlikte oynar, birlikte karar verir, birlikte...” derken lafımı kesiyor oğlum:
“... birlikte Deniz’e oyuncak alır!”
*
Bir başka arkadaşımızın oğlu küçük Can. Bir gün, koltuğa yayılmış televizyon seyrederken başlıyor bağırmaya:
”Anneeeee, anneeeee!”
Kadıncağızın eli ayağına dolanıyor, koşarak geliyor.
Kucağa alınmak istiyor Can, “Beni yatak odasına götür, çabuk çabuk çabuk...”
- Hayırdır oğlum ne oldu?
- Burnumu karıştıracağım! diyor Can.
*
Bizim Fuat’ın oğlu Emre.
Sünnet olacak ama korkuyor, canı acıyacak diye. Babası da ikna etmek için diyor ki, “Oğlum, ne kadar erken sünnet olursan o kadar az canın acır. Büyüyünce bu iş daha zor olur...”
Ettiği bu lafı unutuyor Fuat, ama çocuklar kayıt cihazı, Emre unutur mu!
Çok değil, aynı günün akşamı, yemeğini bitirmeyen Emre’ye nasihat ediyor babası:
- Oğlum, yemeğini ye ki, bir an önce büyüyesin...
- Ben zaten büyümek istemiyorum, diyor Emre.
- Niye?
- Yaaa, büyürsem pipim de büyür akıllım!
*
Şimdiki çocuklar harika, diyeceğim, ama Aziz Nesin’den evvel de, hatta her zaman harikaydı çocuklar.
Okay bugün koca bir adam, uluslararası bir şirketin dünya çapında bir yöneticisi, demek ki bu anlatacağım belki de otuz senelik hikaye.
Babasını o zamanki adıyla Yeşilköy Havalimanı’ndan yolcu edip geldi Okay. Apronda bekleyen, babasının bineceği koca koca uçaklardan çok etkilendi.
Biraz sonra, tepelerinden geçen bir uçağı gösterdiler, “Bak, baban o uçakta...” diye.
Bağıra bağıra ağlamaya başladı Okay:
- O uçak küçülmüş, minicik olmuş, içinde babama ne oldu, diye...
*
Çocuklar çocukken müthiş yaratıcıdır, cin gibidir, esprilidir.
Biz onlara “otur yerine, sus, konuşma, cevap verme, ukalalık etme, çocuklar öyle her şeye karışmaz...” diye diye...
Okulda iki ellerini sıranın üstüne koydurarak, hepsine mavi önlük giydirerek, söz almadan konuşmayı yasaklayarak, Ergani ve Murgul’da bakır çıktığını, Küçük Kaynarca Antlaşması gereği Rus gemilerinin Boğazlar'dan serbestçe geçebileceğini, Osmanlı yazışmalarında Rus Çarları için bundan böyle “Ruslar’ın padişahı” denileceğini, ince bağırsağın uzunluğunu... ezberlete ezberlete...
Erkeklere askerde uygun adım marş söyleterek, kızlara ‘kızlar öyle yapmaz, kızlar öyle oturmaz, kızlar erkek işine karışmaz” diye diye...
“Hizaya sokar” ve kendimize benzetiriz çocukları!
Renksiz, yaratıcılıktan, hayal kurmaktan aciz, ümitsiz, beklentisiz, ot gibi...
Sonra da hayretle anlatırız, “Edison hiç okula gitmemiş” yahut “Einstein lisedeyken fizikten hep ikmale kalmış” gibilerinden...
Yamukluk sakın bu düzende olmasın?
Serdar Devrim...www.hürriyetim.com.tr