Sitemize anonim yollanmış bir yazıyı sizinle paylaşamak istedim:
Alacakaranlık İşkencesi
Evet bu başlık size biraz ürkütücü gelmiş olabilir...Ama amacım bu değil...
Size bir gece yaşanan bir öyküyü anlatacağım.
Bu öykü pek "şiirsel" bir öykü olmayacak ama olsun ben gene de anlatacağım...
Not : Bu öyküde olaylar, kişiler ve mekan tamamen hayal ürünüdür...
Aydınlık ve güneşli bir Ağustos günü olarak başlayan gün bitmek üzereydi.
Genç kadın ıssız bir Orta Anadolu kasabasında güneş batışını yalnız seyretmişti.
Bugün ev arkadaşı görevi nedeniyle yoktu, o da kediciğiyle başbaşa bir akşam geçirmeyi planlıyordu.
Bir lokma yemek yedi, kediye mamasını koydu ve kumunu değiştirdi.
Eşofmanlarını giyip televizyonun karşısına oturdu, nedense içinde bir huzursuzluk vardı.
O sırada kapı çaldı, delikten bakınca gözlerine inanamadı, evet oydu, epeydir görmediği eşi, sevgilisi kapıdaydı.
İçi sevinçle doldu, kısa bir an " İyi ama bu adam asker değil mi, bir Pazar akşamı gece vakti burada ne işi var?"
Tereddüt kısa sürdü, hasretle sarılmak istedi, adam onu soğukça durdurdu, içeri girdi.
Biraz sonra arkasından yol arkadaşı (!) geldi, genç kadının hoşgeldin diyerek uzattığı eli görmezlikten gelip içeri daldı .
Kocası kız arkadaşının evde olmadığını öğrenir öğrenmez çok garip şeyler yapmaya başladı.
TV'nin ve radyonun sesini sonuna kadar açtı. Dahili hattan arayıp hoşgeldin diyenlere sertçe yanıt verdi.
Birden erkek arkadaşı kadına vurmaya başladı. Dikkatlice gövdesine ve kollarına vuruyor, bir yandan da " Nerede o mektuplar, çıkart ortaya, hayatımı altüst ettin, o...." diye bağırıyordu.
Kocası ise zavallı kedisini ensesinden tutmuş açık camdan sarkıtmaydı.
" Konuş pislik, yoksa atarım bu kediyi.. "
Bu cümleden sonrası hayal gibi akıp geçti, o kediyi çok seven, kendisine hasret olan bu adam neler söylüyordu böyle?
Beyni bu gelişmeleri kabullenemiyordu.
Tekrar tekrar " ne mektupları, hangi mektuplar " yanıtlarını verdi.
Bu sözcükleri her söyleyişinde bir darbe alıyordu.
En son erkek (!) arkadaşı şöyle dedi: " Bana bak alır dağlara götürüz, orada sana herşeyi yaparız, madem mektupları ortaya çıkartmıyorsun, bu çocuktan boşanacaksın.."
Verilecek başka yanıt kalmamıştı zaten, " boşanırım " sözü ağzından çıktığı anda dayak bitti.
Zamanlama çok garipti, o sırada kapı çaldı, hem ev arkadaşı, hem de kapı komşuları hoşgeldine geldi.
Herkes karısını özlediği için gelen asker kocayı öpüp, bıyık altından da gülüyordu.
Peki yarım saat boyunca , ki bu dakikalar genç kadın için yüzyıl gibiydi, işkence gören eş ne yaptı?
Biraz önce gelseydiniz, " bu iki i... beni dövdü, haysiyetimi ayaklar altına aldı, yıkıldım " diyemedi.
Kalktı bir çay suyu koydu, çay servisi yaptı.
İki saat oturdular, gıkını çıkarmadı, giderlerken arabalarına şişeyle su bile verdi.
Nasıl bir cehennem yaşadığını anladığında iş işten geçmiş, zorbalar çoktan ilçe sınırını geçmişti.
Ertesi gün sinir krizi ile karışık arkadaşına anlattığında kızcağız kulaklarına inanamadı..
Bu kadar kontrollü davranmasaydın ceza alırlardı dedi ve haklıydı.
Bu geceden sonra artık hiç bir şey normal seyretmedi.
Genç kadın bir süreliğine korkak, sinirli, kendine güvensiz bir insan oldu.
Ciddi bir depresyon geçirip iğne ipliğe döndü.
Bu süreç yaklaşık üç ay sürdü.
Bu süre içinde düşünüp taşınıp psikopat eşinden ayrılmaya karar verdi ve boşandı.
Hala geçmişine bakınca hayatının en büyük hatasını görerek kurtulduğuna şükrettiği söylenir ...
Not : Bu öyküde olaylar, kişiler ve mekan tamamen hayal ürünüdür...
www.turkeyistanbul.com