Babanın ölmesi
Ekşisözlük'te 'Babanın Ölmesi' başlığı altında oldukça dokunaklı yazılar yazılmış.
Bir kısmını aktarmak istiyoruz:
Yetim kalmak. Bir yanın eksilmesi. Dünyada kapladığınız yerin küçülmesi. Bir mezarlıkta ziyaret edilmesi gereken bir ölü sahibi olduğunuzu herkesin bildiğini sanmak. Yolda yürürken aniden gözlerin dolması, hatta ağlamaya başlamak. Gittikçe yiten giden bir hayali eskisinden de çok sevmek, özlemek ama yanına gitmeye de korkmak...
Babanın ölmesi her erkeğin ölümünün başlangıcını belirleyen, belirten bir işarettir. Her erkeğin ölümü babasının ölümüyle başlar. (Orhan Pamuk) Babası ölmüş bir erkek hayatta her zaman güçlü durmak zorunda olan, herkese destek olmak zorunda olan kişidir. Artık en yalnızdır, etrafta kendisini küçük bir çocuk olarak görecek başka bir erkek kalmadığı için. Bir şeye başlamak bitirmenin yarısıysa babası ölmüş bir erkek yarı yarıya ölmüş demektir.
Bir cenaze törenini baştan sona başka birine aitmişçesine izleyebilmek, tüm kalabalıkların önünde tek damla gözyaşı dökmeden tüm kapakları kapatılmış dev bir baraj gibi dimdik durabilmek ve kimsenin bir barajın suyunu gözlerinizle tuttuğunuzu bilmemesidir. İnsanın kendi içine büküp ağladığı anlar, geride kalan aile fertlerinin size tutunduğunu bilerek adım atmak. Hele insanın kendi babasını yıkarken o pamuk gibi olmuş tenine dokunması.. Delilikle aklı başında olmak arasında yalpaladığınızı hissedersiniz... Sanki bir anda nefes almaya başlayıverecekmiş gibi gelir. Ölmüş olmayı konduramazsınız babanıza. Sanki nefes alıyormuş gibi inip kalkıyor diye görürsünüz göğsünü. Alnını okşarsınız, koluna dokunursunuz. Koltukta uyuklarken uyandırdığınızda yüzündeki o hafif şaşkın ama bayıldığınız ifadesiyle bakınarak uyanıvermesini beklersiniz, delice istersiniz bunu ama o memnundur gittiği yerden ki uyanmaz. Babam dersiniz sadece, babam... Sonra sarmalarlar babanızı kefeninde...
O kefen bağlanırken son kez görürsünüz babanızın yüzünü, eski hatıralar siliniverir de bir şey kalmaz diye korkuyla gördüğünüzü en ufak ayrıntısına kadar ezberlersiniz ve siz bütün bunları yaşarken gözden uzak bir okyanusta, dışarıdan metin görünürsünüz... Ağlamamayı başarırsınız ama yüzünüzdeki acıyı gizleyemezsiniz kimseden... Sonra babanızı ellerinizle indirirsiniz rahat edemez diye zeminini ellerinizle düzelttiğiniz bir mezarın içine ve ellerinizle gömersiniz... Kendinizi parçalarcasına, gücünüz yettiğince bağırarak ağlamak geldiği halde o an içinizden, 'babanızın oğlu' olmaklığa sakince taziyeleri kabul edersiniz... O zaman fark edersiniz hayatta sevdiklerinizle sanki onlar hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadığınızı özellikle babanızı oturttuğunuz tahtın ölümden çok uzakmış gibi geldiğini. Babam geri gelse onu çok daha mutlu kılarım... Kılardım... Gelmez ki...
Babamın 80'li yıllarda lanet olası bir sarı ışığa güvenerek hayattan jübilesini yapması, benim Edison'a kızgınlığım, zengin şoförün rüşveti... Her ölüm erken ölümdür, evet ama 47 yaş, bu laf için premature bir yaş. Üniversiteye başlama zamanımdır bu aynı zamanda. Babam, ölerek beni hayat üniversitesine yazdırmıştı yedinci doğum günümden birkaç gün sonra. Annem kömürlükten bir kova kömür alıp çıkmıştı o akşam merdivenleri. Ölüm haberini aldığında elindeki kömür küreği yere düşmüştü. Demir sobanın dibindeki kızgın kor tanelerinden biri de yüreğine... O zamanlar doğalgaz yoktu doğal olarak. Kestane pişirdiğimiz sobanın üzerine mandalina kabukları dizerdik, tropikal oda spreyi niyetine... Kapıyı ben açmıştım yeşil üniformalı polis amcaya. Kötü haberlerin kapıdan, iyi haberlerin telefondan geleceğini o zaman öğrenmiştim. "Evet, Orhan beyin evi"ydi burası. "Sen onun arkadaşı mısın yoksa? Babam daha gelmedi ama birazdan gelir amca. Sen geç otur, babamın tam eve dönüş saati çünkü. Anneeee sofraya bi tabak daha koy, misafirimiz var..."
O salı akşamı babaannemi iskeleden almaya giderken kösele ayakkabılarını giyiyordu antrede. Saçlarımı okşadı, bacağına sarıldım. Annem yeni ütülemişti pantolonunu, hâlâ ılıktı kumaş. Babamı bir dahaki görüşümde, o soğuk odada üzerinde beyaz bir çarşaf vardı. Annem beni kucağına almıştı da öyle görebilmiştim aslan babamın karizmatik yüzünü. Hızlı yaşayıp genç ölmüştü ve cesedi gerçekten yakışıklıydı. 47 yaş, ölmek için çok erkendi ama o soğuk demir sedyede yatan benim babamdı. Cerrahpaşa'nın rutubetli duvarlarında yankılanan çığlıklar ise, üç çocuğuyla 41 yaşında dul kalmış annemin...