Hatırlarmısınız bilmem, 2003 yılında, Ağustos ayının sıcak bir pazar gününde karşılaşmıştık sizinle Burgazada da. Gönlüm sizinkinin etrafında dolaşır olmuştu umutsuzca. Mavi gözlerinizde boğulup, yokolacağım sanmıştım. Ama olmadı öyle. Oturduk yatağınızın ucuna sizinle. Konuştuk uzun uzun. Aklınızı çelmek için, bildik kadın numaraları yaptım size, ama nafile. Sonra, size belli etmeden dokundum kravatlarınıza. Boğazınızda düğüm atarken o ince kravatlarınıza, elinizin sıcak temasını hissetmek istedim. Kısaca aşık olmak istedim size. Siz izin vermediniz nedense. İzin vermediniz ama aşık olmam için de baktınız altan alta, mavi gözlerinizle. Arada bir dokunup parmak uçlarıma, omuz başıma, sonra çekiverdiniz elinizi. Cümlelere başlayıp, sonra gözünüzü tıpkı kendi gözünüzün mavisi kadar muhteşem olan denize çevirerek, yarım bıraktığınız cümlelerle aklımı karıştırdınız. Her cümlenizde gizlenmiş bir mana aradım ümitsizce.
Bilerek, fazlaca sürdüğüm parfüm kokuma dayanamazsınız sandım. Ama dayandınız işte. Yanınıza yaklaştım bilerek, burnunuzun dibine kadar sokuldum, farkında değilmişcesine. Belki, bir akşam yemeğinde oturur bakışırız diye umdum, çatalınızla yedireceğiniz enginarın tadını duyumsadım. Burgazadalıların meraklı bakışlarından kaçırmak, götürmek, karşı sahile geçirmek istedim sizi. Ama gelmediniz benimle. Balkonunuzdaki anason kokusu ile seyrettik ağaçları, yeşile durmuş dalları. Hanımeli kokuları geldi yan taraftan. Balkon kenarına asılı kalmış kozalakları itiştirdiniz ayağınızla. İnce belli uzun rakı bardağınızı paylaştınız benimle. Dudaklarımız aynı yere dokunda ard ardına. Heyecanlandım gizliden gizliye, siz gözlerinizi karşı sahile bırakmışken. İçin dalga dalga oldu nedense. Kıyıya vuran dalganın köpükleri kapladı her bir yanımı.
Yanyana, sarmaş dolaş fotoğraflar çektirmeliydik sizinle. Kolunuz omzuma, belime dolanmış, saçlarımı okşarken gülümsemeliydik objektife. Siz balkondaki kahverengi koltukta, bacaklarınızı birbirine dolamış bir halde, elinizde yarılanmış rakı bardağı, dilinizde yeni oluşan şiir dizeleri ve gözünüzde benim gözlerim varken batırmalıydık güneşi. Güneş kaybolup, karşı sahilin ışıkları parlarken odamızın içinde, yeni serüvenlere kucak açmalıydık sizinle.
İzin vermediniz buna nedense. Oysa her gece kaybolabilirdik, kulağımızda dalga sesleri, tepemizde martı çığlıkları varken. Her dokunuşunuzda martılar gibi kanat çırpardım yükseklere. Her yaklaştığınızda, içimdeki dalga seslerini duyumsayabilirdiniz.
Ama yapmadınız nedense.
Siz gideli, buralara veda edeli tam 50 sene olmuş. Dün, Burgazada da sizi andık hep birlikte. "Sait Faik'in ölümünün 50. Yılı" adlı toplantıda buluştuk. Talat S. Halman, Doğan Hızlan, Selim İleri, Demir Özlü, Mustafa Şerif Onaran sizin hakkınızda konuştular. Yıldız Kenter, Haluk Bilginer, Müşfik Kenter sizin dizelerinizi, sizin öykülerinizi seslendirdiler martı çığlıkları eşliğinde. Siz yoktunuz ama sizin can dostlarınız martılarınız vardı. Bilmem haberlerimizi aldınızmı, neler yaptığımıza dair. Belki bir martının kanadına takılı olarak, sizde uçtunuz üzerimizde. Beni gördünüz mü? Bende orada sizin için vardım. Yine aynı parfümü sürdüm, kokumu duyumsarsınız diye. Kokladınız mı?
Diğer kadınlara inat, daha süslü, daha göz alıcıydım o gün. Sabah erkenden banyomu yaptım. Dolabın karşısında ne giyeceğimi bilemeden, dizdim bütün giysilerimi yatağa. Yanaklarımı, göz kapaklarımı renklendirdim sizin için. Yine, göz almayan dudak, rengimi kaybetmeyen bir ruj sürdüm. Herkes farketmeliydi beni. Beni diğer erkeklerden kıskanın istedim. Kıskandınız mı?
Bir martının kanadından kopan beyaz bir tüy uçuştu insanların tepesinde. Uçtu, uçtu, usulcana süzüldü. Esen bir rüzgarla, önce saçlarıma, sonra kulaklarıma sürtündü. Sizin parmaklarınızı hatırlattı bana. Hani bir gece balkonda oturmuştuk sizinle. Dizlerinizin hemen dibindeydim yine. Elinizde yine bir rakı kadehi vardı. Arada bir, bir yudum almam için bana da uzatıyordunuz kadehinizi. Farkında olmadan ellerinizle saçlarımı karıştırmıştınız. Yine içimde, sadece sizin duyabileceğiniz ve sizin bildiğiniz dalga sesleri oldu. Duydunuz mu?
O kadar kalabalığın arasında yapayalnız hissettim kendimi. Herkesten, orada, sizi anmak için gelen herkesten kıskandım sizi. Bir tek sizle ben olmalıydık. Yalnız kalmalıydık. Belki bu sefer daha yakın olurduk birbirimize. Belki bu sefer severdiniz beni. Naim Tirali adlı can dostunuzun konuşması sırasında garip bir şey oldu. Bunu anlatmalıyım size. Yemekte de yan yana oturduğum Naim Tiralı, yemek boyunca sizden bahsetti, sizinle olan gizli maceramızı bilmeden. Ne denli bohem bir hayatınız olduğunu anlattı titrek ses tonuyla. Elleri titrediği için suyunu ben verdim ona. Bir an sizi hatırlattı bana. "bir çocuğu olsaydı keşke Sait'in" dedi masadaki diğer insanlara dönerek. "ama o bohem bir adamdı, yaşamı böyle sevdi o" diye devam etti. Kadeh kaldırdılar şerefinize. Sonra sustu bir anda. Bana dönüp, gözlerimin ta içine baktı nedense. Şaşırdım, kızardı bütün suratım. Onun da gözleri sizinkine benziyor, farkında mıydınız.
Haa ne diyordum, Naim Tiralı'nın konuşması sırasında bir şey oldu. Sol kolum kaşındı usuldan. Sonra, sanki kolumun üzerinde bir şey dolaşıyor sandım. Telaşlandım. Böcek midir diye düşündüm, konuşmaya kendimi vermeye çalışırken. Sanki nazikçe dolaşan parmaklar vardı kolumun üzerinde. Sizin ustaca dokunuşlarınızı anımsattı bana. Bileğime sürtünde garip bir şey. Yoksa ordamıydınız? Siz miydiniz beni korkutan.
Dokundunuz mu bana ?
Demet Eşrefoğlu Vardar
9 Mayıs 2004, Burgazada