1. Sayfa - Toplam 4 Sayfa var 123 ... SonuncuSonuncu
Toplam 35 sonuçtan 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.
  1. #1

    bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    yenilere biz eskiden neler yapardık anlatabilmek için anne çocuk üyelerinin parça parça yazdığı şahane eserimizi yeniden foruma sokuyorum.

    MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    Bir varmış, bir yokmuş.
    Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, çok uzaklarda değil çok yakınlarda bir şehir varmış. Etrafı dağlarla çevrili yemyeşil bir şehirmiş. Şırıl şırıl akan dereleri, yemyeşil ormanları varmış. Havası temiz, suları berrakmış.
    Bu şehir büyük bir şehir değilmiş ama kalabalıkmış. Şehirde çalışmayan çok az kişi varmış. Herkes sabahları erken uyanır işine gitmek için hazırlanırmış. Anneler babalar kendileri işe hazırlanırken çocuklarını da okula hazırlarlarmış. Çocuklar uykulu gözlerle servislere biner okula giderlermiş.
    Çocuklar okuldan gelir gelmez aceleyle ödev yaparlar ve televizyonun karşısına geçerlermiş.
    Anne babaları da işten gelir gelmez hızlı hızlı yemek hazırlarlar ve ailece yemek yerken televizyon seyrederlermiş.
    Çocuklar televizyondaki programlar yüzünden uyku saatini hep kaçırır, geç yatar ve sabahları da çok zor uyanırlarmış.
    Evlerde hiç kimse birbiri ile konuşmaz sürekli televizyon seyrederlermiş.
    Haftasonları kimse pikniğe kırlara, dere kenarlarına gitmez o güzelim ormanlar sessiz kalırmış. Hafta sonlarında da hiçkimse televizyon başından kalkmazmış.
    Birgün şehrin okuluna yeni gelen Zeynep Öğretmen bu şehirdeki çocukların hiç masal bilmediğini farketmiş ve çok üzülmüş. Çocuklar sadece bilgisayar oyunları ve televizyon programları ile ilgili konularla ilgileniyorlarmış.
    Ne Ali Baba ve Kırk Haramiler’i tanıyorlarmuş ne de Keloğlan’ı...
    Ne Kaf Dağı’nı biliyorlarmış ne de Zümrüdü Anka Kuşu’nu..
    Bunun üzerine Zeynep öğretmen diğer öğretmen arkadaşları ile konuşmuş. Onlar da bu durumdan dolayı çok üzgünmüşler. Sonunda şöyle bir çare bulmuşlar:
    Tüm velileri şehrin büyüklerini okula toplamışlar.
    Zeynep öğretmen ve diğer öğretmen arkadaşları ailelerle ve yaşlılarla konuşmuşlar. O geceden itibaren her öğretmen her gece başka bir ailenin evinde misafir olup tüm aileye masal anlatmaya başlayacaklarmış. Aileler çok şaşırmışlar ama çaresiz kabul etmişler.
    Böylece 5 öğretmen arkadaş yani Zeynep öğretmen, Ayşe öğretmen, Fatma öğretmen , Ali öğretmen ve Ahmet öğretmen her gece bir başka aileye masal anlatmaya gitmeye başlamışlar.
    İlk gece Zeynep öğretmen Banu'nun evine misafir olmuş ve anlatmaya başlamış.
    Bir varmış bir yokmuş....Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken Keloğlan diye biri yaşarmış uzak dağların ardında. Keloğlan annesiyle birlikte küçücük bir evde yaşar ve evin önündeki bahçeyi ekip biçer orda yetiştirdikleri ile geçinip giderlermiş. Ana oğul çok iyi anlaşırlarmış ama annesi keloğlan'ın sürekli hayal kurmasına da kızmadan edemezmiş. Çünkü bazen 10 dakikalık bir iş keloğlanın hayal kurmasıyla saatleri buluyormuş...
    Zeynep öğretmen masalın tam bu yerinde susmuş. Etrafına bakınmış Banu'nun iki kardeşi annesi, babası ve hatta büyükannesinin "niye sustun" dercesine bakışları ile karşılaşmış. "Ne güzel hepsi dinliyormuş" diye geçirmiş içinden. Büyük bir iştahla yeniden anlatmaya başlamış.
    Keloğlan'a annesi bir gün pınardan su almasını söylemiş. Keloğlan evden almış testileri önüne de katmış eşeği Karakaçan'ı pınara doğru yola çıkmış. Hayalleri Keloğlan’ın peşini bırakmamış tabiki. Getireceğim su ile yine bulaşık yıkayıp, bana güzel yemekler yapacak, yaşlı anneciğimin hayatını güzelleştirmek için keşke bir şeyler yapabilsem diye düşünmüş Keloğlan.
    Kendi kendine " annemle birlikte Karakaçanı yanımıza alıp seyahate çıksak, her gittiğimiz yerde yeni insanlarla tanışsak, onlarla arkadaş olsak" diye içinden geçirmiş.
    Yolda kendisine selam veren komşusunun "merhaba Keloğlan yine aklında neler var" sözü ile kendine gelmiş. Onunla birlikte selamlaşıp pınara ulaşmış, testilerini doldurmuş ve ilk defa annesinin verdiği işi zamanında hatta beklediğinden daha hızlı yaparak heyecanla annesine koşmuş.
    Ama aklında hep yeni yerler görüp, yeni insanlar tanımak varmış.
    Keloğlanı kısa zamanda yanında gören annesi su dolu testilere bakarak biraz şaşkınlıkla:
    - Aman benim Keloğlum keltoş oğlum , artık büyümüşte verdiğim işi bir an önce yapıyormuş
    Keloğlan heyecanla:
    - Anacığım biran önce geldim çünkü sana bir şey söylemek istiyorum. Burada yıllardır aynı şeyleri yaparak yaşıyoruz, hayatımızda hiç bir değişiklik yok, böylede devam edecek anacım, ben gezip yeni yerler görmek istiyorum. Seninde benimle gelip, sürekli çalışmadan yeni yerler görüp, yeni insanlarla kaynaşırken yanımda olmanı istiyorum.
    Hayalperest oğlunun ilk kez bu kadar heyecanlı ve istekli olduğunu gören yaşlı kadın bir an durmuş ve düşünmüş. Oğlu haklı imiş her günün birbirine benzediği yaşantılarında kendisi de değişiklikten mutlu olacakmış, ayrıca yeni yerlerin ve insanların oğluna daha iyi olanaklar sağlayabileceğini de düşünmüş ve
    - Farklı insanlar görmek beni de heyecanlandırdı, haydi gidelim keloğlum”
    Gece Keloğlan’ın gözlerine uyku girmemiş. Sabahın ilk ışıklarına kadar hayaller kurmuş. Hayallerinde kötü kalpli insanlar veya ejderhaları yok etmek, prensesle evlenmek gibi olaylar yer almıyormuş. Keloğlan düz bir ekran hayal etmiş. Yuvarlak dünyamızın düzleştirilmiş hali gibi birşeymiş bu ekran. Bu ekran hem iyi hem kötüymüş. Keloğlan kendini dünyayı bu ekranın kötülüklerinden kurtarmak için savaşan bir kahraman olarak hayal ediyormuş. Hayal ya herşeyi her kahramanı hayal etmek özgürmüş. Hayalleri sabaha kadar bitmek bilmemiş. Ülkeleri yok eden savaşlar gibi aileleri birbirinden uzaklaştıran hatta yok eden bu ekranı dünyadan silmesi mümkün değilmiş ama daha faydalı yapmak elindeymiş. Böyle hayaller kurarken gün ışımaya başlamış.....
    Annesi uyanmadan kalkmış bahçeye çıkmış çiçekler toplamış. Rengarenk mis kokulu çiçekleri annesinin baş ucuna koymuş. Annesini öperek uyandırmış.
    - A benim güzel anam sağolasın beni öyle mutlu ettin ki bu çiçekleri sana topladım.
    Annesi onu bu kadar mutlu görmenin sevinciyle kalkıp yol hazırlığına başlamış. Öğle üzeri hazırlıkları bitirmişler köylülerle vedalaşmışlar Karakaçan'ı alıp yollara düşmüşler.
    Akşama kadar Keloğlan önde anası Karakaçan'ın üzerinde yanlarından gelip geçen koca koca araçlara aldırmadan sağdan sağdan yol almışlar.
    Hava kararmak üzereymiş konaklamak için uygun yer aramaya başladıkları an karşılarına köyün konağı çıkmış.
    Keloglan anasına:
    -Anam güzel anam, şuracıkta dinlenelim,yolumuz uzun.
    Anası Keloğlana:
    -He oğlum, Keloğlum keleş oğlum. Yolumuz ırak, dinlenelim, ben yaşlıyım oğul, ayaklarim cok yoruldu.
    Konağın etrafında hiç kimseler görünmüyormuş. Bakmışlar bakmışlar çıt yok.
    Anası:
    -Terkedilmiş mi? diye sormuş.
    Keloğlan:
    -Dur ana, sen burada dur. Ben kapıyı çalayim. İçeride birileri vardır.
    Keloğlan kapıyı çalmaya başlamış. Anasina bakmış endişeli gözlerle. Anası da endişeli endişeli keloğluna bakmış.
    Hiç ses seda yok, kapıyı yavaşça iteklemiş, kapı gıcırdayarak açılmış, bakmış ki; içeride kimsecikler yok. Anlamış ki, terkedilmiş bir konak.
    Keloğlan'ın ve anasının burada kalmaktan başka şansları yokmuş. Gün batmış, ortalıkta kimseler yok, yorgunluk çökmüş anasının yaşlı bacaklarına, mecburen kalmışlar.
    Keloğlan:
    - Anam güzel anam, gel gel, kimsecikler yok, bu gece burada kalmak zorundayiz anam,demis.
    Anası:
    -Olur oğul keloğlum, kalırız kıvrılıveririz bir köşeye. Azığımızdaki yemekten de yer, dinleniriz. Yatar uyuruz demiş.
    Ana oğul; çıkınlarındaki yiyecekleri yiyip, topraktan zemine uzanıp, karakaçanı da yandaki boş odaya alıp, bahçeden ot, dereden de su getirip, yemleyip sulamışlar.
    Biraz da sohbet etmisler, yorgunluk iyice çökünce, uykuya dalmışlar, derin derin uyurlarken, birden bire bir ses duymuşlar, ürkmüşler ama kıpırdamadan öylece dona kalmışlar. Bu bir ayak sesiymiş ve gittikce onların kıvrıldıkları köşeye doğru yaklaşıyormuş. Keloğlan birden annesini de korumak düşüncesiyle ayağı fırlamış ve,
    - Kim var orada?
    diye seslenmiş. Yaklaşan ayak sesi ve kandil ışığıyla yaşlı bir adam,
    - Aslı siz kimsiniz?
    diye sormuş. Keloğlan gelen kişinin yaşlı bir adamcağız olduğunu görmüş ve heyecanla anlatmaya başlamış.
    - Biz yaşlı anamla yollara düştük, gücümüzün yettiği kadar dolaşıp, değişik değişik yerler görmek ve yeni insanlarla tanışmak istiyorduk. Hava kararmaya başlayınca ve zavallı yaşlı anacığım yorulunca dinlenmek istedik. Burayı görünce gelip kapıyı çaldık ama kimse yoktu. Burası sizin mi yoksa? diye sormuş
    Yaşlı adam çok nur yüzlü görünüyormuş. Keloğlan heyecanla ve mahcup gözlerle hikayesini anlatırken hep tebessüm eden bir yüzle ona bakıyormuş. Konuşması bitince de yine aynı tebessümle, Keloğlanın kel kafasını okşamış.
    - Tamam evladım tamam, siz dinlenmenize bakın sabah olunca görüşürüz? demiş ve arkasını dönüp oradan çıkmış
    Nur yüzlü yaşlı adam odadan çıkınca ana oğul bir süre uyuyamamışlar, akıllarında hep o yaşlı adam varmış.. Kimdi acaba diye düşünceler içinde sabaha karşı ancak uyuyabilmişler..
    Güneşin ışıklarıyla açmışlar gözlerini.. Neredeyse öğlen olmak üzereymiş, geç uyudukları için erkenden uyanamamışlar haliyle..
    Apar topar kalkıp, gece gördükleri yaşlı adamcağızı aramışlar etrafta ama bulamamışlar.. Sanki yer yarılmış da adamcağız içine girmiş, konağın içini dışını her tarafını aramışlar ama yokmuş işte..
    Artık yola çıkmamız lazım diyerek, hazırlıklarını yapıp düşmüşler yola.. Yol boyunca da "acaba kimdi o nur yüzlü yaşlı adam" diye konuşuyorlarmış..
    Derken bir süre sonra yolda büyük bir kalabalığın üzerlerine doğru geldiğini görmüşler. Keloğlan:
    - Ana, bunlar kim ola ki?
    Ana:
    - Ne bilem oğul..dur hele tanış oluruz herhal..
    Keloğlan bir taraftan anacığıyla konuşuyor bir taraftan da gözucu ile yaklaşan kalabalığı süzüyormuş.
    bir an "ama ben bunları tanıyorum!fakat gerçekten onlar olabilirler mi?yok canıııımmm hepsinin aynı yerde olması imkansız birşey.."diye geçirmiş içinden.
    Bu sırada kalabalık yaklaşmış, yaklaşmış, yaklaşmış ve...
    - Selam keloğlan! Sen de anacığın ile toplantıya mı? diye sormuş içlerinden biri.
    - Aaaaaa...çizmeli kediiiii! diyebilmiş keloğlan. Şaşkınlıktan bir süre kah çizmeli kedinin suratına boş boş bakmış kah saçı olmayan kafacığını kaşımış. İlk şaşkınlığı attıktan sonra sohbete başlamış çizmeli kedi ile:
    - Mehaba çizmeli! Biz anamla uzun bir yolculuğa çıktık; yeni yerler öğrenmek , yeni insanlar tanımak için. Dün gece konakladığımız yerde nur yüzlü bir adam gördük. Bbize sabahleyin görüşeceğimizi söyledi fakat sabah anamla her yana bakınmamıza rağmen onu bulamadık. Biz de tekrar yollara düştük...
    - Elinde bir kandil var mıydı bu adamın?
    - Evet!
    - Hmmmm..; uydurukçubaşını görmüşsünüz siz!
    - Kimi, kimi?
    - Uydurukçubaşını! Masal dünyasının yaratıcısı ve başkanı olan ulu Uydurukçubaşı. Bizim de tüm masal kahramanları bir araya gelmemizin sebebi o zaten. Biryerlerde masalları unutan çocuklar varmış, acil çözüm için toplanıyoruz. Hazır toplanmışken de 4. geleneksel M.A.K.İ.D gününü kutlayacağız.
    - M.A.K.İ.D..?!?
    - Masal kahramanları içini dökme günü! Herbirimiz şikayetlerimizi Uydurukçubaşına bildiririz , o da uygun görürse masallarımızda değişiklikler yapar..
    - Ama benim hiç haberim olmadı şimdiye kadar bu M.A.K.İ.D'ten.
    Tam bu sırada söze keloğlanın anacığı girer:
    - Oğul, oğul.. Bu makid midir, takid midir ne zırıltı ise her sene bir davetiye gelirdi ama sana söylediğimde "amaaaaan ana boşver.. tembel tembel yatmak varken kim kalkıp gidecek oralara kadar!" deyip yan gelip yattın her sene..!
    Keloğlan biraz kızarır biraz bozarır. Konuşma sürerken diğer kahramanlar da yanlarına gelmiştir.
    - Şikayetçiyim ayakkabılarımdan! der külkedisi. Çoktaaan modası geçti bu cam ayakkabıların. Artık saat 24'ü vurduğunda şöyle son moda bir Adidas düşürmek istiyorum sarayın merdivenlerinde!
    - Ben de sıkıldım artık bu kırmızı başlıklı pelerinimden! der kırmızı başlıklı kız. Yok mu bunun lila rengi? Ayrıca üzerinde kocaman iğneli bir de yapma çiçek olsun istiyorum aksesuar olarak. Bu hali ile çok düz pelerin. Hareket katmak lazım biraz!
    - Asıl ben yapmam artık bu 7 cücenin işlerini! der pamuk prenses. Sabahtan akşama helak oluyorum ev işlerinden! Çamaşır makinası yok, bulaşık makinası yok! Yıka, yıka ellerim sudan çıkmaz oldu, derileri bile büzüştü! Hiçbir prens almaz beni bu bakımsız ellerle...
    - Ya benim saçlarım ne olacak? Haaaapşşuuuu.. der Rapunzel. Uzattım yere kadar sırma saçlarımı lakin, Haaaaaapşuu..! Her yıkadığımda.. Hapşuuu... hastalanıyorum. Sinüzitlerim azıyor! Saç kurutma talep ediyorum Uydurukçubaşı’ndan...
    - Biz de bıktık çukulatadan şekerden ev yemekten! der Hansel ve Gratel. Artık sağlıklı beslenmek istiyoruz! Ormanda ki cadının evi çeşit çeşit meyveden olsun bundan böyle...
    Şikayetler yağmur gibi devam ederken bir ses duyulur:
    - Sessizlik! Aktarım noktasına geldik. Şimdi elele tutuşuyor ve sihirili tekerlemeyi söylüyoruz. Uydurukçubaşı bizi masal ülkesi toplantı salonunda bekliyor...
    Keloğlan, anası ve diğer bütün kahramanlar elele tutuşur ve sihirli tekerlemeyi söylerler:
    - Durakta taksi yok,
    Bizim şikayetimiz çok,
    Haydi toplantıya hop hop hop!
    Ve birden kendilerini tavanları çok yüksek, sandalyeleri altından, konuşma kürsüsü zümrütten, mikrofonu elmastan, masaları yakuttan bir toplantı salonunda bulurlar...
    Bütün masal kahramanları yakut masanın etrafında toplanmıştır. Her kafadan bir ses çıkmaktadır. Keloğlan şaşkın şaşkın etrafına bakınır:
    - Anam anam garip anam, burası nasıl bir yer?.. Kel kafam akılsız kafam, o kadar davetiye gönderirirler, neden keyfine bakarsın yan gelip yatarsın da kalkıp gelmeye üşenirsin...
    - Oğul oğul sus, bak kim geliyor!.. Bizim gördüğümüz ak saçlı, nur yüzlü ihtiyar değil mi bu?
    Birden uğultu kesilir. Mücevherlerle işlenmiş, yerinden kımıldatılması imkansız gibi duran devasa kapı, adeta bir tül hafifliğiyle açılır ve Uydurukçubaşı içeriye girer. Ağır adımlarla zümrütten yapılmış kürsüye çıkarak etrafa şöyle bir göz gezdirir. Ardından önünde duran kalın defteri açar:
    - Gördüğüm kadarıyla bu yıl eksiğimiz yok, herkes gelmiş. Arkadaşlar çok önemli bir görevimiz var. Çocuklar masallarımızı bilmiyor, okumuyor; böyle giderse hepimiz unutulacağız. Çocuklarımıza yeniden masalları sevdirmeliyiz. Ama nasıl?..
    Çizmelikedi söz ister:
    - Efendim arkadaşlar beni sözcü olarak seçtiler, hepimizin farklı farklı şikayetleri var... Ben mesela; sıkıldım artık bu çizmelerden, yaz kış çizmeyle geziyorum, ayaklarım havasız kalıyor, sandalet giymek istiyorum. Masallarımızda ufak tefek değişiklikler yapsak nasıl olur? Hem bizim keyfimiz yerine gelirse çocuklar bunu çabucak fark eder, belki de yeniden masal okumaya, birbirlerine anlatmaya başlarlar....
    Masalın tam burasında Zeynep öğretmen anlatmayı keser:
    - Nasıl buldunuz masalımı,” diye sorar, onu büyük bir heyecanla dinleyen Banu ve ailesine:
    - Hepsi bu kadar mı öğretmenim? Ne olacak sonunda, hepsini çok merak ettim; Çizmelikedi'yi, Rapunzel’i, Hansel ve Gratel’i, Kırmızı Şapkalı Kız’ı... Hiçbirini bilmiyorum; hem ne olacak, masallar değişecek mi sahiden?
    - Banucuğum, ona sen karar vereceksin. Sana bir kitap bırakacağım, adı “Dünya Masalları”. Burada adı geçen bütün masallar bu kitapta var. Ailenle birlikte okumanı istiyorum bunları. Bir de ödev veriyorum sana, içlerinden birini seçerek günümüze uyarlayacaksın. Sonra da sınıfta arkadaşlarına okuyacaksın masalını. Hadi bakalım şimdi iyi geceler, vakit çok geç oldu.
    Zeynep öğretmen bir çocuğa masalı sevdirdiği için çok mutludur. Güzel bir iş yapmış olmanın sevinciyle evin yolunu tutar.
    Ertesi gece sıra Ayşe öğretmendedir. O da Rüzgar ve ailesine anlatacaktır masalını...
    Bir varmış bir yokmuş...
    Ülkenin birinde kral ve kraliçe yaşarmış.. Kral çok iyi kalpliymiş kraliçe ise yüzü asık, hiç gülmeyen bir kadınmış. Kimsenin gülmesini istemezmiş. Ülkede yaşayan insanların birbirine iyilik yapmalarını, yardımlaşmalarını hiç istemezmiş. Ona göre herkes kendi işini yapmalıymış.
    Yıllar sonra bir bebekleri olmuş. Kral bebeğin adını, gülleri ve gülmeyi sevdiği için “Gül” koymuş..
    Kraliçe bebeğin olduğuna bile sevinmemiş.
    Yıllar geçip giderken Gül büyüyor, babası gibi iyi bir insan oluyormuş. Annesinden gizli herkese yardım edermiş. Aslında bilirmiş annesi duysa ceza verecek ama o insanları mutlu etmek her şeye değer diye düşünürmüş, bilirmiş ki "iyilik eden iyilik bulurmuş".
    Bir gün kral ve kraliçenin konuşmalarına kulak misafiri olmuş Gül.
    Annesinin ilk defa güldüğünü duymuş ve çok sevinmiş. Aslında annesi iyi bir insanmış, hep suratı asık olurmuş, çünkü.....
    Ayse öğretmen Rüzgar'larin evinde hikayesine devam ede dursun, iki sokak ötede bes katli bir apartmanin birinci katinda kücük Cansu'nun evinde Fatma ögretmen masalina baslamak üzereydi..
    Cansu'nun babasi seneler önce baska bir eve tasinmisti. Iki hafta da bir, cumadan gelir Cansu'yu alir ve bütün hafta sonu onunla ilgilenirdi. Cansu'nun annesi calisan bir kadin oldugu icin Cansu onu cok özlerdi. Okuldan gelince karsi komsulari, Isvec asilli Christina teyze'nin kedisiyle oynar ve annesini beklerdi. Annesi tam altiya ceyrek kala, iki elinde iki poşetle sokagin kösesinde belirir, Cansu hemen annesine kosardi. Eve gelince annesi yemek yapar sonra anne kiz yemek yer ve diger bütün aileler gibi televizyonun karsina gecerlerdi.
    Çok çalistigi icin sürekli gergin olan annesi, evlerine bir ögretmenin gelip masal anlatacagini duyunca tedirgin olmus, bir evvelki gece, bütün gece uyumayip evi dip köse temizlemis, pastalar hazirlamisti. Ve aksam yemeklerini yedikten sonra sabirsizlikla Fatma ögretmeni beklemeye baslamislardi. Kapi calinca ikisi de kapiya kostular.. Fatma ögretmen elinde kocaman bir masal kitabi ve yüzünde tebessümle kapida belirdi.
    Mutfaktaki ufak masaya gectiler. Fatma ögretmen yaninda getirdigi minik mumu yakti ve mutfagin isiklarini hafif kararttilar. Cansu'nun annesi ikide bir de çay koymaya kalkip masalin büyüsünü bozmamak icin caylarini kocaman fincanlara koydu. Sonra üçü birer mutfak sandalyesine kuruldular.
    Fatma ögretmen masal kitabini acti. ....
    Onlar masal kitabını açadursunlar, öte yandan Gül’ü bıraktığımız yere geri dönelim.
    Gül anne ve babasının konuşmalarına kulak misafiri olmuştu ve onu şok eden bir şey duymuştu.
    Evet gözlerine inanamamış Gül, yıllardır bir kere bile gülmeyen annesi şimdi kral babasıyla konuşurken gülüyor ve çok mutlu görünüyormuş.
    Buna hem çok sevinmiş hem de çok şaşırmış Gül. Aslında çok ta üzülmüş. Çünkü yıllardır annesini bir kere bile gülerken görmediği için üzülür durur, onu hep güldürmeye çalışırmış. Ancak her defasında annesi ona bu komikliklerinden dolayı çok kızarmış.
    Gül dinlemeye devam etmiş. Kraliçe üzgün bir sesle krala bir şeyler anlatıyormuş.
    - Sevgili Kral’ım biliyorsun yıllar önce yaptığım bir hata yüzünden iyilik perisi Berlina bana bir ceza verdi. Her sene yılın tam ortasında sadece 1 saat gülmeme izin veriliyor. Ben de bütün mutluluklarımı biriktirip biriktirip bu 1 saate sığdırmaya ve gülüp mutlu olmaya çalışıyorum. Ama bu duruma da çok üzülüyorum. Çünkü sevgili kızımız, prensesimiz Gül beni hiç gülerken görmedi. Bu bir saatte de görmesini istemedim hiç. Çünkü beni bu şekilde görüp, beni anlamayabilir bana daha çok kızabilir diye düşündüm demiş.
    Gül duydukları karşısında şok olmuş ve hemen karar vermiş. Mutlaka annesini bu cezadan kurtarmalıymış. Odaya hızla girmiş.
    Kraliçe Gül’ü görünce çok şaşırmış.
    - Anneciğim demiş Gül. Lütfen bana her şeyi anlatır mısın? Ben yıllarca senin gülmeni görmek istedim. Sana sarılıp doya doya mutluluğu yaşamak istedim. Şimdi bana İyilik Perisinin bu cezayı sana neden verdiğini anlat ve cezayı nasıl kaldıracağını da söyle lütfen demiş.
    Kraliçe kızının ısrarlarına dayanamamış, anlatmaya başlamış:
    - Çok uzun yıllar önce ben de herkes gibi çok mutlu bir insandım ama bazen kıskançlıklar yapar insanları üzerdim. İşte böyle bir gün, küçük bir çocuğa haksız yere çok kızdım. O sırada İyilik Perisi Berlina beni duydu ve bana bu cezayı verdi.
    - Yıllardır doya doya gülmeye hasret kaldım. Ama cezami henüz kaldırmadi. Birazdan yine gelecek ve ben yine 1 sene daha mutsuz bir insan olarak hayatıma devam etmek zorunda kalacağım diye ağlamaya başlamış Kraliçe.
    - Hayır demiş Gül. Buna izin vermeyeceğim. İyilik perisiyle konuşup ne yapabileceğimizi soracağım.
    - Dur yavrum demiş Kraliçe. Sürenin bitmesine çok az kaldı. Babanla sana bir müjde vermek istiyordum aslında. Geç kalmadan bu mutluluğu ikinizle de paylaşmalıyım.
    Kral ve prenses sabırsızlıkla beklemiş.
    - Hamileyim demiş Kraliçe. Bir bebeğimiz daha olacak.Ve ben adını Dünya koymak istiyorum şimdiden.
    Harika bir haber demiş Kral sevinçle. Gül de bir kardeşi olacağını öğrenince havalara uçmuş.
    - Yaşasın demiş. Gül Dünya olacağız.
    - Bu hem ülkemize hem de tüm dünyaya mesaj olsun. Herkes gülsün istiyorum demiş Kraliçe.
    Tam o sırada İyilik Perisi Berlina Kraliçenin durumunu izlemeye gelmiş. Gül hemen sormuş.
    - İyilik Perisi, lütfen size yalvarıyorum, annemi bu cezadan nasıl kurtaracağımızı söyleyin demiş.
    Peki demiş İyilik perisi de. Bu o kadar kolay değil ama diye de eklemiş.
    - Söyleyin nolur demiş Gül.
    Peri söylemiş.
    - GORDİNYA diye bir ülke var. Ama bu ülke saklı bir yerde. Nerde olduğunu kimse bilmez. Bu ülkede yaşayan MATATA isimli çok bilgili, her konuyu bilen bir anne var. O annenin de 12 sevimli çocuğu . Bu çocukları öyle çok güldürün ki seslerini tüm dünya çocukları da duysun ve hep birlikte gülsünler. Ben de bu gülüşleri duyunca verdiğim cezayı kaldıracağım demiş.
    - Ben mutlaka bulacağım demiş Gül sevinçle.
    Kral babası ve kraliçe annesiyle vedalaşıp hemen yollara düşmüş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş .Bir de karşıda ne görsün ?....
    Gozkamastirici, parlak ve rengarenk bir isik! Gokkusaginin butun renkleri, kar tanelerinin butun sekilleri, havai fiseklerin butun coskusu varmis bu isigin icinde.
    Iste tesaduf bu ya, tam da o sirada Fatma ogretmen Cansu ve annesiyle beraber okuyacaklari kitabin ilk sayfasini acmis bulunmus. Kitabin icinden goz kamastirici rengarenk bir isik yayilmis ve Cansu inanilmaz bir sekilde kendini bir baska diyarda, ayni yaslarinda baska bir kizin yaninda buluvermis. Bu annesini mutsuzluk buyusunden kurtarmaya calisan Gul’den baskasi degilmis.
    Yasadigi saskinlikla bir caliligin arkasina gizlenip olan biteni anlamaya calisan Cansu’yu farketmemis olan Gul, bir sure elleriyle gozlerini ovusturmus, actiginda ise gorduklerine inanamamis.
    Bildigi, bilmedigi butun masal kahramanlari yolun karsisindaki yasli ceviz agacinin altinda hararetli bir bicimde birbirleriyle konusuyorlarmis. Gul’un gozune ilk carpan cok sevdigi ve yuzlerce kez anlattirdigi Kulkedisi masalindaki prensesmis tabii ki. Prenses elinde cam ayakkabisinin teki, balodan aceleyle ayrildigi muhtesem tuvaletiyle uzgun uzgun yuruyormus.
    Gul, kulkedisini gorunce en yakin arkadasini gormus gibi olmus. Gidip, “Üzulme sonunda mutlu olacaksin” demek istemis ama kulkedisiyle biraz konusunca uzuntusunun aslinda baska birseyden kaynaklandigini anlamis. Bu arada Cansu da gizlendigi yerden kulak misafiri olmus konusmalara.
    Kulkedisi uzgun uzgun anlatmis:
    - Biz biraz once masal ulkesinin baskani Uydurukcubasi’nin toplantisindan ciktik ve hepimiz cok uzgunuz. Bazilarimiz ise cok kizgin. Uydurukcubasi’na da dedik, biz Gordinya’ya geri donmek istemiyoruz.! Biz dunyada mutluyuz ama son yillarda hersey degismeye basladi. Uydurukcubasi’ndan bir yol bulmasini istedik ama o “benim elimden bisey gelmez” dedi. Biz bulacakmisiz cozumu. Biz ve bizi taniyan cocuklar hep beraber yapacakmisiz bu isi. Bu gunden sonra bir yil icinde bir masal on kereden fazla anlatilmazsa kahramanlariyla birlikte sonsuza kadar kaybolacakmis. Bir sehirden bahsetti…Çocuklar hic masal bilmiyorlarmis. “Oraya gitmenin bir yolunu bulun, o cocuklarin dunyasina girmeyi basarirsaniz kendinizi kurtarirsiniz” dedi. Bunun icin bize ufacik bir iyilik yapmis o sehirdeki bes ogretmenin kulagina bir fikir fisildamis, ama bize daha fazla birsey soylemedi. Yani cok caresiziz, nereden baslayacagimizi bilmiyoruz! Butun cocuklar bizi sever , masallarimizi okur, dinlerdi buyuklerinden. Artik ne buyukler masal anlatiyor ne de cocuklar bizi istiyor. Sonsuza kadar kaybolacagiz eger basaramazsak. cocuklara kendimizi yeniden sevdirmenin bir yolunu bulmaliyiz.
    Gul anlatilanlari sonuna kadar sabirsizlikla dinledi. Duydugu isim onu inanilmaz heyecanlandirmisti. Kulkedisi Gordinya’dan bahsetmisti, ustelik Uydurukcubasi’nin Iyilik Perisi’nin arkadasi oldugunu da soylemisti. Zaten buyuyu bozmak icin guldurmesi gereken cocuklarda Gordinya’da yasiyordu. Uydurukcubasi’na ulasmanin bir yolunu bulmaliydi.
    Cansu da gizlendigi yerden kulak misafiri oldugu konusmalardan Uydurukcubasi’nin sozettigi bu sehrin kendi sehri oldugunu hemen anlamis, dayanamamis ve çalılıkların arasından yavaşça çıkıp çaresizlikle ne yapacağını düşünen Gül’ün yanına yaklaşmış ve kendini tanıtmış. İkiside her şeyi birbirlerine anlatmışlar…
    İki küçük kızın artık tek amaçları varmış : Gordinya’ya gitmek, Matata’yı ve Uydurukçubaşı’nı bulmak….
    Bilmedikleri bir yola koyulmuşlar….
    Hava kararmaya başladıkça bir ormanın içine girdiklerini fark etmişler. Milyonlarca yaprak aynı anda hışırdıyor, baykuşlar ötüyor, kurtlar uluyormuş… Kendi ayak seslerinden bile korkmaya başlamışlar…
    - Gel istersen dinlenelim biraz, demiş Cansu,
    - Biran önce büyü bozulsun, anneciğim vede tüm çocuklar gülsün, masallar okunsun istiyorum, demiş Gül dudaklarını bükerek…
    Arkadaşının elini sıkıca tutmuş Cansu…. Bu karanlığın içinde oda nereye gittiklerini, ne yapacaklarını bilemiyormuş….
    Tam o sırada yerde, otların arasında, karanlığın içinde harika bir şekilde parlayan yumurta şeklinde kıpkırmızı ışıklar saçan bir taş görmüş. Cansu taşı arkadaşına göstermiş ve ikiside bir şey fark etmişler. Taşın üzerine çok güzel bir elyazısı ile bir kelime kazınmış :
    KABOOM!!!!!!!
    Küçük kızlar birbirlerine şaşkın şaşkın bakmışlar ve yazıyı aynı anda bir ağızdan okumuşlar:
    - KABOOM?????????????
    Cansu ve Gül sözlerini bitirir bitirmez, karanlığın içinde fark etmedikleri , boyu nerdeyse göklere yakın, simsiyah, kocaman yeşil tokmaklı, tokmakların üzeri kanatlı at motifli, motif gözlerinin yeşim taşlı olduğu dev gibi bir kapı büyük bir gürültüyle ama yavaşça açılmaya başlamış. Kapı açıldıkça kanatlı atlar canlanmaya, dev kanatlarını çırpmaya ve kuvvetli bir rüzgar yaparak, göğe doğru yükselmeye başlamışlar… Kanatlı atın teki yeşim gözünü kızların önüne atmış :
    - Bunu Matata’ya verin, demiş ve uçmaya devam etmiş.
    Kızlar, kapı tamamen açıldığında havada uçuşan, parmak boyunda ışıltılı, beyaz tuvaletli peri kızlarını görmüşler. Peri kızları onların boyunun hizasına gelip, incecik sesleriyle ve gülerek onları selamlamışlar:
    - GORDINYA’ya hoş geldiniz!!!!!!
    Cansu ve Gül ellerinde yeşim göz ve arkalarinda, nereden baslayacaklarini bilemedikleri icin tanimadiklari bu garip, iki kucuk kizin pesine takilan masal dunyasinin kahramanlari ile birlikte, boyu neredeyse goklere uzanan dev kapidan iceri suzulmusler.
    Gordinya'da hersey pembe ve piriltili imis. Kanat cirpan minik perilerin isiltisi ile adeta ucusan bir sehir gorunumundeymis. Genis, uzun ve dumduz bir yolun iki yaninda tek katli pembe parlak evler varmis. Bir ucunda sehre acilan dev kapi diger ucunda ise Matata’nin yasadigi yine pembe, buyuk ev bulunuyormus. Ormanin karanligindan bu isiltili sehre girince insanin gozleri kamasiyor ve duz yol boyunca olanlari ayirtedebilmek cok zor oluyormus.Tam gozler isiltiya alistiginda ise bembeyaz uzun saclari havada ucusan gulumseyen bir yuz ile karsilasiliyormus. Ve Onu gordukleri anda bu kisinin Matata olduguna kesinlike eminlermis.
    Gul buyuk bir heyecanla olanlari anlatmis Matata'ya. Cansu ve masal kahramanlarida dinlemekteymisler. Matata dinlemis, dinlemis ve demis ki:
    - Benim cocuklarimi guldurebilmeniz icin, once masal kahramanlarinin amaclarina ulasmasi lazim. Unutmaki sende bir masal kahramanisin artik ve masalinin mutlu sonunun pesindesin. Diger masal kahramanlarina katilip cocuklara ulasmalisin, gerisi kolay .
    Gul bir anda umutsuzluga kapilmis, annesinin gulumseyemeyen suratini dusunurken yeni arkadasi Cansu "yesim gozu" nu uzatmis O'na. Icinde bir umut dogan Gul,
    - Peki, bu neye yarar? Bunu size vermemizi soylediler, demis.
    - Bu bir kapinin anahtari. Bunun nasil kullanilacagini ben biliyorum ama kapinin nereye acilacagi sizde gizli. Hepiniz bir anahtar ile burada oldugunuza gore, hepinizin gitmeyi umdugunuz yer ayni olmali, demis.
    Bu arada Ayse Ogretmen sozunu kesip Ruzgar'a doner.
    - Nasil? Hosuna gidiyor mu masal ? der.
    Ruzgar:
    - Evet, lutfen lutfen devam edin! Gul'e ne oldu? Ormanda tanistigi, masalsiz sehirden gelen yeni arkadasina ve mutsuz masal kahramanlarina ne oldu? diye heyecanla sorular sorar.
    Ayse Ogretmen Ruzgar'a, buna kendisinin karar verecegini,ve simdi ona birakacagi kitabi okuyarak kahramanlari tanimasinin gerektigini, hatta isterse bir masal kahramanini secip, onu simdiki dunyaya uyarlayip arkadaslarina anlatirsa cok guzel olacagini soyler. Ve arkasinda, elindeki "Dunya Masallari" kitabi'ni heyecanla karistiran, merakli Ruzgar'i birakarak oradan ayrilir.
    Ucusan beyaz saclari ile piriltili sehirde anlasilmaz sozler soyluyormus Matata. Ve havada bir kapi belirmis. Kapinin uzerindeki yere "yesim gozu" yerlestirilirken, elindeki ayakkabilari ile cinderella, hapsiran Rapunzel, curuk disleri ile Hansel ve Gratel, Keloglan, Kirmizi Baslikli Kiz, Pinokyo ve diger masal kahramanlari, masalsiz cocuklara ulasmanin yolunu bulma umuduyla gozlerini kapamislar. Gul ve Cansu da birbirlerinin ellerini tutup gozlerini kapayarak masal kahramanlarina katilmislar.
    Cansu bes katli binanin ilk katindaki evinde gozlerini actiginda, annesi caylari yenilemekte, ogretmeni ise cantasindan bir kitap cikarmaktadir. Olanlari anlamaya calisan Cansu'nun gozu camin kenarinda oturan, Isvec asilli komsu Kristina Teyze'nin kedisine ilisir. Ve saskinlikla fisildar "Ama nasil olur! Bu kedi cizme giyiyor!!!" Kalp atislari hizlanir, "Acaba ruya mi goruyorum" derken kedi bir sıçrayışta Cansu’nun odasının açıldığı küçük balkona atlar. Ustalıkla atlaması, çizmelerinden birini alt kattaki balkona düşürmesine engel olamaz. Cansu, heyecanla odasına gitmek için masayı iter. Sallanan fincanlardan, beyaz masa örtüsüne sıçrayan çay damlacıkları annesinin ve Fatma öğretmenin gözünden kaçmaz. Fatma öğretmen yüzüne sakladığı gizli bir gülümsemeyle çayından bir yudum alır. Cansu, heyecanını gizlemek için mutfaktan sessizce çıkar. Köşeyi dönünce uçarcasına odasına gider ve kapıyı kapatır. Bir süre kapıya yaslanır ve gözlerini yumar. Yavaş yavaş gözlerini açar. Balkondan yansıyan ışıktan, kedinin içeriye süzülen ve gittikçe büyüyen gölgesine inanamayan gözlerle bakar. Duyduğu seslere de kulakları inanamaz çünkü bu kedi sürekli bir şeyler mırıldanıyordur. İyice kulak kabartınca, onun konuşan bir kedi olduğunu anlar.
    - Hadi nerede kaldın Cansu, daha çok işimiz var. Çizmeyi de düşürdüm, Gordinya’ya kadar tek çizmeyle nasıl gideceksem...O kadar söyledim bu eski çizmelerden sıkıldığımı, bir çift yeni sandaletim olsa daha iyi olmaz mıydı?…
    Cansu, iri mavi gözlerini daha da kocaman açarak, perdeyi aralar. Tek çizmeli kediyle göz göze gelirler. Cansu bakışlarını kaçırır. Çizmeli Kedi, ‘haydi aç kapıyı!’ dercesine elini havada sallarken, bir yandan da saatini geç kaldık anlamında Cansu’ya gösterir. Cansu daha önce duymadığı bir masalın içinde olduğunu düşünerek, şaşkınlıkla kapıyı ona açar. Çizmeli Kedi söylene söylene içeri dalar.
    - Herkes bizi bekliyor,gitmeliyiz, der.
    Bir yandan da Cansu’nun yerde duran yazlık sandaletlerini gözüne kestirir.
    - Bunlar kaç numara, diye sorar.
    Cansu kekeleyerek,
    - Otuzuc der.
    Çizmeli kedinin gözleri ışıldar.
    - İzin verir misin, giyebilir miyim?
    Boş kalan ayağını Cansu’ya gösterirken,
    - Yolumuz çook uzun” der.
    Cansu kafasını onaylarcasına sallar. Çizmeli Kedi bir yandan sandaletleri ayağına özenle giymeye çalışırken, bir yandan da,
    - Herkes bizi Gordinya’da bekliyor. Sen birden ortalıktan kaybolunca Gül seni çok merak etti, der.
    Cansu şaşırmış bir ifadeyle,
    - Beni merak mı etti, der.
    Sesinin tonu yükseldiği için, aniden eliyle ağzını kapatır. Çizmeli Kedi, onları kimsenin duyamayacağını o nedenle endişelenmemesini söyler. Sandaletleri giymiş, olanca rahatlığıyla gerilip esneyerek odayı turluyordur. Sırt tüylerini kabartıp burun deliklerini oynatırken, birden çalışma masasının üzerinde duran cam kavanoza dikkat kesilir. Gözlerindeki keskin bakış ve bıyıklarının heyecanla öne arkaya gidişi Cansu’yu korkutur. Ani bir hareketle, Cansu’nun sahilden topladığı taşları koyduğu kavanoza elini daldırır. İçinden iri bir taşı alır. Kırmızı ışıklar saçan taşı Cansu’ya gösterir. İkisi de büyülenmiş gibi taşa bakar. Üzerinde bir yazı vardır…KABOOM!
    Birbirlerine heyecanla bakarlar. Cansu artık kaçınılmaz bir yolculuğa çıktığının farkına varmıştır. Hem de sandığından çok daha önce… Fatma öğretmenin anlattığı masalın gerçek yolculuğuna …Aynı anda balkona doğru yönelirler. Balkonda onları bekleyen ufak tefek çocuk,
    - Çok vakit kaybettik, Uydurukçubaşı da bizi merak etmiştir.
    Cansu’ya elini uzatır. Sarı saçlarını geriye doğru iterken yorgun ama sevimli yüzü ortaya çıkar.. Cansu tanımadığı bu sevimli çocuğa merakla bakar. Küçüklerin büyükler gibi olmasını, masalların unutulmasını istemeyen Küçük Prenstir karşısındaki. Küçük Prens, balkondaki televizyon anteninin üzerine park ettiği uçağı gösterir.
    -Bir arkadaşımdan ödünç aldım. Çok uzak çöllerden beni buralara kadar getirdi. Şimdi de bizi Gordinya’ya götürecek...
    Küçük Prens zarif bir hareketle öne doğru eğilmiş ve Cansu'ya elini uzatmış. Sıkıca tutmasını, korkmamasını söylemiş. Cansu içine sığamayacağını düşündüğü uçağa adımını atar atmaz rahatça oturabildiğini görünce çok şaşırmış. Arkalarından Çizmeli Kedi de bir fırlayışta binmiş. Elinde kırmızı taşı sıkıca tutuyormuş.
    Uçak hafif bir sarsıntıyla havalanır ve bulutlara doğru yükselir. Cansu hafif korkuyla karışık ama inanılmaz da büyük bir merakla keyif alıyormuş bu yolculuktan. Nereye gittiğini, nasıl geri döneceğini bilmemesine rağmen.
    Bembeyaz pamuk yatağı gibi gözüken bulutların üzerinden giderken birden dururlar. Sanki kocaman yeşil bir yaprağın üzerinde duruyorlarmış.
    - Ne oldu? Küçük Prens burası mı Gordinya? Hiç güzel bir yer değilmiş.
    Diye soruları ardı ardına sıralar Cansu. Çizmeli Kedi ise çok rahatmış. Sanki herşeyi biliyormuş edasıyla etrafını izlemesi biraz da rahatsız etmiş Cansu'yu.
    Küçük Prens:
    - Bu bir Sihirli Fasulye'dir, demiş. Daha önce hiç okumadın mı bu masalı?
    Uçağın üzerinde durduğu gerçekten yeşil bir yaprakmış. Bir zamanlar Jack adında bir çocuğun eşeğini satıp, satın aldığı bir fasulye tanesinin ekilmesi sonucu olmuş. Jack daha sonra bu fasulye sayesinde çok zengin olmuş. Yaşlı anneciğine çok iyi bakabilmiş.
    Küçük Prens:
    - Jack de bizimle gelecek. Gordinya'yı çok merak ediyor. Ayrıca iyi bir arkadaştır. Onu alacağız buradan, demiş.
    Fazla beklememişler. Jack kocaman bir torba ile çıkagelmiş. Cansu biraz şaşkın tabii. Bu küçücük uçağa koca bir torba ile bir kişi daha nasıl sığacak diye. Çizmeli Kedi ise uykulu gözlerle:
    - Süt var mı yanında? diye Jack'e sormuş.
    Jack:
    - Olmaz mı? Anacığım hepimize nefis yiyecekler hazırladı, demiş. ve atlamış uçağa.
    Cansu pek sevmiş aralarına yeni katılan çocuğa. Tüm bu yaşadıklarının rüya olmamasını diliyormuş. Jack'in uzattığı kekten bir parça almış. Enfes üzümlü keki afiyetle bir çırpıda bitirmiş.
    Küçük Prens:
    - Haydi sıkı tutunun. Yolculuğa devam ediyoruz. Yolumuz daha çooook uzun, demiş.
    Cansu başından geçenleri tekrar tekrar düşündü...
    Kraliçe annenin cezasını sonlandırmak için yollara düşen Gül’ü, gizli Gordinya ülkesini, ulaşmaları gereken bilgili anne Matata’yı, Gordinya’ya dönmeye çalışan masal kahramanlarını, yanında oturan prensi, sandaletli kedi’yi, Jack’le karşılaşmalarını..
    Tüm bunları düşünüp dururken… Vucudu ağırlaştı… Gözleri kapanmaya başladı.. Ninni veya maniye benzer bir şeyler duymaya başladı sadece...
    Zaman zaman içinde
    Kalbur saman içinde
    Bir Gordinya ülkesinde
    Masal kahramanları hep birlikte
    Çocukları güldürme niyetinde

    Kırmızı taş çizmeli kedinin cebinde
    “Kabom” yazılı taşın üstünde
    “Yeşim göz” anahtar deliğinde

    Bir varmış bir yokmuş
    Bu masalı tamamlamak
    Çok zormuş…

    Deve tellal iken
    Pire berber iken
    Anne Matata’ya ulaşılmışken
    12 çocuk bulunmuşken

    Herkes ermiş muradına
    Masal kahramanları kitap aralarına
    Unutulmasınlar bu dünyada

    Pireyi deve yaptım
    Masala büyü yaptım
    Üstüne 40 hikaye yazdım
    Çocuklara ne isterlerse
    Onu aldım.
    Cansu uyusun diye bu masalı anlattım.
    Annesi elindeki kitabı kapadı, Cansu’nun baş ucuna bıraktı.. Odanın bir köşesinde sandaletler üstünde uyuyan kediye göz attı ve gülümsedi.. Saat çok geç olmuştu.. Fatma Öğretmen çoktan evine gitmiş, uykudan önce masala devam etmesini isteyen tatlı kızı mışıl mışıl uyumuştu artık…
    Artık; Cansu'nun bedeni o kadar yorgun düşmüştü ki, bindikleri uçakta kendini yatağında uyur gibi hissetti ve derin bir uykuya daldı. Sabahın ilk ışıklarıyla gözünü açtığında gün doğmuştu Jack ve Çizmeli kedi Cansu’ya o kadar derin uyuyordun ki seni uyandırmaya kıyamadık derler. Hala sonunun ne olacağı belli olmayan bir yolculuktadırlar.
    Bir ülke ki, adı sanı duyulmamış; bir ülke ki, kitaplarda adına hiiiiç rastlanmamış; bir ülke ki, ninnilerde ona yer verilmemiş; bir ülke ki, masallar bile onu tanıtamamış...
    Burası GORDİNYA imiş......
    Jack ormanı seyre dalmışken, güzel bir müzik dikkatini çekti. Sanki ormanın oluşumuyla beraber doğmuştu bu müzik. Etrafına baktı ;
    Tüm göl bu müziğe eşlik ediyordu sanki. Jack buna inanamadı. Daha önce nice mutlu göller, mutsuz göller, ışıltılı, bol balıklı, özel kokulu göller gördüyse de bu göl diğerlerinden çok farklıydı.Gölün kenarında kimseye ait olmayan kocaman mı? kocaman bir ağaç vardı… Jack' in duyduğu müzik bu ağaçtan geliyordu kendini iyice müziğin sesine ve etrafın güzelliğine kaptıran Jack arkadaşlarını unutmuştu Cansu'nun seslenmesiyle kendine geldi.
    - Jack iyi misin? Daldın, dedi
    Jack;
    - O kadar mutluyum ki herşey çok güzel.
    Hava yine kararmıştı mola vermek için uçağı yere indirdiler yolculuk çok yorucu geçiyordu. Küçük bedenleri artık bitkin düşmüş, karınları acıkmıştı ve Jack’in annesinin hazırlamış olduğu yemekleri yerken duydukları bir sesle irkilmişlerdi dışarı çıkmaya korkuyorlardı.
    Ve birden uçağın kapılarının açılıp, kendilerini daha az evvel üzerinden geçtikleri müzik çalan ağacın yanındaki gölün kenarında buldular … Müzik herkesin içine huzur ve neşe veren daha hızlı bi ritimle çalıyor, göl ise bir sağa bir sola dalgalarını savurup adeta bu müzik eşliğinde dans ediyordu… Cansu, Prens, Sandaletli kedi ve Jack kendilerini müziğin ritmine kaptırıp dans etmeye başlamışlardıki ağacın arkasında kuyruğu binbir renkte kurdelalarla süslenmiş bir tilki çıkmazmı …
    - Sen de nerden çıktın kimsin sen, demişler
    Tilki;
    - Benim adım, Kurnaz Tilki. Bir zamanlar bir aptal karganın gak demesi umuduyla peşine düştüğüm karga beni bu ağacın başına kadar getirdi. Sonra yolumu kaybedip geri dönemedim. Pekiii sizin ne işiniz var buralarda?
    Jack kendinden emin;
    - Ben anlatayım, der ve tüm olanları kurnaz tilkiye anlatır.
    Kurnaz tilki duydukları karşısında heyecana kapılır ve;
    - Ben de GORDİNYA’ya sizinle gelebilir miyim? Der.
    Ama uçakta hiç yer yoktur. Tilkinin onlarla gidebilmesi için onlardan birini burda kalmaya kandırması gerekmektedir. Herkesin önünden atlayarak çıkan sandalatli kedi :
    - Pekii kuyruğundaki bin bir renkteki kurdaleleri nerden aldın?
    Kurnaz Tilki.
    - Gölün diğer ucunda yaşlı mı yaşlı bir nine oturur. Ona, odun kıracak, su taşıyacak kimsesi yoktur, ona yaptığım her yardım için bana bir kurdela takıyordu.
    Sandaletli kedi hevesle ve merakla.....
    - Pekiii ben yardım edersem benim kuyruğumu da süsler mi?
    Kurnaz tilki:
    - Sen git bir sor ama unutma burda herşeyin oluşmasını sağlayan başka birşey vardır, bunlardan hepsinden isteyerek ancak alabilirsin.
    Sandaletli kedi arkadaşlarından ayrılmayı hiç istemese de bir kere tilkinin kuyruğundaki kurdelaların güzellğiyle büyülenmiş ve yeni sandaletleriyle birlikte bu süslerle imaj yapmayı kafasına koymuştur.
    Sandaletli kedi hiç zaman kaybetmeden yola koyulur ve uzun bir yolculuktan sonra yaşlı nineyi bulur .
    - Nine, nine ne olur benim de kuyruğumu süslee..
    Nine :
    - Git bana önce bir kazan süt getir ki süsleyeyim senin de kuyruğunu.
    Sandaletli Kedi :
    - Koyun, koyun ne olur bana biraz süt veeer.
    Koyun:
    - Git bana ot gerir ki sana süt vereyim.
    Sandaletli kedi :
    - Toprak, toprak ne olur bana biraz ot veeer.
    Toprak :
    - Git bana su getir ki sana ot vereyim.
    Sandaletli kedi:
    - Çeşme, çeşme ne olur bana biraz su veeer.
    Çeşme :
    - Git paşanın kızını getir başımda oynasın ki bende sana su vereyim...
    Çizmeli kedi :
    Cansu çizmeli kedinin cevabını merakla beklerken, uzaklardan bir ses duydu...
    - Canııım, haydi uyan okula geç kalacaksın yoksa.
    - Biraz daha n'olur annecim en heyecanlı yeriydi...Dedi ama mecburen kalktı.
    Birden aklına muhteşem bir fikir geldi. Madem masalla gerçek hayat bu kadar yakındı, neden olmasındı. Heyecanla üstünü giydi. kahvaltısını yaptı. Bir an önce okula gidip Zeynep öğretmenle konuşmalıydı. Annesini öpüp servise koştu.
    Okula geldiğinde hemen öğretmenler odasına koştu. Zeynep öğretmen ders için son hazırlıklarını yapmaktaydı.
    - Girebilr miyim öğretmenim? dedi.
    - Gel bakalım Cansucuğum. Günaydın. Nasılsın?
    - Çok heyecanlıyım öğretmenim. Aklıma çok güzel bir fikir geldi. Sizinle paylaşmak istedim.
    Cansu tek tek düşündüklerini anlattı. Zeynep öğretmen:
    - Tebrik ederim seni Cansucuğum. Derste bunları diğer arkadaşlarınla da paylaşalım. Ben de diğer öğretmenlerinize anlatırım. Bugün okul çıkışı uygunsa velilerinizle de konuşup uygulamaya koyalım fikrini.
    Çok heyecanlanmıştı Cansu. İlk kez okulun hemen bitmesi için saat sayıyordu. Zeynep öğretmen teneffüste gereken izinleri almıştı. Diğer arkadaşları ve öğretmenler de coşkuyla karşılamışlardı onun fikrini.
    Okul çıkışı toplandılar. Zeynep öğretmen bir arkadaşından minibüsünü getirmesini rica etmişti. Binanın önüne geldiklerinde heyecanları kat kat artmıştı. Kapıyı orta yaşlı hoş bir bayan açmıştı. Onları güleryüzle içeri davet etti. Odasına aldı.
    - Hoşgeldiniz hepiniz. Zeynep öğretmen arayıp ziyaret etmek istediğinizi söyleyince çok memnun oldum.
    - Ziyaret sebebimiz şu. Biz burada sizin yurdunuzda kalan küçük yavrularımıza kardeş olmak isteyen öğrencilerimizi getirdik. Onlarla sohbet edecek, kitap alışverişinde bulunacak, keyifli vakit geçireceğiz, dedi Zeynep öğretmen.
    - Çok teşekkür ederiz, sizin gibi kardeşleri olmasını kim istemez ki...
    O sırada kapı çalınmadan açıldı. 4-5 yaşlarında sevimli mi sevimli, cin gibi bir kız çocuğu daldı içeri.
    - Matata... Ali topumu geri vermiyo...
    - MA-TA-TA MI? dedi Cansu şaşkınlıkla bağırarak..
    - Şaşırmakta haklısın ama ismim MAKBULE TATARİ. Onlara zorluk olmasın diye genç kızlığımda arkadaşlarımın bana taktığı lakabı öğrettim onlara. Daha çok hoşlarına gidiyor.
    Cansunun başı dönmeye başlamıştı. Bu kadarı da fazlaydı...
    Gercekten olabilir miydi?. Makbule Tatari aslinda Matata miydi?. Amaaan öyleyse bile ne olmuşki? Nasilsa herşey birbirine karişmişti bugün. Masali hic dusunmemeye karar verdi Cansu. Asil amaclari aklina geldi. Yurttaki cocuklarla güzel bir gün gecireceklerdi. Zeynep öğretmen belli bir program hazirlamamişti. Istediği, cocukların kaynaşıp kendi kendilerine eğlenmeleriydi. Cansu kendi yaşlarinda olan bir grup cocukla “kutu kutu pense” oynamaya baslamisti. Diğer cocuklarda kendilerince oyunlar kurmuşlardi. Her köşeden bir ses cikiyordu; “yağ satarim bal satarim…”, “hu hu komşu komşu oğlun geldi mi?”
    Makbule hanim ile Zeynep öğretmen hem caylarini yudumluyor hemde sohbet ediyorlardi. MATATA yani Makbule hanim Zeynep öğretmene;
    - Aslinda bizde sizi bekliyorduk, dedi.
    - Nasil yani, dedi Zeynep öğretmen şaşkin bir ifade ile.
    - Buradaki cocuklar kimsesiz cocuklar. Biz onlarin mutlu olmalari icin elimizden geleni yapiyoruz. Ancak dişardan birileri gelip bu cocuklarla ilgilendikleri zaman, bu cocuklar cok daha mutlu oluyorlar. Bugun cocuklar cok mutlu oldular gelisinizle. Sizinde bizimde amacimiz buydu zaten degilmi?
    Zeynep ogretmen bir kez daha sasirir. Makbule hanimin konusmalari ona bir sey hatirlatir gibi olmustur. Ama dikkati cocuklarin gulucukleri arasinda yeniden dagilir.
    Ikinci cay fincanlarini doldurup gelen Makbule Hanim sekeri uzatirken , Zeynep ogretmene
    - Cok tesekkür ederiz size, cocuklari cok mutlu ettiniz.
    - Zeynep öğretmen o sirada oyun oynamaktan yorgun düşmüş, ellerinde limonta ve kurabiye, yuzlerinde hos tebessum olan cocuklari seyrediyordu. Gercekten cok mutlu gorünüyordu hepsi. Sonra Makbule hanima donerek
    - Siz teşekkürü bana degil, Cansu’ya etmelisiniz. Cunki, bu fikir onundu.
    - Şu kiz, dedi Makbule hanim. Cansu o degil mi? Parmağiyla Cansu’yu gostererek .
    - Evet, dedi Zeynep öğretmen.
    Tam o sirarada Cansu da Makbule hanima bakmaktaydi. Göz göze geldiler. Ve Makbule Tatari Cansu’ya sarıldı.
    - Teşekkür ederim yavrum bize büyük mutluluk yaşattın.
    O anda yanlarına Ali Öğretmen geldi. Zeynep öğretmene:
    - Çocuklara masal kitaplarını dağıttık. Çocuklar bir masal okumam için ısrar ediyorlar. Ne dersiniz?
    Zeynep öğretmen Makbule hanıma baktı. Makbule hanım:
    - Tabi hepimiz bundan çok zevk alırız. Ben çocukları büyük salona toparlayayım.
    Zeynep, Fatma, Ayşe, Ahmet Öğretmen, Cansu, Banu, Rüzgar ve tüm çocuklar, Ali öğretmenin yanına oturarak bir daire oluşturdular. Ali öğretmen masal kitabını açtı.
    Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde, kalbur saman içinde develer tellal iken pireler berber iken ben ninemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, yaşlandıkları için sahipleri tarafından kovulan eşek, köpek ve kedi varmış. Bu üç arkadaş biraraya gelip, Bremen Mızıkacıları adında bir müzik grubu kurmuşlar. Bu kararı uygulamak için yola koyulmuşlar, yolda bir horozla karşılaşmışlar.
    Üzgün ve düşünceli buldukları horoza ne olduğu sormuşlar. Horoz sahibinin bu akşamki ziyafette onu yemek yapacağını duyduğunu, söylemiş. Bizim 3 kafadar horozu da gruplarına katmışlar.
    Horoz sevinçten:
    - Kuk ku ri kuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu, diye ötmüş.
    Dört arkadaş yola koyulmuşlar. Bizim dört kafadar, güzel ormanda kendilerine bir ev yapmışlar. Ara ara şehre gidip müziklerini yapıp, geçimlerini sağlıyorlarmış.
    Son M.A.K.İ.D. Toplantısı Bremen Mızıkacılarını düşündürür olmuş. “Uydurukçu başı’nın dediğine bakılırsa, masallarımızla birlikte yok olma tehlikemiz olması kötü”, diye aralarında konuşurlarken; kapı çalmaya başlamış, kedi hemen:
    - Mır mır..........kimdir mır, diye seslenmiş.
    - Mır mır ben çizmeli kedi, açın, demiş.
    Telaşla hepsi kapıyı açmışlar. Çizmeli kedi:
    - Arkadaşlar, yeşim göz bende. Tüm arkadaşlar bizi bekliyor, hadi gidelim.
    Ormanda toplanan tüm masal kahramanları ve Gül, çizmeli kedinin yeşim gözüne dokunup, hep birlikte;
    - KABOM!!!
    Demesiyle göğe yükselen kapı belirmiş ve içeri girmişler.
    Büyük bir masanın baş köşesinde Perilerin başı Berlina, yanında Uydurukçu başı, Matata ve 12 çocuğu da ordaymış.
    Berlina sihirli değneğini havaya kaldırıp:
    - Mutluluk ve tebessümler adına, tüm gülücükler çocukların olsun.
    İlk Bremen Mızıkacıları söz almış.
    - Bizim aklımıza bir fikir geldi. Tüm çocuklarımıza masallarımızda hem düşündürecek ve hem güldürecek şarkı ve tekerlemeler söylemek istiyoruz.
    Berlina:
    - Tamam bir tane söyleyin, hep birlikte dinleyelim.
    Önce horoz başlamış şarkıya sonra kedi, köpek ve eşek katılmış.
    - Kuk ku ri kuuuuuuuuuu günaydın, günaydın. Gündoğdu hadi uyan arkadaş
    - Miyav miyav miyav kahvaltıda içelim sütümüzü, yiyelim ballı ekmeğimizi,
    bir de rafadan yumurtamızı…
    - Hav hav hav hadi gidelim okulumuza, unutmayalım çantamızı, bir de gülümseyerek güne başlamayı.
    - Aiiiiiiiiiiiiiiiii aiiiiiiiiiiiiiiiiiii aiiiiiiiiiiiiiiiii
    aman dikkat arkadaş,
    yaya geçidinde geçerken
    Önce sağa, sonra sola bak,
    öyle geç.

    nakarat(Hepsi birlikte)
    Biz hepimiz arkadaşız,
    Hep birlik olmalıyız,
    Büyüklerimizin sözünden hiç çıkmamalıyız.
    Herkes şarkı sonu sevinçle alkışlamış.
    Hansel ve Gratel el kaldırmış, Berlina:
    - Söyleyin çocuklar.
    - Biz de masallarımızda değişiklikler yapmak istiyoruz. Tüm sebze, meyve ve diğer besin gruplarını; oyun ve el becerileriyle ele alsak. Hem çocukları eğlendirmiş hem de bu arada faydalarına da değinmiş oluruz. Mesela: Değişik makarnaları çeşitli renklerle boyayıp, ortasından ip geçirip kolye yapabiliriz. Ev ortamında sadece bir kaba pamuk ve suyun içine fasulye koyup, bir fasulyenin büyümesinin gözlenmesini öğretebiliriz. Hatta diğer sebzelerle oyunlar bulabiliriz.
    Pamuk Prenses...birden!
    - Benim de bir fikrim var ama beğenmeyeceğinizden korkuyorum.
    Diğer masal kahramanları:
    - Çekinme anlat, hem ne kadar fazla fikrini söyleyen olursa o kadar iyi olur.
    Pamuk Prenses:
    - Öyleyse anlatayım. Bütün çocuklara bebek hediye edelim. Bu bebeklerin çok güzel olmaları şart değil. Ailelerinizin anlattıkları masalları onlar da bebeklerine anlatsın. Böylece masalları hem unutmamış olurlar hem de kendileri de masallara bir şeyler katar ve hayal güçleri daha da gelişir. Bu tabiki benim fikrim. Beğenir misiniz bilmem.
    Çizmeli kedi:
    - Bu çok güzel bir fikir ama bebekleri çocuklara nasıl ulaştırabiliriz ki?
    Keloğlan:
    - Benim aklıma bir plan geldi demiş. Arkadaşlar 23 Nisan yaklaşıyor. Bu, çocukların en sevinçli günleri. Onlara bu hediyeyi 23 Nisan’da ulaştıralım. Böylece bu plan daha güzel bir boyut alır.
    Perilerin başı Berlina:
    - Bu iki fikri de ben çok beğendim. Eğer hepiniz de kabul ederseniz uygulayalım bunu.
    Uydurukçubaşı da söze atlamış.
    - Bence de çok güzel bir fikir. Madem bu çocuklar masallarını unutmuşlar, kimse artık masal anlatmaz olmuş onlara, bebeklerle beraber masallarımızı da hediye edelim...
    Ali öğretmen gözlerini kitaptan kaldırdığında bütün çocuklar merakla ona bakıyorlardı. Acaba masalın devamı nasıl gelecekti... Bebekler ve masallar çocuklara nasıl gönderilecekti. En çokta Cansu heyecanlıydı. Çünkü o masalla gerçek arasında bir yerlerde hissediyordu kendini. Sanki uyuduğunda o masalın içine kendi de giriyordu...
    Ali öğretmen devam etti...

    Uydurukçubaşı:
    - Benim söylemek istediğim birşey var. Masallar diyarından bir temsilci seçeceğiz. çocukların diyarında da bir temsilci seçeceğiz. MATATA bizleri çok kısa bir süreliğine bir araya getirecek ve o sırada biz çocuklara hem masallarını hemde hediyelerini vereceğiz demiş.
    Keloğlan atılmış;
    - Peki bunu nasıl yapacak MATATA? Bizim çocukların dünyasına girmemiz çok zor. çünkü artık masalları okuyan kimse yok ki...
    Uydurukçubaşı gülümsemiş.
    - Meraklanma. Benim aklımda biri var bile… Masalları okumuyorlar belki ama rüyalarında bizi görenler var ve o kişiyi burda bazı arkadaşlar tanıyor. Şimdi karar vermemiz gerek. Bizim temsilcimiz ve çocukların temsilcisi kim olsun?
    Küçük Prens söze atladı.
    - Buldummmmmmm.........! Kimden bahsettiğinizi anladım efendim. O kişi uçağımla buraya getirdiğim küçük kız olmalı, çünkü hem çok akıllı, hem de masalların bizim için ne kadar önemli olduğunu anlayan ilk çocuk…
    Bu söz üzerine kızarıp bozaran Cansu yavaşça ayağa kalktı. Tüm masal kahramanları, Matata ve oniki çocuk ona bakarken şöyle dedi:
    - Çok haklısınız, masalsız bir şehirde yaşıyorum, hepiniz giderek unutulmaya başladınız. Sizin verdiğiniz umut, neşe, sevginin yerini kötülük aldı. Çocukların iyiliği, hep gülmesi için verdiğiniz görevi kabul ediyorum. Ne yapmam gerekli? Söyleyin yapayım.
    Bu sözler Uydurukçubaşı dahil herkesi o kadar mutlu etti ki, ortalık kahkahadan, alkışdan geçilmez oldu. Utangaç cüce bile kırmızı yanaklarıyla gelip Cansu'yu kucakladı. Karar alınmıştı. Önemli olan bundan sonra ne yapılması gerektiğiydi... Uydurukçubaşı söz aldı.

    - Peki o zaman, bu güzel kızımız, masallarla gerçek dünya arasındaki bağlantımız olacak… Anlatılan her masal bizi biraz daha güçlendirecek, her adımız anıldığında Matata'nın çocukları mutlu olacak. "

    Gül sevinçten zıp zıp zıplıyordu. Sonunda annesi hep gülecekti.

    Keloğlan, Pamuk Prenses ve Yedi cüceler, Jack, Hansel ve Gretel, daha akla gelen gelmeyen herkesin çevresinde parlak bir ışık oluşmaya başlamıştı bile..

    Umudun ve neşenin ışığıydı bu…
    Uydurukçubaşı tekrar seslendi:
    - Sevgili dostlarım, o zaman vaktimiz çok azaldı. Bir an önce hazırlıklara başlamalıyız. Her birimize görevler düşüyor, heyecandan ölmek üzereyim. Herkes kendi üzerine düşen masalı hazırlasın.
    Cansu kızın mutluluktan yanakları al al olmuştu, çok heyecanlanmıştı. Bütün arkadaşlarına 23 Nisan günü masalları kendisi verecekti. Nasıl olmuştu da masal dünyasının içerisine girebilmişti, önceden doğru dürüst masal bile bilmiyordu. Ne kadar olağanüstü bir yerde olduğunu düşündü tekrar. Etrafına bakındı, bütün masal kahramanları bir yerlere koşuşturuyorlar, heyecan içinde ordan oraya gidip geliyorlardı. Ellerinde rengarenk fiyonklar, hediye paketleri, masal kitapları..

    Önceden ne kadar keyifsiz akşamlar geçirdiğini düşündü bir bir. Televizyonun başında geçen gereksiz saatler, birbirinden kötü şiddet içeren vurdulu kırdılı çizgi film adındaki zararlı programlar. Oysaki, burası çok güzeldi, masal kahramanların hepsi birbirinden sevimli, yardımsever, iyi yürekliydiler.

    Uydurukçubaşı seslendi;
    - Cansu, Cansu çabuk buraya gel, sana birşey göstereceğim. Bak ben bir hikâye yazdım. Herkes gibi ben de kendi üzerime düşen masalı sonunda bitirdim. Sana okumamı ister misin Cansucuğum.
    Cansu ise çok sevinçli bir ifade ile cevap verdi.
    —Harika ben daha başlamadım bile. Lütfen okur musun? Bana da ilham kaynağı olursun.
    Uydurukçubaşı başlamış hikâyesini anlatmaya;

    - Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, her tarafı denizlerle kaplı, dört ayrı mevsimin yaşandığıö her tarafı yemyeşil bir ülkede kimsenin bilmediği balta girmemiş bir ormanda bir baba oğul yaşarmış.

    Bu ormanda baba ve oğlu çok mutlu bir o kadarda huzurlu yaşıyorlarmış.
    Tek katlı ağaçtan yaptıkları evlerinin arkasında birkaç tane tavukları ve minik yavruları olan koyunları varmış. Babanın adı Şaban oğlunun adıda Çınarmış. Baba Şaban oğlunu eşinin bir çınarın altında doğurduğu için oğlunun adını çınar koymuş. Bu Çınar ağacının hem iyi hem de kötü anıları varmış. Çünkü bu çınar ağacı küçük çınarı dünyaya getirirken annesini de bu ağaç altında ölümüne tanık olmuş.

    Günlerden bir bahar sabahı, Çınar her zaman olduğu gibi erken kalkmış babasına yardım etmek için ormandan küçük çalı parçaları toplamaya gitmiş. Ama geç kalınca, Baba Şaban meraklanamaya başlamış;

    ”Çınar bu ormanda büyüdü, her yeri bilir acaba başına bir şey mi geldi “ diye mırıldanmış. Aradan biraz daha süre geçince Şaban baba oğlunu bulmak için ormanın derinliklerine yola koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş dere tepe düz gitmiş Çınardan hiç ses yok. Bakmış olacak gibi değil. Baba Şaban eve doğru geri dönmeye başlamış. “umarım çınar ben yokken eve dönmüştür” diye de umud etmiş içinden.

    Eve geldiğinde ne görsün. Çınar evde ve yanında minik bir ayı yavrusu. Bacağı sarılmış biçimde yerde yatıyor. Çınar ve ayı yavrusu derin bir uykuya dalmışlar. Baba Şaban bu manzaranın ne kadar güzel olduğunu görmüş görmesine de; “bu minik ayının annesi kesin arıyordur bunu. Anne yüreği çok özlemiştir. Bir an önce bu yavruyu annesine götürmemiz gerekir” diye düşünmüş. Hemen çınarı uyandırmış.
    —Çınar yavrum nerdeydin? Çok merak ettim seni. İyi misin?
    Çınar da;
    - Ben çok iyiyim babacım ama arkadaşım bacağından yaralanmıştı, onu öylece bırakamazdım. Bacağına ok saplanmış. Sanırım bir avcı vurmuş. Çalıların arasında çalı toplarken sesini duydum. Bacağındaki oku çıkardım. Çok kan aktı. Gömleğimi yırttım, bacağına sardım. Gömleğim için cok üzgünüm babacığım, lütfen kızma, arkadaşıma yardım etmem gerekiyordu. Sonra çalılardan bir sal yaptım eve kadar sürükleyerek getirdim. Seni evde göremeyince benim için endişelendiğini anladığım ve evden dışarı çıkmadım. Çok yorulmuşuz sanırım, uyuya kaldık ikimizde.

    Baba Şaban ise oğlunun bu davranışından çok etkilenmiş, gözlerinden yaşlar dökülerek oğluna seslenmiş.
    — Çınarcığım seninle gurur duyuyorum. Hayvanları bu kadar çok sevdiğini bilmiyordum. Bu davranışından dolayı seni kutluyorum. Ama benim seni merak ettiğim gibi arkadaşının annesi de yavrusunu çok merak etmiştir. Bu minik yavruyu annesine götürmeliyiz.
    Çınar babasının söylediklerini anlamış ama arkadaşından hiç ayrılmayacağını sanıyormuş. Ayrıca bir çocuğu annesinden ayırmanın ne kadar üzücü olduğunu kendisinden daha iyi kimse bilemezmiş.

    —Tamam babacığım hemen arkadaşımı annesine götürelim, özlemesin. Kimse annesiz, anneler de yavrularından ayrı kalmasın.

    Tam bu sırada dışarıdan cok şiddetli bir kükremeye benzeyen bir sesle korkmuşlar. Baba Şaban dışarı bir bakmış ki.... Ne görsün? Heybetli gövdesiyle ayakları üzerinde dikilmiş, gözlerinden sanki alevler çıkan , kahverengi yer yer içinde boz renkler olan parlak kürküyle, pençeleri nerdeyse evlerindeki sobanın genişliğinde, tırnakları sivrimi sivri bir ayı…

    Baba Şaban hemen anlamış bunun yavrusunu aramaya çıkan anne ayı olduğunu. Ama yıllardır ormanda yaşamış birisi olarak bir şeyi daha iyi bilirmiş. “ yaralı veya yavrusunu kaybetmiş bir ayıdan daha tehlikelisi de yoktur”… İçi ürpermiş korkudan. Çınar’ a korkusunu belli etmek istemiyormuş ama aynı zamanda kafasında binlerce düşünce ne yapacağına karar vermeye çalışıyormuş. Ne ayıya zarar vermek istiyor, ne de kendi ve oğlu zarar görsün istiyormuş…
    Yine de yıllar önce dedesinden kalan çift kırmalı tüfeğini eline almış. Tüfeği yıllardır bakımını yapmak dışında eline almadığı ve hiçbir canlıya karşı kullanmadığı için de çok üzgünmüş.

    Derken birden anne ayının gözlerinde ki kıvılcımların sönükleştiğini görmüş. Kükremesi ise aynı zamanda iniltiye benzer bir sesteymiş… Elinde tüfek tekrar camdan baktığında anne ayının sendelemeye başladığını ve birden koca gövdesiyle evin önündeki kıştan kalan odunların üstüne düştüğünü görmüş..

    Çınar da bu arada babasıyla, gözlerinde dehşet ve korku camdan anne ayıyı izlemekteymiş.

    - Babacım, anne ayı ölüyor, görmüyor musun? demiş Çınar.

    Baba bir anlık şaşkınlıktan sonra fark etmiş anne ayının sırtındaki okları. “Demek ki avcılar anne ayıyı da vurmuşlar” diye düşünmüş... Ne yapacağını bilemeden odanın içinde amaçsızca dönmeye başlamış… Kan ter içinde kalmış. O an kapının orada durmakta ve pençeleriyle kapıyı vuran yavru ayıyla göz göze gelmiş… ”Yavru ayının gözlerinde yaşlar mı var? Yoksa bana mı öyle geliyor?”diye düşünmüş… Ama yavru ayıdan duyduğu ses gayet netmiş. Yavru ayı resmen ağlamaklı bir sesle sanki “kapıyı aç “ diye yalvarıyormuş…

    Baba Şaban orada, o anda kararını vermiş ve Çınar’a evde kalmasını söyleyerek kapıya yönelmiş.

    Dışarıya çıktığında, Anne ayıya doğru sessizce yürümeye başlamış. Tam o anda…
    Avcilardan biri cikmis ortaya, Saban, Anne ayiya dogru giderken avci:
    - O bizim, cekil git.
    Saban, elindeki tüfegi göstererek:
    - Eger hemen gitmezsen basina gelecekleri bir düsün.
    Avci ürkmüs ve hemen ayrilmis oradan. Saban, Anne ayinin yanina gitmis. Sirtindaki oklari cikarmis, yarasini sarmis.
    Cinar ve yavru ayi da gelmis. Anne ayi yavrusunu kucaklamis gözleri dolu dolu. Cinar ve Saban'da cok duygulanmis bu manzara karsisinda. Bir süre misafir etmisler onlari, Anne ayi iyilesmis ve ayrilma vakti gelmis artik.
    Cinar cok üzgünmüs, “gitmeseler, keske burda bizimle kalsalar” diyormus icinden ama er yada gec gideceklerinin farkindaymis ve yapacak bir sey yokmus.
    Anne ayi yavrusunu da alip yola koyulmus. Saban ve Cinar da üzgün üzgün evlerine dogru giderken, yolda bir agacin hemen yaninda bir paket görmüşler.
    Cinar hemen paketi alir, büyük bir heyecanla acar. Bir de ne görsün. İcinde oyuncak bir ayi ve kocaman bir masal kitabi.
    Cinar ve babasi Saban cok sasirirlar. Çünkü ormanda onlardan baska kimse yoktur ve Cinar'a hediye alacak kimsede yoktur. Saban düsünceli bir sekilde eve girer. Cinar ise kapinin önünde oyuncak ayisiyla oynarken birden sevimli güzel bir kiz cikar karsina. Çinar:
    - Sen kimsin?
    Güzel kiz:
    - Benim adim Cansu. Sana bu hediyleri biz verdik.
    - Siz mi, senden baskasi da mi var?
    Cansu olanlari kisaca anlatir. Cinar saskin saskin Cansu'yu dinlerken, babasi ;
    - Cinaarr nerdesin? diye seslenir.
    Bir anda Cansu yok olur. Cinar babasinin yanina gidip herseyi anlatir. Babasi Cinar’in hayal kurdugunu düsünür ama Cinar'a belli etmez.
    Cinar o gece oyuncak ayi ile birlikte yatagina yatar ve babasindan masal kitabini okumasin ister. Baba Saban da büyük bir zevkle kitabi okumaya basalar ve tam o sirada bir ses duyarlar. Baba Saban ve Cinar cama dogru gider, perdeyi aralar ki ne görsünler. Cinar ve Baba Saban gözlerine inanamazlar. Karsilarinda Cansu ve masal kahramanlari…
    Cinar babasina;
    - Bak gördün mü baba, Cansu ve arkadaslari gelmis.
    Baba ogluna inanmamis hayal kurdugunu sanmisti. Onlari görünce cok sasirdi ve utandi. Allah'tan ogluna belli etmemisti.
    Cinar ve Saban disari cikar ve bildikleri, bilmedikleri bütün masal kahramanlarını karsilarinda görünce çok şaşırlar... Çınar babasına bakarak
    - Sana demiştim baba.
    Baba Şaban hala olanları anlamış değildir. Hayretle masal kahramanlarına bakmakta, kendisini hayal dünyasında sanmaktadır. Cansu Baba Şaban’ın halinden anlamış olacak ki yanına yaklaşıp bütün olanları anlatmış. Çınar ve babası Şaban`la vedalaşıp masalların unutulduğu, artık okunmadığı başka yerlere doğru yollara düşmüşler.
    Uydurukçubaşı Cansu`ya dönerek;
    - Söyle bakalım nasıl buldun masalımı?
    - Çok beğendim çok güzeldi, bana da ilham verdin. İzin verirsen ben de sana masalımı anlatmak istiyorum.
    Heyecanla ve başlamış anlatmaya.
    Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde uzak diyarlarda güzel mi güzel, şirin mi şirin, sarı şaçlı, mavi gözlü çıtı pıtı bir kız yaşarmış. Adı Melismiş. Melis bütün gün kırlarda dolaşır, çiçek toplarmış. Mutlu ve mesut günlerini geçirirmiş de tek üzüntüsü….
    Bütün sevinç ve neşesine rağmen gün olur hüzünlenir, söğüt ağacına yaslanıp derin derin iç çekermiş. Yıllardır tüm kasabalının sevinç kaynağı bu dünyalar şirini küçük kızı hüzünlü saatlerinde kimseler teselli edemezmiş. Doğduğu günden beri herkes ona ayrı bir ilgi gösterse de bir tarafı her zaman ezik olan küçük kızın en büyük eksikliği annesinin olmayışıymış.
    Aslında bir ailesi bile yokmuş, çünkü kasabalı onu söğüt ağacının dibinde bir sepetin içerisinde sarılı bulduğunda o henüz birkaç aylık bir bebekmiş. Ailesinin kim olduğu hakkında en ufak bir bilgi bulunamamış. Minik bebek bulunduğunda yanında sadece yumruk büyüklüğünde üzerinde belli belirsiz 8 yazılı cilalanmış bir taş varmış.
    Kasabanın yetimleriyle beraber yetişen küçük kız gün geçtikçe büyümüş, büyüdükçe insanların sevinç kaynağı olmuş. Bir şey varmış ki o da her ayın son üç günü içine hüzün çöken güzel kızı kimselerin teselli edemiyor olmasıymış.

    Küçük kız bulunduğu gün yanındaki taştan habersizmiş, ama yetimhane müdiresi kızın daha o günlerden gerçek kimliği hakkında detaylı bilgiler vereceğini umduğu taşı özenle saklamış.
    .....................

    devamı altta

  2. #2

    Re: bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    Müdire Hanım, küçük kız 8 yaşına geldiğinde taşı ilk koyduğu gün ki yerinden çıkarıp vermek istemiş ama taşı almak için dolabı açtığında gördüğü şeye inanamamış, bu taş o taş değilmiş. Biraz daha ufak ama daha keskin hatları olan iki ayrı taş varmış. Ne yapacağını bilemez bir halde dolanıp dururken artık taşları sahibine vermek gerektiğini düşünmüş. Yetimhane görevlilerinden birini yanına çağırıp küçük kızı getirmesini söylemiş. Tüm kasabalının çok iyi bildiği gibi ayın bu son günlerinde kızı Büyük söğüt ağacının altında oturur halde bulmuş.

    - Melis, seni Müdire Hanım istedi, odasında bekliyor.

    Sessizce yerinden kalkan kızın içinde garip bir his ve kulağına gelen ama ne olduklarını anlayamadığı sesler varmış. Ayaklarında ise bir ağırlık, bir şey sanki ‘gitme’, başka bir şeyde ‘yürü’ diyormuş. Ayağa kalktığında sendelemiş. Birkaç adım atmışken tekrar durmuş, kulağına gelen sesler kafasının içinde savaş halindeymiş. Sürekli konuşuyor ama hiç bir şey anlaşılmıyormuş.

    -Vıdı vıdı vıdı vıdı....

    Tepeden aşağı inerken tek duyduğu şey seslerin daha şiddetle,
    -Gel, Gel... git, git, demesiymiş.

    Yetimhaneye yaklaştıkça sesler kulaklarından taşıyor gibi kulaklarını kapatmış, çıldırmak üzereymiş. Müdirenin odasının önüne geldiğinde sesler birden kesilmiş. Bir an durmuş ve seslerin kesildiğini fark edince kendine gelmiş, kapıyı tıklatmış.

    Müdire Hanım, geniş, sabahtan havalandırılmış, mis gibi leylak kokan ferah odasında Melis’i biraz kaygılı ama sakin görünmeye çalışarak beklemekteymiş.

    -Gel evladım, otur bakalım.

    Sessizce gösterilen yere oturan Melis, Müdire Hanımın neden kendisini çağırttığını merak ediyormuş. Müdire Hanımın arkasında açık olan pencereden içeri doğru tatlı tatlı kayan leylak dallarının hışırtısı ve esen yelin yüzünü yalayarak geçmesiyle oturduğu yerde bir an için gözleri kapanmış. Gözlerini tekrar açtığında oturduğu yer Müdire Hanımın odası değilmiş. Karşısındaki de Müdire Hanım değilmiş.

    -Hoş geldin Kızım, demiş Müdire Hanımdan oldukça yaşlı kadın.
    -Vakit geldi, şimdi vazifeni yapmak için buradasın!

    Küçük kız çok şaşırmış, neler olduğunu anlayamıyormuş.

    Şaşkınlıkla kendisine bakan kızı daha fazla yormamak için kadın konuşmasına kaldığı yerden devam etmiş.

    -Şimdi bana hiç soru sorma, sadece dinle. Çünkü konuşmam bittiğinde sen tüm sorularına cevap bulmuş olacaksın... Ben bir elçiyim; sana, seni almak için gönderildim. Masallarını unutan çocukların yaşadığı bir dünya var ve bu dünyayı çocuklar için daha güzel yapmak isteyen insanlar var. Ben masallar diyarı Gordinya’dan geliyorum. Masal kahramanları çok zor durumda. Eskiyen ve ilgi görmeyen masallar artık çocuklar tarafından unutulmaya başlandı. Bu gidişatı değiştirmek isteyen tüm masal severler bir araya geliyor ve herkes kendisine düşen görevleri yerine getirmeye çalışıyor. Kim ki kendine düşen görevi başarıyla tamamlayabilirse masallar ölmeyecek ve çocuklar hayaller dünyasından gün be gün uzaklaşmayacak. Herkese bir görev düşüyor. Senin görevin ise Matata’nın oniki sevimli çocuğunu mutlu ederek Gül’ün annesinin üzerindeki mutsuzluk büyüsünü bozmasına yardımcı olmandır.
    Neden sen dersen eğer, çünkü sen yaşadığın kasabada onca zor hayatına rağmen yani ailesiz bir hayata rağmen gülen gözlerle dünyanda mutlu olmayı bildin ve insanlara da aşıladın bu mutluluğunu. İşte bu yüzden sen seçilmiş birisi olarak masallar diyarında cok işe yarayacak bir kişisin.
    Sen bulunduğunda yanındaki taş ise senin masallar diyarına geçiş anahtarın. Taş, sekiz yaşına bastığın gün ikiye bölündü. Birisi senin iyi tarafın diğeri ise kötü tarafın. Her ikiside kendilerini düşen görevi yerine getirmeye çalışıyor. İyi tarafını ayakta tutmakla görevli taş senin bu görevde seçilmene yardımcı oldu. Aslında sen ona yardım ettin, iyi ve güzeli tercih ederek. Kötüye yardım eden taş ise biraz kızgın. Bu nedenle sürekli konuşup seni şaşırtmaya çalışıyor. İkiye bölündüğü günden beri de sesi daha çok çıkıyor. Onu yok edemezsin ama susturabilirsin. Bunu da her zaman doğru ve güzel işler yaparak başarabilirsin.
    İşte bu nedenle artık görevini yapmak üzere seni çağırıyorum, Hoş geldin masallar diyarına....
    Melis bu anlatılanlar karşısında yaşlı kadına öylece bakakalmışdı…

    Matata ve oniki çocuk mu? Biz de burada oniki kişiyiz diye düşündü, yetimhanede oniki kimsesiz çocuk ve Makbule teyzemiz de var MATATA o mu?.. Hayır, hayır olmaz dedi.... Kendinden emin olmayarak... Gül ve mutsuz annesi mi? Bunlarla benim ne ilgim olabilir diye düşünürken her ayın sonunda kendini söğüt ağacının altına çağıran o gizemli sesi hatırladı…

    Melis, Melis, buraya gel seni çok özledim..diyen ona saatlerce masallar anlatan o gizemli sesi....

    Her ayın son günlerinde Melis yatağından kalkar kalkmaz trans halinde, terliklerini bile giymeden geceliğiyle söğüt ağacının altında, yumuşak sevgi dolu bu ses tarafından çağırılır, anlattığı masalları dinlermiş. Bu dinlediği masallar yaşlı kadınının bahsettiği masal kahramanları olmalıymış… Şimdi benden yardım istiyorlar diye düşünmüş Melis.

    Çok heyecanlanmıştı bir an. Sert esen rüzgar leylak ağaçlarını savurdu ve pencereye sert bir şekilde çarptı. O an Melis gözlerini açtı ve müdire hanımın

    - Tamam Melisciğim şimdi gidebilirsin.

    Sözleriyle kendine geldi doğruldu, elinde tutuğu ne işe yaradığını bilmediği taşlarla birlikde kapıyı yavaşca açıp odasına doğru yola koyuldu. Düşünceli adımlarla kafası önünde ilerledi. Odasının kapısını açtı yavaşca yatağına oturdu, açık cam ve perdeden ilerideki söğüt ağacını görebiliyordu. Birden gözleri doldu “anneciğim, anneciğim” diye ağlamaya başladı o pembe yanaklarından yaşların akmasına engel olamıyordu yatağın üzerindeki yastığı alıp gögsüne bastırdı anne sarar gibi kucakladı gözyaşlarıyla. Islanan yastığın üzerinde uykuya daldı Melis.. Bir ara uyandı.. Artık bu söğüt ağacındaki sırrı öğrenmek istiyordu.. uyumayarak sesi duyacağı saate kadar yatakta bekledi, bu zamana kadar trans halinde olduğu için o gizemli sese hiç soru soramamıştı ama artık sormalıydı zamanı gelmişti.. sabaha karşı tan vakti yine "seni çok özledim gel güzel kızım" diyen bu güzel sesin çağrısına uydu her zamanki gibi söğüt ağacının altına gitti. oturdu .....

    Kimsiniz siz? Neden bana hep masallar anlatıyorsunuz?

    Bunları sorarken Gül, trans halinde olmadığı için herşeyin farkında ve korkuyordu. çünkü bu zamana kadar söğüt altında yaşadığı olayları bir kaç saat sonra hatırladığı için şimdiki gibi herşeyin farkında değildi...

    Söğüt ağacı ayın son günlerinde daha bir ihtişamlı daha bir gösterişli oluyordu yaprakları neredeyse yarlere değecek kadar uzun ve sıktı hafif esen ruzgarda sanki melis'i sarmak istercesine sağa sola hafif hafif sallanıyordu ağacın ortasında beliren bir ışıltı göz kamaşdırarak konuşmaya başladı..

    - Korkma güzel meleğim, bende hep bu günü "bana ne zaman kim olduğumu" soracağın günü bekliyordum.. dedi..güzel ince berrak sesiyle ve anlatmaya devam etti.

    Ben annenim yavrum, ama ben bir hayalim, gerçek değilim... Sen doğdukdan sonra seni elimizden almaya çalışan kötü kalpli bir büyücü tarafından cezalandırıldım, üzerime bir büyü yapıldı, bu büyü sen sekiz yaşına gelene kadar "doğruyu, yanlışı" ayırt edene kadar sürecekti, büyü senin merhametsiz acımasız sevgisiz bir çocuk olman için yapılmıştı... Seni bu ağacın altına bırakmak zorunda kaldım, bulunduğun sepetin içine sekiz yazan "AYIRT ETME YAŞI" taşını bıraktım ve şu anda sen bu yaşa geldin... Herşeyi ayırt edebiliyorsun, iyi bir çocuk oldun. Söz dinleyen, kimseyi üzmeyen hep doğrunun yanında yer aldın… Bunu benim anlattığım masallardan da bir ders çıkararak yaptın... Böylece artık, benim sana olan görevim sona erdi... Cünkü sen büyücünün istediği "sevgisiz, merhametsiz" biri değil sana anlattığım sevgi dolu masallarla, o masalların dürüst kahramanlarıyla büyüdün..dedi...

    Melis bu küçücük yaşında olgunluğunu bozmamış can kulağıyla annesini dinliyordu, şaşkındı …

    -Anneciğim bu anlatıklarından sonra şimdi bugün başıma gelenleri daha iyi anlamaya başladım ...dedi.

    -Evet yavrum şimdi sen elindeki "Ayırt etme taşını" bu söğüt ağacının ortasına yerleştirerek Gordinya masallar ülkesine gitmelisin. Sen de emeline ulaşamamış bu büyücünün diğer çocuklarda da emeline ulaşamamasını sağlamalısın ve acele etmelisin..dedi

    Işık kumesi birden kayboldu..Melis şimdi bu taşların ne işe yaradığını oraya nasıl gideceğini biliyordu artık. Hemen taşları alıp geldi geç kalmamalıydı. Taşları, annesinin anlattığı biçinde söğüt ağacına yerleştirdi. Bir anda etraf gökkuşağı rengini aldı, ışıl ışıl parlayan Gordinya ülkesinin o devasa kapısının önündeydi şimdi.

    Birde ne görsün, o kadar kalabalıktı ki kapının önü şimdiye kadar dinlediği tüm masal kahramanları oradaydı, hepsini sanki yakından tanıyormuş gibiydi öyle ya annesi hepsinin maceralarını tek tek anlatmıştı... Yanlarına yaklaşmaktan hiç çekinmedi...

    Kimler mi vardı , sayalım mı?
    Keloğlan, Nasrettin Hoca, Kırmızı başlıklı kız Hansel ve Gratel,
    Cizmeli kedi, Pamuk prenses,Küçük prens, Rapunzel, Güzel ve çirkin,
    Bremen mızıkacıları, Kurbağa prens, Sihirli fasulyeden Cirkin ördek yavrusuna Kadar.
    Onları ziyarete gelen, masallar okuyan ziyaretcilerden tanıdık cansu, gülmeyi unutan annesi için gelen gül bile vardı.. Onlarda bir şekilde buraya gelmişlerdi. Kader burada, onlarla yollarını birleştirmişti.

    Şimdi yapmaları gereken, bu devasa kapıdan içeriye girmek ve büyücü ile yüzleşmekti...

    Ali öğretmen kitabı burada bıraktı..Çocuklardan şaşkınlık nidaları yükseldi.
    Ali öğretmen “şimdi size önemli bir görev vereceğim çocuklar” dedi.
    Herkes bu uzun masalın içinden bir bölümünü alıp yeni bir masal yaratacak ve bunları küçük masal kitapları haline getireceğiz.Matbaacı İlham Bey,bu kitapları ücretsiz basmayı kabul etti.Sonra da bu kitapları tüm kasaba çocuklarının okumasını sağlayacağız.Böylece artık bu kasabada kimse masalsız kalmayacak.
    Çocuklar çok heyecanlandılar,hemen fısır fısır konuşmaya ve şimdiden planlar yapmaya başladılar.
    Hatta gözünü tavana dikip masalın ilk cümlelerini kurgulamaya başlayanlar bile vardı aralarında..

    Aradan üç hafta geçti,çocuklar masallarını öğretmenlerine telim ettiler ve bir ay sonra okula bir kamyon geldi.Öğretmenler tüm sınıfları bahçeye çıkardılar ve kocaman kamyonun kapısı küçücük öğrenciler için açıldı.İçinde kolilerce kitap olduğunu gömren çocuklar sevinçle el çırptılar.

    Kitaplar sınıflara dağıtıldı. Herkes heyecanla sıranın kendisine gelmesini ve kitabını teslim almayı bekliyordu.

    Kitapların kapakları kasabada yaşayan ressam Ömer Amca tarafından hazırlanmıştı. Rengarenk pırıl pırıl kitapları eline alan çocukların bazıları kitabı göğsüne bastırıyor,kimisi kitabı açıp kokusunu içine çekiyordu.Bir kısmı ise hemen orada okumaya başlamışlardı bile.Kitapların üstünde o masalı yazan çocukların isimleri vardı.Kendilerini küçük yazarlar olarak görmek onları çok mutlu etmişti...

    Zeynep öğretmen arkadaşlarına baktı.Herkes birbiriyle gurur duyuyordu.Ama en çok ta masalsızlığa karşı çıkan çocuklarla gururluydular.

    “Öğretmen olmak bu işte” dedi içinden Zeynep Öğretmen...

    Artık bu kasaba masalsız bir kasaba değildi.Kırlarında dere kenarlarında masal kitaplarını okuyan çocuklar olacaktı.Üstelik bu çocuklar büyüdüklerinde kendi çocuklarına anlatacakları bir çok masala sahiptiler...ÇÜNKÜ ÇOCUKLAR MASALLARA SAHİP ÇIKMIŞTI..

    Gordinya’da ise bayram yaşanıyordu.Tekrar hatırlanmanın sevinci tüm masal kahramanlarının yüzünü aydınlatmıştı...Artık Gordinya da mutlu bir ülkeydi ve bu ülke çocukların yeni yarattığı masal kahramanlarınında katılımıyla oldukça kalabalık bir ülke olmuştu...
    Berlina etraftaki müzik ve eğlenceyi mutlu gözlerle izledi ve hafif sesle mırıldanmaya başladı ve büyünün eflatun rengi bulut gibi yavaş yavaş ülkeyi sardı....Bu büyü sonsuz kadar sürecek bir büyüydü...

    Yavaşça kulağınızı yaklaştırırsanız duyabilirsiniz..bakın Berlina ne diyor...

    .....MASAL HER ÇOCUĞUN HAKKI..BUNDAN SONRA MASALSIZ ÇOCUK KALMASIN,MASALSIZ UYKU OLMASIN.....

    Yazan:Anne Çocuk Üyeleri

  3. #3
    Üyelik Tarihi
    05 Haziran 2002
    Bulunduğu Yer
    yıldırım/bursa
    Mesaj
    25.404

    Re: bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    süpersin


  4. #4

    Re: bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    o kadar guzel butunlesmiski kendi yazdigim bolumu bulamadim.

    Annecocuk uyeleri iftiharla sunar

    guzel bir hikaye yazmali artik.

  5. #5
    Üyelik Tarihi
    05 Ocak 2006
    Bulunduğu Yer
    burdayim iste :)))
    Mesaj
    23.289

    Re: bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    superdi yaaa katilimci tüm arkadaslara tebrikler ozaman okudugumdada bir tuhaf olmustum simdi ise ayni

  6. #6

    Re: bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    bende çıktısını almıştım arada sudeye okuyorum baya oldu tekrar okumaya başlayım

  7. #7

    Re: bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    hikayeyi birleştiricem diye canım çıkmıştı.
    ama hepimizin emeklerine değdi.

  8. #8
    Üyelik Tarihi
    14 Ağustos 2006
    Bulunduğu Yer
    Delibaşın yanı :)
    Mesaj
    6.311

    Re: bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    Çıktısını aldım yolarda okuyacağım.Bakalım nasıl masalmış.

  9. #9
    Üyelik Tarihi
    30 Eylül 2005
    Bulunduğu Yer
    Bursa, Turkey, Turkey
    Mesaj
    38.331

    Re: bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    Yenisini yazalım.

    Adı "mutsuz şehrin laylaylom kadınları "olsun.

    Öneri yani..

    Nesli

  10. #10

    Re: bir annecocuk üretimi:MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI

    öne çekeyim dedim

    senei devriyesidir belki de

Benzer Konular

  1. Cevap: 1
    Son Mesaj: 31 Ocak 2009, 12:35
  2. MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI
    Konuyu Açan: Bizanslı, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 35
    Son Mesaj: 25 Temmuz 2006, 11:05
  3. MASALLARINI UNUTAN ŞEHRİN ÇOCUKLARI...masal bitti...
    Konuyu Açan: Bizanslı, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 14
    Son Mesaj: 03 Mayıs 2006, 11:13

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Dosya Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.