NRY

Sepsessiz Kalabalık

Bu Yazıyı Puanla
Eski bir arkadaşıma yazdığım bir mektup bu.
Ben varım içinde.
Biz, aslında...
Tarihi eski de olsa şimdi yazacak olsam aynılarını yazardım.
Yaşananlar değişmiyor. Şekil aynı. Hisleri değişiyor zamanla.
Artıyor, azalıyor, aynı kalıyor.
Bu mektuptakiler için diyeceğim:
D-Hepsi.

***
Yağmur yağıyor.
Evdeyim. Saat 00.19.
Cd player “Let it be me” yi çalıyor.

Dur bir dışarıyı koklayayım.
Imm...
Toprak kokuyor harika harika ama bir de kış kokuyor ki bunu hiç sevmedim. Bu kış biraz fazla sürdü galiba… Doymuşum!
Ne kadar geç gelse o kadar iyi. Kalın kalın, lahana gibi giyinmeler, bi tarafımızı donduran soğuk...
Ben bahar çocuğuyum. Bahar dalları, pembe beyaz çiçekler...
Ilık ılık, estikçe yüzünü şefkatle okşayan yumuşacık elli rüzgâr…
Bana bunlar lazım. Burnumun ve ayaklarımın üşümesini sevmiyorum, göğün kararmasını, soğuğun keskin kokusunu…
Beni bıraksınlar mavi elbisemle yasayayım püfür püfür, mavi mavi, ılık sıcak…

Bak ya, bir de gök gürlüyor! Şimşek falan çakıyor. Her an acımasız bir yıldırım tepeme düşüp kömüre dönüştürebilir beni!
Küçükken, ilkokuldayken gök gürültüsünden çok korkardım. Ödüm patlardı!
Bir kere babacığımın iş yerinden eve dönerken yolda yakaladı deli yağmur, homur homur gök!
Yeryüzünün de fotoğrafı çekiliyor habire, karanlık olduğu için flaşlı çekiliyor tabii…
Bir korkmuştum ki! “Şimşek çakınca yere yatmak gerekir” demiş bir aklıevvel ben de inanmışım... O geldi aklıma gökyüzünde kavga gürültü devam ederken, benim ödümü yara yara, boylu boyunca yola uzandım bildiğim bütün duaları ederek…
Yoldan da oluk oluk su akıyor. Bişey değil şimşekten kaçarken, sele kapılıp boğulacağım!
Eve gittim, su iç organlarıma kadar girmiş bir halde!
Annemle olan karşılaşmamı hatırlamıyorum doğrusu…
Beni sevip, saçımı okşayıp, sakinleştirmiş miydi, kızıp bağırmış mıydı sularda yuvarlandım diye? Hatırlamıyorum…
İyi bir şey olsa hatırlardım herhalde…

Şimdiki çocuklar şanslı. Bu türlü yürek çarpıntısı yaşadıkları her durumda öpülerek, koklanarak, bağırlara basılarak sakinleştirilmeye çalışılıyorlar...
Düştüler mi? Bir şey mi kırdılar? Suyu mu devirdiler? Ne gam?
Biz sofrada yanlışlıkla çayı, suyu falan dökseydik annem bir hiddetlenirdi ki...
Düşüp bir yerimizi kanatsaydık bir ton laf yerdik, niye dikkat etmedik diye…
Annem de napsın? Dört çocuk. Her birinin derdi, yaşı, kişiliği farklı…
Valla iyi yetiştirmiş yine de…
Ben dört çocuğu tahayyül bile edemiyorum!
Bir de onların döneminde görümce, kayınvalide, kayınpeder, bütün sülale birlikte otururlarmış!
Hazır çocuk bezi, tam otomatik bulaşık, çamaşır makineleri, mamalar, çeşit çeşit emzikler biberonlar nerde? Tuvalet bile dışarıda köy yerinde…
Annemler beni erkek diye beklemiş biliyor musun? Tabii ultrasonografi aleti de yok 70’li yıllarda ya da varmış ama annemler görememişler…
Babacığım anneme geçmiş olsun, bir gözün aydın bile dememiş kız doğduğumu bilince.
Ya ben napayım? Benim suçum ne burada?
Benim, Nuray diye doğasım varmış. Dünya en birinci mümtaz kişiliğe kavuşacakmış, kurgu öyleymiş. Bu doğuş, bu yükseliş engellenebilir miydi? Asla!
Netekim engellenemedim ve büyüdüm, serpildim en bi yüksek, değerli, şahsiyetli, güzel, akıllı, müthiş, kelimelerin yetmediği bugünkü ben oldum…
İyi ki oldum! Aferin bana.
Annem de babam da iyi ki kız olmuşsun dediler hep.

Aslında evin en sevileni, en büyük ablamdı.
Babam için özeldi.
Benim de idolümdü.
Hayranlık duyardım ona.
Öyle şeyler yaşadık ki bilsen…
Ablam 17 yaşında evlendi...
Annemleri çok üzdü...
Kocasına kaçtı, koşarak gitti!
Laf aramızda, beni de posta güvercini olarak kullandılar...
9-10 yaşındayım, ufacığım, tefeciğim, kara kuruyum, miniciğim yaa...
Dinle komediye bak:
Müstakbel enişte, ablamın koşarak evlendiği kişilik, ablama mektup yazıyor.
Mektuplarını ben getirip götürüyorum.
O gün de okuyorum mektubu. (Ne hain bi güvercinmişim, kanadımı yolmak lazımmış! Aslında annem nerdeyse yoluyordu da zor aldılar elinden!)
Mektupta ablamı o gece kaçıracağı yazıyor.
Ablama veriyorum mektubu ve diyorum ki “beni de götüreceksin, yoksa anneme söylerim!” (Bıkmış mıyım yaşadığım hayattan, maceramı arıyor muşum neymiş?)
Ablam “tamam” diyor.
Gece yatıyoruz. Bir yarı kalkıyoruz annemin çığırtılarıyla, ablam yatağında yok!!
Ben uyku sersemi “noluyo” diye bakınıyorum etrafıma yarı kapalı şabalak şabalak bakan gözlerle…
Babam, annem, ortanca ablam, abim herkes bir tarafta bağırıyor, annem ağlıyor!
Komşular geliyor sesimize!
Ben de, arada bi zahmet kendime geliyorum ve o dakka ablama sinir oluyorum!
Hani beni de götürecekti?
Yalancı!
Telefon trafiği yaşanıyor, annem müstakbel eniştenin kuzenlerini ve amcasını arıyor, Onlara sayıp sövüyor. Onlar da topun ucuna beni koyuyor fitili ateşliyor ve diyorlar ki “Bize kızma, Nuray’a kız! Onun haberi vardı. Mektuplarını o götürüp getiriyordu!”
(Onlar da insan değilmiş yalnız… Minnacık bi kız, gözünden, kulağından alevler fışkıran annenin kucağına verilir mi? İnanamadım, veriliyormuş!)
Annem bunu duyunca “slow motion” olarak telefonu fırlatıyor ve benim üstüme doğru bir atılımda bulunuyor. Yakalasa şimdi sana yazıyor olamayacağım. O kadar yani.
Neyse ki komşularımız insaniyetli çıkıyorlar. Beni alıp evlerine götürmek suretiyle, olay mahallinden bir süreliğine uzaklaştırıyorlar!
Duvarlarımızın komşu olduğu komşu evde uyuya kalıyorum ağlarken ağlarken…
Bir uyanıyorum, yine uyku sersemi… Zannediyorum ki hiçbir şey olmamış.
Bi mutlu oluyorum ki!
Sonra, annemin ağlayan sesini duyuyorum ve başımdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Allahım, keşke rüya olsaydı, diyorum…
Ama öyle olmuyor...
Sonra yaşananlar kayıtlardan silinmiş.
Tek kare fotoğraf, bin bir güçlükle ailelerin bir araya geldiği nikah töreni.
Herkesin gözler şiş şiş.
Ablam ilk bir-iki yıl mutluydu…
Sevdiği adamla evlenmişti.
Sonraki yıllar aynı mutlulukla gelmedi...
Yeğenim doğdu.
Bir süre sonra başka bir ilçeye taşındılar. Ablam çalışmaya başladı.
Yeğenimi biz büyüttük denebilir.
Ortanca ablam yeğenime bakmak için büyük ablama giderdi. Bazen de annem giderdi. Ben, yaz tatillerinde.
Annemin, abimin ve ablamın, büyük ablamın yanında olduğu zamanlardan bir zaman, ortanca ablam ve abim eve geri dönerken kaza geçiriyorlar…
Abim alnından hafif, ablam gözünden ağır yaralanıyor.
Sayısız ameliyat geçiriyor sonrasında…
Gözünde ve yüzünde sonsuza kadar kazanın izini taşıyarak, gözyaşı kanalından her daim gözyaşı sızarak…
Ama ablam o sorgusuz sualsiz sızan gözyaşıyla da barışık, mutlu yaşamayı öğrenen yaşam savaşçılarından biri oluyor...
Onun hikâyesi de bir başkadır…
Büyük ablam, bıçak kemiğe dayandığında, yıllar sonra, bıçağın kemiğine verdiği acıya dayanamayarak, koşarak gittiği kocasından ayrıldı...
Pırlanta gibi iki evladıyla.
Şimdi ayakları yere basan, çocuklarına en olması gereken şekliyle anne ve baba.
Ortanca ablam, İstanbul’a geliyor biz memlekette yaşarken.
Burada teyzemde kalıyor. İşe girip çalışmaya başlıyor.
Bizim de İstanbul’a gelme planlarımız var…
Bir gün eve dönerken otobüste, şoför bir fren yapıyor.
Ablam bir çığlık atıyor. Sonra utanıyor.
Eve geliyor. Bir kaç gün geçiyor…
Ablamın ruh sağlığı grafiği aşağı doğru inmeye başlıyor...
Yıllar süren, değişik seyirler gösteren, bütün aileyi kederden eriten bir döneme giriliyor…
Bin bir tedavi, hacılar hocalardan medet ummalar...
Ankaralar, İstanbullar, İzmirler..
Bir dolu doktorlar, terapiler, hastanede yatmalar...
Hastaneye gitmemek için direnmeler, Ankara-İstanbul arası yolculukların mola yerlerinde otobana kaçmalar, intihara teşebbüsler…
En sonunda İstanbul’da bir doktorla tanışma ve bu doktorla birlikte iyileşme dönemine girme...
Zaman içinde tam iyileşme gösterme…
Sonrasında yapılan bir evlilik. Bir erkek evlat. Sonrasında ailece yaşanması öngörülen bir boşanma vakası daha...
Simdi oğlu 13 yaşında. Onunla birlikte, kendi evinde, mutlu mesut yaşıyor.
O da, ben de, ailenin bütün bireyleri farklı şekilde derslerle büyüdük, geliştik, güçlendik…
Her birimizin öğretmeni, öğretileri farklıydı. Savaşımız, direncimiz…
Direnemeyen, öğrenemeden, güçlenemeden, dayanamadan bir an önce gitmek isteyen abimdi..
Gitmek isteyen abimin direnememesine, öğrenememesine, güçlenememesine dayanamayan da babamdı…
Babam dayanmak istedi aslında ama kanser aldı onu...
O gitmek istemedi eminim!
Gideceğini bile bile, hissede hissede…
Oğlan olmadığı için doğumuna bile sevinmediği küçük kızı, doktorun “evinize götürün, bizim artık yapacağımız bir şey yok” demesiyle delirdi ve asla kabul etmedi bunu… Hastanede kalacaktı, bakılacaktı. Ağrıları dindiriliyordu hiç değilse orada…
Hastane öncesi babası evde bakılıyordu…
Küçük kız babasını ziyaretten dönerken, her ama her ayrılışta babasını öptüğü halde, bir daha göremezsem diye geri dönüp tekrar öpüyordu.
Son gününden bir gece önce, annesiyle birlikte babasının yanında kalmıştı.
Sabah işe gitmeden, gidip Cerrahpaşa hastanesinin karşısındaki çorbacıdan ona sevdiği mercimek çorbasından almıştı. Kendi elleriyle yedirmişti en sevdiği çorbayı.
Sonra onu öpmüştü, sarılmıştı ama her zaman yaptığı gibi geri dönüp bir daha öpmemişti.
Akşam eve gittiğinde gelen telefonla baba evine gitti tekrar…
Ama baba hastanedeydi…
Nefessiz.
Erkek doğmayan kızın elinde kor gibi, gözünde çağlayan gibi bir pişmanlık kalmıştı.
Niye babasını dönüp bir kere daha öpmemişti ki?
Abim gitmeden hepimizi öpmüş.
Mektup yazmış bize.
Öptüğünü yazmış… Daha birçok şey…
Neyse ki o benim gibi pişman olmamış öpmedim diye.
Ama gittiğine pişman olmuştur mutlaka...
Bayramlarda abimi ve babamı ziyarete gideriz.
En çok üzüldüğüm, babamın tombiş ellerinden öpemediğim, bayramını kutlayamadığım.
En çok kızdığım, abimin çekip gittiği.
21 yaşında hem de.
Başucundaki beyaz taşta fotoğrafı var, onu çektirdiği gün, beyaz taşın üstüne konacağını bilmediği fotoğrafı.
Gözlerinin tam içine kızgın kızgın bakmıştım bir defa!
O da kızardı kendine ben olsa…
Belki zaten kızmıştır kendine sonra, ne diye gittim, diye.
Ama çok geç.
Öyle boşalıyor ki her şeyin içi onlara gidince…
Öylece durup duruyorum başuçlarında…
Sessiz kalabalık…
Abimin isteyerek, babamın istemeyerek dâhil olduğu sepsessiz kalabalık…
Etiketler: Yok Etiketleri Düzenle
Kategoriler
Kategorisiz

Yorumlar

 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.