24. Sayfa - Toplam 29 Sayfa var BirinciBirinci ... 142223242526 ... SonuncuSonuncu
Toplam 281 sonuçtan 231 ile 240 arasındakiler gösteriliyor.
  1. #231

    Re: düşündüren öyküler-yazılar-sözler

    Herşeyiniz yeterince olsun



    Uzun zaman önce bir ülke varmış refah içinde yasayan. Ülkenin refah içerisinde yaşamasının sebebi iyi yürekli, dürüst kralı imiş. Kral zaman zaman tebdili kıyafet ülkeyi dolaşır, halkının dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmuş.

    Gene böyle bir günde kral dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün kenarında ki ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, Bir elinde bir kese, diğerinde bir kese.

    Birinden bir tas alıp, diğerinden aldığı tasa bağlayıp göle atıyormuş. Bu ise epey bir süre devam etmiş ve nihayet bittiğinde, dede yoluna gitmek üzere ayağa kalkmış ve kralla göz göze gelmiş.

    Kral dedeye sormuş

    “dede bütün bir gün seni izledim, Sen ne is yaparsın anlayamadım”
    demiş. Dede kralın sorusunu söyle cevaplamış ;

    ”oğlum ben insanların kaderlerini birbirine bağlarım” ,

    “Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın” ,

    “Kralın güzel kızı ile uşağı Ahmet’in kaderini bağladım”

    demiş aksakallı dede.

    Kral bu cevabi alınca dünyası kararmış. Bir yanda güzeller güzeli apak biricik kızı, ülkenin prensesi, diğer yanda olmamış oğlu kadar sevdiği zenci uşağı Ahmet. Ne yaparım, nasıl eder de Ahmet’e bir zarar vermeden bu kaderi bozarım diye düşünerek sarayın yolunu tutmuş.

    Saraya gidince hemen sevgili uşağı Ahmet’i huzuruna çağırmış Ve ona

    “ oğlum Ahmet sana bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve güneş‘e götüreceksin”
    demiş.

    Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu alarak düşmüş bilinmez yollara. Düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar sevdiği Kralı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasıl? Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş. Nihayet yorgunluktan bitkin halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermiş ve uykuya dalmış.

    Uyandığında bir de ne görsün... Ağacın az ötesinde bir göl... o göl ki üzerine günesin aksi vurmuş...

    “Kralımın dediği güneş bu olsa gerek “

    diyerek, üzerinde sadece külotu kalıncaya kadar soyunarak atmış kendini göle. Dibe doğru yüzmüş, yüzmüş, yüzmüş.... Taa dipte, günesin aksinin tükendiği yerde bir de ne görsün.... Şahane bir hazine sandığı... almış sandığı çıkmış yüzeye...çıkmış ama, Ahmet artık zenci değil bembeyaz bir Ahmet... sadece külotunun olduğu bölge eski rengini taşıyor.

    “Var bu iste bir hikmet “ demiş ve açmış sandığı.

    Sandık gerçek bir hazine sandığı, içinde bin bir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde “Günesten Krala” yazan bir zarf. Ahmet ne yapacağını bilemez hale gelmiş bir anda.

    Yeni rengi ve yaşadıkları ile ülkesine dönünce kimsenin kendisine inanmayacağını düşünerek, ülkesine zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış.

    Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş Ahmet’in...

    Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışıklı tüccarı ile güzeller güzeli kızını evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet’in olmuş.

    Kral vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama aklı da bir yandan oğlu gibi sevdiği ve hiç bir haber alamadığı uşağı Ahmet de imiş.

    Gel zaman git zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken yere düsen bir çatalı almak için eğilince Ahmet, şalvarının kenarından kaba eti gözükmüş...
    Bunu gören Kral gözlerine inanamamış.

    Yemek bitip de odasına çekilecek iken herkes, koridorun sonuna ilerleyen damadının arkasından seslenivermiş Kral

    “Ahmet!...”

    Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adını, gayri ihtiyari kendisine seslenen Krala dönüvermiş ve

    “neler oluyor Ahmet, evladım anlat başından geçenleri bana”

    diyen kralına bütün olanları bir,bir anlatmış...

    Bunun üzerine Kral

    “Peki Güneş bana bir şey göndermedi mi?“

    diye sorunca da hemen odasına koşarak, sandıktan çıkan mektubu almış ve Kral’a vermiş, mektupta su satırlar yer alıyormuş...

    GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ....YAZILAN YAZI İSE BOZULMAZ!!

  2. Re: düşündüren öyküler-yazılar-sözler

    Anka Kuşu

    --------------------------------------------------------------------------------

    Rivayet olunur ki, kuşların hükümdarı olan Simurg Anka, Bilgi Ağacı nın dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş...


    Kuşlar Simurg a inanır ve onun kendilerini kurtaracağını düşünürmüş. Kuşlar dünyasında her şey ters gittikçe onlar da Simurg u bekler dururlarmış. Ne var ki, Simurg ortada görünmedikçe kuşkulanır olmuşlar ve sonunda umudu kesmişler.

    Derken bir gün uzak bir ülkede bir kuş sürüsü Simurg un kanadından bir tüy bulmuş. Simurg un var olduğunu anlayan dünyadaki tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg un huzuruna gidip yardım istemeye karar vermişler.

    Ancak Simurg un yuvası, etekleri bulutların üzerinde olan Kaf Dağı nın tepesindeymiş. Oraya varmak için yedi dipsiz vadiyi aşmak gerekirmiş. Kuşlar, hep birlikte göğe doğru uçmaya başlamışlar. Yorulanlar ve düşenler olmuş.

    Önce Bülbül geri dönmüş, güle olan aşkını hatırlayıp;

    papağan o güzelim tüylerini bahane etmiş(oysa tüyleri yüzünden kafese kapatılırmış);

    Kartal; yükseklerdeki krallığını bırakamamış;

    baykuş yıkıntılarını özlemiş,

    balıkçıl kuşu bataklığını.

    Yedi vadi üzerinden uçtukça sayıları gittikçe azalmış.

    Ve nihayet beş vadiden geçtikten sonra gelen Altıncı Vadi "şaşkınlık" ve sonuncusu Yedinci Vadi "yokoluş"ta bütün kuşlar umutlarını yitirmiş... Kaf Dağı na vardıklarında geriye otuz kuş kalmış.

    Simurg un yuvasını bulunca ögrenmişler ki;

    "SİMURG ANKA - Otuz Kuş" demekmiş.

    Onların hepsi Simurg muş. Her biri de Simurg muş.

    Simurg Anka yı beklemekten vazgeçerek, şaşkınlık ve yokoluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.
    Şimdi kendi gökyüzünde uçmak zamanıdır...
    __________________
    alıntı

  3. Re: düşündüren öyküler-yazılar-sözler

    Anlayabilmek...

    --------------------------------------------------------------------------------

    "Satılık Köpek Yavruları" ilanının hemen altında küçük bir çocuğun başı gözüktü ve çocuk dükkan sahibine sordu :


    -"Köpek yavrularını kaça satıyorsunuz?"

    Dükkan sahibi :

    -"30 dolarla 50 dolar arasında değişiyor fiyatları" dedi

    -"Benim 2 dolar 37 sentim var" dedi çocuk

    -"Bir bakabilir miyim yavrulara"

    Dükkan sahibi gülümsedikten sonra bir ıslık çaldı ve köpek kulübesinden beş tane yumak halinde yavru çıktı. Yavrulardan biri arkadan geliyordu. Küçük çocuk yürümekte zorluk çeken sakat yavruyu işaret edip sordu:

    -"Bunun nesi var?"

    Dükkan sahibi onun kalça çıkığı olduğunu ve hep sakat kalacağını açıkladı.

    Küçük çocuk heyecanlanmıştı.

    -"Ben bu yavruyu satın almak istiyorum.”

    Dükkan sahibi:

    -"Hayır o yavruyu satın alman gerekmiyor.

    Eğer gerçekten istiyorsan o yavruyu sana bedava veririm"

    Küçük çocuk birden sinirlendi.

    Dükkan sahibinin gözlerinin içine dik dik bakarak:

    -"Onu bana vermenizi istemiyorum.

    O da diğer yavrular kadar değerli ve ben fiyatını tam olarak ödeyeceğim.

    Aslında şimdi size 2 dolar 37 cent vereceğim ve geri kalanını ayda 50 cent ödeyerek tamamlayacağım."

    Dükkan sahibi çocuğu ikna etmeye çalıştı:

    -"Bu köpeği gerçekten satın almak istediğini sanmıyorum.

    Bu yavru hiçbir zaman diğer yavrular gibi koşup, zıplayamayacak ve seninle oynayamayacak."

    Bunun üzerine küçük çocuk eğildi, pantolonunu sıvadı ve büyük bir metal parçasıyla desteklediği sakat bacağını dükkan sahibine gösterip, tatlı bir sesle:

    -“Ben de çok iyi koşamıyorum ve bu yavrunun kendisini çok iyi anlayacak bir sahibe gereksinimi var" dedi.

    Dan Clark

  4. Re: düşündüren öyküler-yazılar-sözler

    Bir Bayram Hikayesi: Çocuk ve Elbise...


    Yaşlı adam bir konfeksiyon mağazasının vitrine uzun uzun baktıran sonra
    ilerideki yeşillikte oynayan çocukların en zayıfına dönerek “Küçüüük!”
    diye seslendi , “Bana biraz yardımcı olur musun?”

    Çocuk, hafta sonlarında yaptıkları misket oyununu ilk defa kazanmış olmasına rağmen arkadaşlarını bırakıp geldi. 7-8 yaşlarındaydı ve üzerindeki elbiseler tek
    kelimeyle dökülüyordu.

    Yaşlı adam çocuğu, saçlarını okşadıktan sonra
    “Vitrindeki elbiseyi giymeni istemiştim. Bakalım üzerine uyacak mı?” dedi.
    Çocuk bu teklifi ilk önce şaka sandı. Ama adam son derece ciddiydi.
    Onunla birlikte mağazaya girerken ilk önce rüya da olup olmadığını, daha
    sonra da şimdiye kadar yeni bir elbise giyip giymediğini düşündü.
    Genellikle aile deki büyük çocuğa alınan veya komşular tarafından verilen
    giyecekler elbiselerin ona dar gelmesiyle birlikte ortanca kardeşe kalır,
    birkaç sene sonra da dizleri aşınmış veya delinmiş vaziyette kendisine
    yamanırdı. Ama her zaman hasta dedikleri babasının ne kadar zor para
    kazandığını bildiğinden, bu işe bir kere bile itiraz etmemişti. Şimdiyse
    ilk defa yeni bir elbisesi olacaktı. Üstelik bayram a üç gün kala…

    Çocuk
    yaşlı adamın gösterdiği elbiseleri giydiğinde büyümüş olduğunu ilk defa
    fark etti. Hepsinin üzerine giydiği kaban bir başkaydı ve artık
    üşümeyecekti. Çocuk misketleri onun cebine bıraktığında iyice keyiflendi,
    irili ufaklı misketler gayet derin olan ceplerin bir köşesinde kalmıştı.
    Demek ki her bir cep en az elli misket alabilirdi.

    Yaşlı adam çocuğu sağa
    sola döndürdükten sonra elbiselerin paketlenmesini istedi. Ve iş
    tamamlandığında tezgâhtara dönerek “Elbiseleri torunuma alıyorum.” Dedi,
    “Kendisine sürpriz yapacağım için onları bu çocuğun üzerinde denedim.”
    Çocuk bir anda beyninden vurulmuşa döndü ve ne diyeceğini bilemedi. Ama
    artık büyüdüğüne göre bir şey belli etmemeliydi. Aynaya son bir defa
    baktıktan sonra üzerindekileri yavaşça çıkartarak bir kenara
    fırlattığı eskileri giydi.

    Adam elbiselerin torununa uyacağından emindi.
    Yaptığı hizmet için çocuğa bir ciklet parası vermek istediğinde onu
    yanında göremedi. Haylaz velet, belli ki bu işten sıkılmıştı. Çocuk
    arkadaşlarının yanına döndüğün de bir kenara çekilerek onları seyretmeye
    koyuldu. Ve bütün ısrarlara rağmen oyuna katılmadı. Arkadaşları, “Niçin
    oynamıyorsun?” diye sordular, “En güzel misketleri sen kazanmıştın.” Çocuk
    inci gibi yaşlar süzülen gözlerini arkadaşlarından kaçırmaya çalışırken
    “Misketlerim bu elbiselere yakışmayacak kadar güzeldi.” Dedi, “Bu
    yüzden onları bayramlık kabanımın cebine sakladım!”


    alıntı



  5. #235
    Üyelik Tarihi
    15 Ocak 2008
    Bulunduğu Yer
    ordusunun başında...
    Mesaj
    4.099

    Re: düşündüren öyküler-yazılar-sözler

    ufff

  6. #236

    ceviz

    "Ceviz ile ilgili siz değerli ziyaretçilerimizle,anısının küçük fakat izlerinin çok büyük olduğu ceviz başlangıç öykümü paylaşmak istiyorum! "


    Her şey bir pantolon ile başladı… Evet, yanlış anlamadınız; "pantolon".
    Doksanlı yılların sonunda, baharın on beş mayısın da bir telefon geldi annemden… Kendisini yaylamızdan getiren köy otobüsünden almamı istiyordu. Dediği gibi, annemi ve yanındaki eşyalarını, köy garajından aldım… Bu arada tam hareket edeceğimiz esnada; "oğlum, garajda bekleyen şu kızı da alalım, o da bizim gideceğimiz tarafa gidiyor." dedi. Ben de "gayet tabi anne" dedim, "sen emret yeter".
    Garajda bekleyen genç kızı da aldık arabaya… Yolumuza devam ederken, annem kulağıma eğilerek usulca; "oğlum, bu kız birkaç gün önce köydeyken benden bir pantolon almamı istemişti. 19 Mayıs bayramı yürüyüşünde bayramlık kıyafetlerle yürünecekmiş ve pantolonu da yokmuş…"
    "Tabi ki anne" dedim, "sen nasıl arzu edersen".
    Annemle yaptığımız bu konuşmayı, küçük kız duymamıştı ve ona gayet güzel bir sürpriz olacağını düşünürken aklıma bir şey takılmıştı!
    Birileri bana çok güzel bir pantolon hediye etmiş olsa mutlu olurdum elbet, fakat çok da sevinmezdim. Çünkü; bacaklarımda yepyeni bir pantolon varken, ayakkabı eski ve yırtık, gömlek desen üç beş yama… Hasılı; yakışıksız bir kıyafet olurdu sanırım!
    Onun için, yol kenarında sıradan bir dükkana gitmektense içinde her şeyin bulunduğu bir mağazaya gitmeyi tercih ettim. Çünkü; doğru karar vermek için kendimi hep karşıdaki insanın yerine koymuşumdur. Mağazada bizi karşılayan bayana teslim ettik küçük kızı ve dedim ki; "bu küçük kızımız size emanet, tepeden tırnağa giydirip kuşatın kızımızı…" Bu gelişmelerden dolayı,son derece şaşıran küçük kız tezgahtar ablalarının yardımı ile bütün reyonları dolaşırken şaşkın bakışlarıyla büyük bir değişime uğruyordu. Yaklaşık bir saat sonra karşımıza o fakir köylü kızı gitmiş, yerine pırıl pırıl gözlerle, yepyeni bir kız gelmişti sanki…
    Hem annemin hem de küçük kızın gözlerinde mutluluk ışıltıları vardı. Böylelikle tekrar arabaya binip, yolumuza devam ederken arka koltuğa oturan küçük kız kendisinden beklemediğim medeni cesareti göstererek "teşekkür" etti. Bir şey değil demek için yüzüne doğru baktığımda, gözlerinde ölünceye kadar unutamayacağım ve hiçbir kelimenin ifade edemeyeceği bir minnettarlık ifadesi gördüm…
    Boğazım düğümlenerek; "hayırlı olsun!" diyebildim ancak… Boğazım düğümlendi; çünkü hayat adil değildi! Boğazım düğümlendi, çünkü; hiçbir çocuk bu adaletsizliği hak etmiyordu!

    Annem ve küçük kızı, bıraktıktan sonra, iş yerimdeki çalışma odama kapandım. Ruhen yaralanmıştım… Benim için, arkadaşımla beraber yediğimiz bir yemek parası kadar olan bir bedel; küçük kızın ömrü boyunca unutamayacağı bir şenlikti sanki…
    Daha önceleri de bir çok insana yardım etmişliğim olmuştu… Fakat çoğu tesadüfi gelişmelerden ibaretti. Yaşamımı sorgulamaya başladım. Ve belki de o ana kadar hiç düşünmediğim sorular sormaya başladım kendime...
    Kimin için ne yaptın?
    Yaşamın amacı nedir?
    Hayatın şifresi nedir?
    Ve sıra ile irdelemeye başladım kendi sorularımı… Evet birçok insan için iyi şeyler yaptığımı biliyordum, fakat kalıcı ve organizeli yaptığım da söylenemezdi. Bir çoğu rastlantı sonucuydu çünkü…
    Kalıcı ve organizeli bir şeyler yapmaya karar verdim. İnsan yaşamının, hiçbir insanın kendi keyfine bırakılmayacak kadar kutsal ve değerli olduğunu düşündüm. Yaşamanın bir görev olduğunu düşündüm sessizce… Evet, "YAŞAMAK BİR GÖREVDİR." ve her görev de olduğu gibi yaşamanın da sorumlulukları vardı. Kendin dahil, boşlukta kapladığın çeper dışındaki her şeye karşı sorumlusundur…
    Bunu idrak etmek, fitili ateşlemektir aslında ve sonunda kaçınılmaz bir gerçek çıkar karşına "YAŞAMIN AMACI NEDİR?".
    Ev, araba, iş, eş, yat ,kat, para, zenginlik, şan, şöhret,… Bunlar mı amacımız ? Değerli ve kutsal insan yaşamının amacı dört teker, dört duvar ve bedeli parayla satın alınabilen veya bugün olup da yarın yok olabilecek bir şey olamazdı, olması da basitlik olurdu zaten...
    Amaç; çok daha "ERDEM" li bir şey olmalıydı… Ve sonra, insanlara çok daha organizeli ve kalıcı bir şekilde yardım etmeye karar verdim. Muhtaç olana balık vermektense balık tutmayı öğretmek en iyisiydi. Ben de yardım ettiğim küçük kız gibi çocukları tespit edip, okutmaya karar verdim… Özellikle de okumayı çok isteyip de okuma imkanı olmayan çocukları bularak, hayatlarındaki ilk ve en önemli sekme noktasını yaratmak için…
    Öyle de oldu…
    Doğduğum köye el ilanları göndererek burslu okumak isteyen çocuk ve gençleri tespit ettik!
    Önce burslu öğrenci sayısını altı kişi düşünürken yedi oldu,on oldu ve bir ay içerisinde on dört kişi oluvermişti… Burs verdiğimiz gençler, mütevazı, güzel ahlaklı ve en önemlisi ise okumak isteyen gençlerdi… Hepsi de bize güvenerek, okuyacakları okullarına gitmişlerdi. Bir çocuğa bu konuda söz vermek başka bir söz vermeye benzemiyordu… Onun için, kendi gençliğime, çalışmama güveniyordum. Fakat iş hayatının neler getireceğini tam olarak kestiremiyordum.

    Onun için; "öyle bir yatırım yapayım ki; beş altı sene biz ona bakalım daha sonraki senelerde o bize, hepimize baksın…" dedim. Elbetteki her yatırım fedakarlık ve efor ister, çalışma ister ve en önemlisi zaman ister…
    Ziraat Mühendisi olmam sebebiyle de bu yatırımı tarım konusunda düşündük. Ne olmalıydı ? Hangi ağaç olmalıydı ? diye araştırırken, cevizin en iyi yatırımlardan biri olabileceğini gördük. Uzun ömürlüydü, meyvesi dayanıklıydı, üstelik ülkemiz anavatanıydı cevizin… Araştırmalarımız derinleştikçe, tüm ülkeyi dolaşıyor, cevizin "KOMANDO" gibi bir ağaç olduğunu görüyorduk. En iyi cins, en kaliteli ürün, ağacın rantabilitesi derken, çalışmalarımız da başlamıştı…
    Şu anda zannediyorum ki; ülkemizin en büyük ceviz bahçesinin sahibi olduk ve edindiğimiz amaç için yolumuza devam ediyoruz… Kurmuş olduğumuz bu ceviz çiftliği, bir kaç yıl sonra pırıl pırıl YÜZ YİRMİ çocuğumuzu okutacak bir okulun da kaynağı olacaktır… Gelecek kaygısı olmadan okuyacak YÜZ YİRMİ TÜRK GENCİ..
    Başta söylediğim gibi "her şey bir pantolon ile başladı…"
    Unutmadan onu da söyleyeyim, değinmediğimiz son soru;
    "HAYATIN ŞİFRESİ NEDİR ?"
    Yaşamın amacına ulaşmak için gerekli şifre; GÜÇ VE ONUR’ dur!
    Çünkü ; GÜÇSÜZ ONUR, MAZLUM OLUR,
    ONURSUZ GÜÇ, ZALİM OLUR...
    Her ikisi de sizde ise "ŞİFRE BU" dur!!


    Noyan YILDIRIM
    Ziraat Mühendisi

    ......

    ben beyefendinin bu yazısını kendi sitesinde (cevizci33.com) bir şey araştırırken okudum ve buraya kopyaladım dolayısıyla arkadaşlar yorum yaparsanız dikkat etmenizi rica edeceğim ....

  7. #237

    Re: düşündüren öyküler-yazılar-sözler; 10 KASIM -Yılmaz Özdil

    10 Kasım


    Lastik gibi uzatmayı sevmem...


    Ama, yanlarına da bırakamayız.

    *

    Hálá diyorlar ki:

    "Atatürk diktatördü."

    Vahdettin neydi peki?

    Demokrat Parti Genel Başkanı mı?

    *

    "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyen diktatörü, dünyanın neresinde gördünüz Allah’ın geri zekálıları?

    *

    Bak, dinle... 3-4 sene önce...

    atv Haber’i yönetirken, Osmanlı soyundan değerli arkadaşım Neslişah Evliyazade’den rica ettim, kırmadı, aracı oldu, Osman Ertuğrul’u canlı yayına çıkardım... Kimdir o? Abdülhamid’in torunu... Saltanat devam etseydi, "Dördüncü Osman" veya "Birinci Ertuğrul" adıyla "padişah" olacaktı.

    *

    (Bundan sonrasını, şöyle hafif burnunuz tıkanmış gibi, gırtlaktan gelen buğulu bir ses tonuyla okursanız, romantik belgesel tadında olur, tavsiye ederim.)

    *

    Çıktı, geldi Osman Ertuğrul.

    Yanında, zarif eşi, Zeynep Osman.

    Oturdular.

    Hoş geldin beşgittin filan, "Ne içersiniz" dedik, "Çay" dedi. Ayıptır söylemesi, bu kardeşinizin padişaha çay ısmarlamışlığı vardır yani... Hatta, sohbet uzayınca pek keyiflendi, bir çay daha istedi, "Haber merkezinin bütçesini İngiliz Hazinesi karşılamıyor, kusura bakma" diyemedik, "Padişaha demli bir çay daha getirin" dedik.

    Neyse...

    Sohbet bitti, haber saati geldi.

    *

    (Canlı yayına çıkardığımız insan, Abdülhamid’in torunu, haliyle, şehzade Burhanettin Efendi’nin oğlu... Annesi, şehzadeden ayrıldıktan sonra, Atatürk’ün ilk kabinesinde yer alan Maliyeci Cavit Bey’le evlenmiş... Cavit Bey kim? İzmir suikastına adı karıştığı için, idam edilen Cavit Bey... Üvey babası Atatürk’ü ortadan kaldırayım derken, asılmış yani... Üstelik, biraz önce de belirttiğim gibi, Osman Ertuğrul, saltanat devam etseydi bugünkü padişahımız efendimiz olacaktı.)

    *

    Ne dedi biliyor musunuz?

    "Ailemiz için çok kötü oldu ama, Türkiye kazandı... Ben Türk olarak doğdum, Türk olarak öleceğim... Atatürk, Türk halkı için çok iyi bir liderdi. Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, İstanbul olmazdı."

    *

    Dikkat isterim...

    Saltanat devam etseydi, Fatih Sultan Mehmed’in tahtında oturacak olan kişi, dedi ki, "Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, İstanbul olmazdı."

    *

    İşte böyle...

    Esnaf gazeteci olmadığımız için, bunu yayınlamayalım, sponsor bulalım, belgesel yapalım, sonra da yanında çalıştığımız patrona satalım filan demedik...

    Beleş yayınladık.

    Yarın, 10 Kasım...

    E bugün de nostalji yapalım dedik.

    Yılmaz Özdil
    Hürriyet - bugün

  8. #238

    Re: düşündüren öyküler-yazılar-sözler; 10 KASIM -Yılmaz Özdil

    handevrem yazdı:
    10 Kasım


    Lastik gibi uzatmayı sevmem...


    Ama, yanlarına da bırakamayız.

    *

    Hálá diyorlar ki:

    "Atatürk diktatördü."

    Vahdettin neydi peki?

    Demokrat Parti Genel Başkanı mı?

    *

    "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyen diktatörü, dünyanın neresinde gördünüz Allah’ın geri zekálıları?

    *

    Bak, dinle... 3-4 sene önce...

    atv Haber’i yönetirken, Osmanlı soyundan değerli arkadaşım Neslişah Evliyazade’den rica ettim, kırmadı, aracı oldu, Osman Ertuğrul’u canlı yayına çıkardım... Kimdir o? Abdülhamid’in torunu... Saltanat devam etseydi, "Dördüncü Osman" veya "Birinci Ertuğrul" adıyla "padişah" olacaktı.

    *

    (Bundan sonrasını, şöyle hafif burnunuz tıkanmış gibi, gırtlaktan gelen buğulu bir ses tonuyla okursanız, romantik belgesel tadında olur, tavsiye ederim.)

    *

    Çıktı, geldi Osman Ertuğrul.

    Yanında, zarif eşi, Zeynep Osman.

    Oturdular.

    Hoş geldin beşgittin filan, "Ne içersiniz" dedik, "Çay" dedi. Ayıptır söylemesi, bu kardeşinizin padişaha çay ısmarlamışlığı vardır yani... Hatta, sohbet uzayınca pek keyiflendi, bir çay daha istedi, "Haber merkezinin bütçesini İngiliz Hazinesi karşılamıyor, kusura bakma" diyemedik, "Padişaha demli bir çay daha getirin" dedik.

    Neyse...

    Sohbet bitti, haber saati geldi.

    *

    (Canlı yayına çıkardığımız insan, Abdülhamid’in torunu, haliyle, şehzade Burhanettin Efendi’nin oğlu... Annesi, şehzadeden ayrıldıktan sonra, Atatürk’ün ilk kabinesinde yer alan Maliyeci Cavit Bey’le evlenmiş... Cavit Bey kim? İzmir suikastına adı karıştığı için, idam edilen Cavit Bey... Üvey babası Atatürk’ü ortadan kaldırayım derken, asılmış yani... Üstelik, biraz önce de belirttiğim gibi, Osman Ertuğrul, saltanat devam etseydi bugünkü padişahımız efendimiz olacaktı.)

    *

    Ne dedi biliyor musunuz?

    "Ailemiz için çok kötü oldu ama, Türkiye kazandı... Ben Türk olarak doğdum, Türk olarak öleceğim... Atatürk, Türk halkı için çok iyi bir liderdi. Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, İstanbul olmazdı."

    *

    Dikkat isterim...

    Saltanat devam etseydi, Fatih Sultan Mehmed’in tahtında oturacak olan kişi, dedi ki, "Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, İstanbul olmazdı."

    *

    İşte böyle...

    Esnaf gazeteci olmadığımız için, bunu yayınlamayalım, sponsor bulalım, belgesel yapalım, sonra da yanında çalıştığımız patrona satalım filan demedik...

    Beleş yayınladık.

    Yarın, 10 Kasım...

    E bugün de nostalji yapalım dedik.

    Yılmaz Özdil
    Hürriyet - bugün

    hergün muhakkak okurumm yazısını ..

    heycanla "bugun ne yazdı acaba" diye açtıgım kişidir ..

    paylaşım icin teşekkürler handecim.

    eline,diline,kalemine saglık yılmaz özdil

  9. #239

    Re: düşündüren öyküler-yazılar-sözler; 10 KASIM -Yılmaz Özdil

    [quote]
    begonvil yazdı:
    hergün muhakkak okurumm yazısını ..

    heycanla "bugun ne yazdı acaba" diye açtıgım kişidir ..

    paylaşım icin teşekkürler handecim.

    eline,diline,kalemine saglık yılmaz özdil

    Demet aynı anda forum açtık seninle ben de onu okuyordum umarım herkes okur.. bu arada 1 hafta boyunca Atatürk hakkında yazılar yazacağım buraya (cemal kutay ın kitabından bahsetmiştim , başka birkaç şey ..)

  10. Re: düşündüren öyküler-yazılar-sözler; 10 KASIM -Yılmaz Özdil

    handevrem yazdı:

    1 hafta boyunca Atatürk hakkında yazılar yazacağım buraya (cemal kutay ın kitabından bahsetmiştim , başka birkaç şey ..)
    Çok güzel olur Handecim,,dikkatle okuyacağım

Benzer Konular

  1. düşündüren iddia
    Konuyu Açan: Alma-Alma, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 8
    Son Mesaj: 23 Haziran 2010, 10:58
  2. bir öğretmenin düşündüren mektubu...
    Konuyu Açan: nalan-alperen, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 20
    Son Mesaj: 18 Eylül 2007, 13:02
  3. BUNLAR DA DÜŞÜNDÜREN GÖRÜNTÜLER
    Konuyu Açan: Alma-Alma, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 16
    Son Mesaj: 06 Eylül 2006, 09:07
  4. ben geldimmmmmmm.....düşündüren çizgilerleee....
    Konuyu Açan: sudeda, Forum: Geyik.
    Cevap: 21
    Son Mesaj: 11 Ağustos 2006, 08:47
  5. DÜŞÜNDÜREN ŞİİR
    Konuyu Açan: Bizanslı, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 6
    Son Mesaj: 02 Ocak 2004, 15:41

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Dosya Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.