Buralara ilk geldiğimde tanıştığım bir aile var, kadın Fin, adam Amerikalı. Samimi değilimdir, özellikle adamın konuşkanlığı nedeniyle rastlaştığım yerde durup iki çift lâf ederim. İki de çocukları bulunuyor, 19 yaşındaki kızları ve 21 yaşındaki oğulları. Oğlan üniversitede okuyor, kız da bu yıl liseden mezun olup, üniversite giriş sınavlarına katıldı. Sanıyorum sınavına girdiği bölümlerden birini kazanır, başarılı bir öğrenci. Üniversiteye kaydını yaptırdıktan sonra haklarını dondurup, bir yıl İspanya'da çalışmak, İspanyolcasını geliştirmek istiyormuş. Geçtiğimiz cumartesi lise mezuniyet töreni ve kutlamaları gerçekleşti. Kızcağız bir gün zor beklemiş, pazartesi günü sırt çantasını yüklenip, bir kız arkadaşıyla birlikte Avrupa turuna çıkmışlar, sonbahara değin gezeceklermiş.
Bugün şehirdeki merkezî çarşının içindeki bir kafede bir arkadaşımı beklerken, J., yani baba önümde bitiverdi. Beni dışardan görüp öyle girmiş kafeye. "Seni Tanrı çıkarttı önüme, ben de seni düşünüyordum, hatta e-posta yazacaktım," dedi. Birbirimizde e-posta adreslerimiz var, ancak telefonla görüşecek kadar samimi değiliz. Eşinin, öarşıdaki banka şubesinde işi olduğunu, zamanım varsa eşini de alıp iki dakika benimle konuşmaları gerektiğini belirtti. Gitti eşini geirdi, kahvelerini alıp oturdular. Adamcağız ağlamaklı. "A. (kızı) gezi rotasını tam olarak söylemeden çekti gitti. Şu an arkadaşıyla birlikte St.Petersburg'dalar. Ukrayna, Romanya ve Bulgaristan üzerinden Türkiye'ye gideceklemiş. Şimdi, bunların sırt çantalarının üzerinde Danimarka, İsveç, Norveç ve Finlandiya bayrakları bulunuyor, daha önce gezdikleri ülkeler; Türkiye'de bu bayraklar ters bir tepkiye yolaçar mı, ne de olsa haç şeklinde bu bayraklar," diye devam etti adamcağız. Kızların İstanbul ve tatil yerlerine gideceklerini varsayarak, "Yok, daha da neler! Merak etmeyin," dedim. Adam karısına dönüp, "Sen kızların Türkiye'de nerelere gideceklerini biliyor musun? Kübra'ya soralım, bilgi alalım o yerler hakkında," demesin mi! Kadın, "A. bize ayrıntılı bilgi vermiyor, ağabeysiyle facebook yoluyla sürekli iletişim içinde. Ağabeysine dediğine göre, İstanbul'u gezdikten sonra, Batman, Silvan, Hasankeyf, Diyarbakır, Cizre, Nusaybin ve Midyat'a gideceklermiş, gidebilirlerse Van'a kadar gezeceklermiş," dedi. Adam hemen atıldı, "Ne diyorsun, oralar nasıl yerler, güvenli mi? İki genç kız rahat dolaşabilir mi oralarda?" Ne diyeceğimi bilemedim. Herşeyden önce, Türkiye'nin adı geçen yerlerinin hiçbirini görmediğimi, güvenlik konusunda en sağlam bilgiyi Finlandiya Dışişleri Bakanlığı'ndan alabileceklerini söyledim. Hergün bir ya da birden çok askerimizin canını yitirdiğini söyleyemezdim, onlara. Pınar Gelini anlatamazdım. "Neden özellikle adı geçen yerlere gitmek istiyorlar? Oralarda tanıdıkları mı var?" diye sormadan edemedim. Efendim... kızlar, o bölgede yaşayan Kürtlerin yaşantısını merak ediyorlarmış, Kürtler hakkında epeyce birşeyler okumuşlar, gidip bizzat yerinde görmek istiyorlarmış... Tanıdıkları kimse yokmuş, orada tanışacaklarmış! Ne Türkçe, ne de Kürtçe biliyorlarmış, elbette İngilizce konuşan birilerini bulabilirlermiş. "Ben sizin yerinizde olsam, kızımın böyle programsız bir geziye çıkmasına razı olmazdım. Ya başına tatsız bir durum gelirse?" dedim. Baba neredeyse ağladı, ağlayacak; ancak, anne çok rahattı: "Ne yapayım, engelleyemem ki! O artık bir yetişkin ve kendi kararlarını kendisi veriyor. Başına ters bir durum gelirse de ceremesini çeker," dedi. Gezi için gereken parayı, anne ve babasının kendisi için oluşturmuş olduğu yatırım fonunu bozarak karşılıyormuş A.
Umarım kızların başına birşey gelmez. Naif ve romantik bir tutkuyla dünyayı gezerken, kendilerini çirkinliklerin içinde bulmazlar inşallah, can güvenlikleri tehlikeye girmez. Düşünüyorum da, bundan 10 yıl sonra benim kızım da kalkıp, ETA'nın savaş sürdürdüğü bir anda Baskları tanımak için Bask bölgesine gitmeğe karar verirse ben ne yaparım! :-x