• GÖZLERİN GÖZLERİMDE KALACAK DİYE ÇOK KORKTUM.

    Hayatımda, o an bir şey olacakken, dalgalar yükselecekken, ritm farklılaşacakken, birden güneş çıkıverir ortaya. Demin üşüyen bedenimi bir anda sarmalayıverir. Eğer böyle beklenmediğim bir anda bir sürpriz güneş çıkıvermişse ortaya, bilirim ki bir şey olacaktır.

    Tunalı'nın hafta içi kalabalığı severim ben her zaman. Yormayan, üzmeyen, hırpalamayan, perişan etmeyen bir karmaşası vardır oranın. İnsanı içine alan, kendine katan bir farkı vardır o caddenin. Her an, beklenmedik her saniye, bir eski dosta/sevgiliye/tanıdığa/arkadaşa rastlama şansının ve de olasılığının o yüksek temposu ile dolanır durursunuz.

    Aslında ben oraya, o gizli raslantıların tatlı heyecanı, bazen de buruk bir tad bırakan hayâl kırıklığı için gider oldum son dönemlerde.

    Bayram ertesi, perşembe gününün öğle vaktinde dolaştık kızımla. Önce Vitamin Büfe de birer bardak portakal suyunu içip, eski günlerdeymişcesine gezdiğimi duyumsamak istedim nedense. Elimde tuttuğum kırmızı paltolu kızımın varlığına rağmen arada bir yalnızmışım, eski benmişim gibi dolandım kaldırımlarında. Besi Çiftliğinin yerini alan Marks & Spencer'in önünde oyalandım uzun uzun. Cambo'nun vitrinine bakıp acıkıp acıkmadığı anlamaya çalıştım. Gümüşsoy pasajından penyeler aldım, giyemeyeceğim kadar çok. Ertuğ ve Kuğulu pasajlarının içinde dolaştım huzur içinde.

    Sonra bir an, içim allak bullak oldu nedense. Deminden beri bir bulutun ardına saklanarak, kendini esirgeyen güneşin uyanışını farkettim heyecanla. Güneşin aniden bastıran aydınlığı ile bir uğultu bastı Tunalıyı. Sonra seni gördüm o kadar insanın arasında. Genç bir kızken, aşık olduğum genç adamla yanyana gelecektik beş altı adım sonra. Hiç kimse görmeden öyle bir çarpıştıki bakışlarımız, ortalık tuzla buz oldu sandım. Biz bile inanamadık.

    Senin bal rengi gözlerin benim ela bakışlarıma dolandı çarçabuk. Onlar özgürce sarılıp, kaldılar uzunca süre. Hiç ayrılamayacaklar diye korktum bir an.

    Eskisi gibi bakıştık kısa bir zaman. Uzun kirpiklerinin çevrelediği gözlerinin kahverengiliği ile tıkanıp kaldım Tunalının kaldırımında.

    Kaç kere aşık oldum sana? Çok sevdim, sonra aylar sonra, senden hiç hoşlanmadığımı sandım. Bir zaman sonra yeniden sevdim, bir daha sevdim. Her sevişim, her nefret edişimin önemini kaybettirdi. Senden çocukça bir kızgınlıkla her nefret edişim ise sana olan sevgiyi ben farkına varmadan katlayıp büyüttü. Bir başka heyecanın ardına, bir başka özlemin ardına ve bir başka umutsuzluğun ardına gizlenmiş diğer hatıralar beliriveriyor ansızın. Onlarda, yüzünde huzurlu bir gülümsemeyle, çıkıyorlar bilmem kaç zaman sonra karşıma. Yüreğime, vücudumda karanlık kalmış her köşeye ışıklar doluyor. Anıların, coşkuların ve özlemlerin gölgeleri karışıyor birbirine.

    Bir kaç dakikaya sığdırmak telaşıyla ard arda dizdik anlamsız, boş cümleleri. Cümlelerin çoğu havada uçuştu, nereye gideceğini bilmeden havada asılı kaldı gözlerimizin önünde. Bir kısmı çarpışıp paramparça oldu. Üzerimize döküldü. Çok azı yerli yerine oturdu. Bunun komikliğini fark etmeyecek kadar gergindik. Hep konuştum farkında olmadan, eskisi gibi biraz dalgın, aklının yarısı başka yerde dinledin beni. Boşluklar kaldı aramızdaki duygularda. Arsızca bakacağıma emin olduğum gözlerin ürküttü yüreğimi.

    Zaman dursun istedik birlikte; herkes donsun, yapraklar uçuşmasın rüzgarın savurduğu toz zerrecikleri havada öylece kalakalsın.

    Senin yanında boşluğun, renklerin, dağların, cesaretin, yaşamın önemi yoktu o zamanlar. Senle ben vardık birtek. Beni sevmeni ve önemsemeni seviyor, bunun verdiği hoyratlıkla, seni daha hırpalayacağım duygusu sarıyordu bencil hislerimi. Seni hem çok seviyor, hem hiç sevmediğimi ayrımsıyorumdum.

    Ruhum sarmaladı sıkıca senin ruhunu, o an. Kaç saniye bakıştık, hatırlamıyorum. Sen hatırlıyormusun? O saniyeler zarfında neleri düşündüm biliyormusun. Elele gezişlerimizi, Engürü pasajındaki kavgalarımızı, vitrin aynalarına bakıp ne kadar yakıştığımız söyleyişlerimizi, And çarşısından aldığımız o ince altın yüzüğü, sonra bir gece vakti, şimdilerde kapanan, Akün sinemasında beni öpüşünü, ODTÜ den mezun olduğun günü, işe başladığın anı, bana aldığın ve kullandığım ve o anda kolumda olan saati, barışmalarımızı, tekrar darılmalarımızı, bu sefer bana çok kızışını, istanbul'a tayin isteyip gelişini ve bunun gibi yüzlerce anı bir anda doluşuverdi beynime.

    Peki sen ne düşündün. Bir zamanlar birbirimizi ne kadar sevdiğimizi mi? Annelerimizi tanıştırdığımız gün, karlı bir cumartesi akşamüstünde, üzerinde siyah palton ile dolaşmalarımızı mı? Amerikan pasajından aldığımız ama şimdi benim evimin tezgahında duran mutfak robotunu, tost makinasını, çatal-kaşık takımlarını alışımımızı mı?

    Yoksa sana her küsüşümde beni o inanılmaz sabrınla affetmeni mi?

    Hep affettin sen beni, ne denli iyi biri idin sen öyle. Seni hırpalayarak sevmeyi seviyordum ben. Sebepsiz kavgalarımın sonunda beni sakinleştiren bakışlarını özlerdim hep. Kaç yıl geçti biz tanışalı, hatırlayabiliyor musun? Tam 19 yıl olmuş, 19 koca yıl inanabiliyormusun.

    Tunalı'nın tam ortasında elimi sıkıca tutup, öptün yanaklarımdan. Liseli kızlar gibi utandım nedense. Solgun yanaklarım al al oldu. Gülümsedin her zamanki bakışlarınla. Beni öperken kulaklarıma fısıldadıklarını hatırlayamıyorum şimdi. Ne söyledin o kadar kısa bir anda.

    Tam dokuz yıl olmuş görüşmeyeli. Elmacık kemiklerin daha da belirginleşmiş. Ama yine gülerken göz kenarlarında beliren, o sevdiğim kırışıklıkların duruyor öylece, bıraktığım gibi. Ne kadar değişmişiz değil mi?

    Senin elinin ucunda karın, benimkinde kızım vardı. İyiki vardılar, yoksa sarılacaktık birbirimize. Unutulmaz aşk filmlerindeki gibi dolanacaktı kollarımız. Aslında kollarımız sarmasa da bedenimizi, ruhumuz ustaca becerdi bunu.

    Biliyor musun seni özlemeyi de seviyorumdum ben.

    "Bu da benim karım" dedin usulcana. Sevimli sevimli güldü bana. Bakımlı ellerini benim heyecandan terlemiş elime uzattı. Usulca, ürkekçe sanki ortada garip şeyler olacakmışcasına tokalaştık iki kadın. "Sizi duymuştum" dedi, gülümseyerek, berrak ses tonuyla. Nasıl bir gülüştü kestiremedim. Sık sık dudaklarına götürdü bakımlı ellerini, konuşmamız boyunca. Tedirgin oluşunu sezinledim. Hangimiz daha çok sana aittik bilmiyorum. İki yıldır birlikte olduğun ve bir yıllık eşin mi? yoksa Lise 2 den beri tanıdığın ama şimdi elinde, kendi eşine tıpatıp benzeyen kızını tutan ben mi? Söyleme, bilmek istemiyorum bunu.

    "Özlemişim seni" dedin. Bunu diyen dudakların mı ? gözlerin mi ? ayırd edemedim. Yeniden al al oldu Ankara ayazında üşüyen yanaklarım.

    Yere düşen eldivenimi almak için aynı anda eğildik kaldırıma. Elin elime değdi. Sandık ki, yanıp kül olacağız. Ama olmadık işte. Yanmadık yeniden. Büyümüşüz besbelli.

    Saçların azalmış, farkındamısın bilmem. Dudaklarını da daha sık yalar olmuşsun görmeyeli beri. Benim hâlâ her öfkelendiğimde sol kaşım kalkıyor. Bazen de -biliyorum yine kızacaksın- arada bir tırnaklarımı kemiriyorum. Aşk filmlerinden hoşlanıyorum eskisi gibi. Artık bizim şarkımız modası geçtiği için çalmaz oldu, bilmem farkındamısın. Ama unutmamak için, arada bir mırıldanıyorum. Sen hatırlıyormusun sözlerini. Evet bizim de bir öykümüz var, benim kalemimden çıkan. Bir gün, benim kitabımın sayfalarında görürsün umarım. Yine cola içerken arada bir hıçkırık tutuyormu seni. Yine pizzanın mantarlarını ayırıyormusun tabağına. Ve hâlâ saatimi sağ koluma takıyorum, senle ilk yaptığımız gibi.

    "Ne kadar kalacaksın burada" dedin, ama aklın başka yerde idi. Belki de aklın seninle ilk tanıştığımız günde, Aylin'in Beşevlerdeki evinde yaptığımız doğumgününde idi. Seninle orada yaptığımız, ilk ama en beceriksiz dansı anımsadım yeniden. Sen de hatırlıyormusun o ilk dansımızı. Sonra konuştuk zamanını kestiremediğim kadar.

    "Kısa bir ruh molası verdim kendime" dedim. Genç karın başını omzuna yasladı, bir adım geri çekilerek. Kaşların belli belirsiz oynadı tedirginlikle. Nasıl bir molaydı bu ? Merak ettiğini biliyorum.

    Ruhum acıdığı zaman, laf dinlemez, ikna edilemez, yola sokulamaz hale geldiği zaman verdiğim dinlencelerden biri bu. Bu aralar sık hisseder oldum bunu nedense. Ama merak etme, endişelenme benim için. Ben hemen atlatırım bilirsin, çabuk düzelir benim ruhum.

    Dedim ya, benim için endişelenme. Eski ben değilim şimdi. Kendimi avutabiliyorum artık. Büyüdüm, kocaman bir kadın oldum.

    Yıllar sonra, bir gün başka bir yerde, daha savunmasız olarak karşılaşacağımızı biliyorum. Bunu sende biliyorsun. Ama bu gün o gün değil. İnan bana.

    Haklısın, yanımda şaşkın şaşkın ve mavi mavi bakan, durmaksızın kıpırdayan, içimi ısıtan, aydınlatan ve yaşama sevinci katan o minik şey çok benziyor babasına. Dilerim seninki de sana benzer.

    Vedalaşırken sakın öyle bakma, eskisi gibi. Dön ve git. Hiç çevirme kafanı. Bende bakmayacağım ardıma. Söz veriyorum. Bırak güneş ısıtsın bedenimizi. Karışalım Tunalı'nın kalabalığına. İşte o vakit güneş yeniden çekilecek başka bir bulutun ardına. Belli mi olur, belki usulcana yağan bir yağmur ile ulaşırız caddenin sen başına, ben sonuna.

    Hızla geçen, bizi yaşlandıran, anıları silikleştiren bir dokuz yılın ardından yeniden karşılaştığımızda, belki bu sefer karışır gözlerimiz birbirine. Belli mi olur!

    Demet Eşrefoğlu Vardar
    Ankara, Şubat 2004
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.