Devlet Hastanesi’nde bebekleri değiştirdik
25 Eylül 2006 07:30
İnternethaber
Türkiye’nin en eski doktorlarından Müeyyet Boratav, yeni yayımlanan anılarında, 60 yıldır sakladığı büyük bir sırrı açıklıyor. Boratav, sürgün olarak gittiği Kozan’da, ölü doğum yapan tanınmış bir ailenin gelininin yatağına, yoksul bir ailenin sağ doğan bebeğini koyduklarını ve böylece çocuğun kaderini değiştirdiklerini söylüyor.
ÖRNEĞİNE filmlerde veya romanlarda rastlanacak çarpıcı olay şöyle gelişiyor: Müeyyet Boratav, Türk solunun ünlü isimlerinden Mihri Belli ile birlikte 1943’te İleri Gençlik Derneği’nin kurucuları arasında yer alıyor. 1944’te Süleymaniye Camisi’nin minareleri arasına, dönemin Dışişleri Bakanı Şükrü Saracoğlu aleyhine, "Saracoğlu faşisttir" afişi asmaya teşebbüs ettikleri gerekçesiyle iki yıl boyunca yargılanan Müeyyet Boratav, mahkemenin ardından Adana’nın Kozan ilçesine sürgün edilir.
HASTANEDE GÖREV
Kozan Devlet Hastanesi Başhekimi Dr. Galip Urak, Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Boratav’dan kendisine hastanede yardımcı olmasını ister. Boratav da bu teklifi seve seve kabul eder. Kimi zaman ameliyatlarda Dr. Urak’a asistanlık yapar, kimi zaman da hastalara eterle narkoz verme görevini üstlenir. Cerrahide ve narkozda hayli tecrübeli olduğu için bu işleri yaparken hiç de zorluk çekmez. Bir süre sonra Dr. Galip Urak, izinli olarak Ankara’ya gidince, yerine yaşlı bir doktor tayin edilir. Bu yaşlı doktor da bütün ameliyat işlerini Müeyyet Boratav’a bırakır. İşte bu sırada, Dr. Boratav’ın 60 yıl gizlediği ve sadece filmlerde görmeye alışık olduğumuz olay yaşanır. "Suç mu sevap mı bilmiyorum" diyerek bu çarpıcı olayın üzerinde bıraktığı etkiyi hálá taşıdığını gizlemeyen Müeyyet Boratav, "Sakıncalı Doktor, 20. Yüzyıldan Anılar" adıyla yayımlanan kitapta o geceyi şöyle anlatıyor:
KÖYLÜ ÜZÜLMEDİ
"Galip Bey yokken hastaneye doğum yapmak üzere Kozan’ın ileri gelenlerinden birinin gelinini getirdiler. Çocuk ters gelmişti. Hemşire ile ben doğum yaptırmaya uğraşırken, uzak bir köyden doğum yapamayan yaşlıca bir kadın bir kağnı ile getirildi. Doğum esnasında yaşlı kadın öldü, fakat çocuğunu sağ çıkarabildik. Zengin kadının çocuğu da ölü olarak doğdu. Hemşire bana, ben ona hiç konuşmadan baktık, sağ doğan çocuğu zengin gelinin koynuna koyduk, ölü çocuğu da ölü kadına. Zengin aile sevinçle gelinlerini ve çocuğu aldılar. Fakir köylüye de eşini ve ölü çocuğu verdik. Köylü üzülmedi. ’Zaten bu karıdan hayır yoktu. Ne yapalım kader böyleymiş. Köyde üç yetişkin kızım var, onlarla yaşarım’ diyerek cenazeleri alıp gitti.
Ölen kadının çocuğunu köylüye verse idik, belki de zaten köye gidinceye kadar çocuk ölecekti. (s.38)"