Toplam 3 sonuçtan 1 ile 3 arasındakiler gösteriliyor.
  1. #1
    Üyelik Tarihi
    01 Şubat 2004
    Bulunduğu Yer
    Kuzey elleri
    Mesaj
    29.167

    Saygı duyduğum bir sesi paylaşmak isterim...

    [size=x-large]İsrail’in gücü denizde akıntıya kapıldı [/size]

    AMOS OZ/ NewYork Times’a - Istanbul - 03.06.2010

    [size=small]Yahudiler iki bin yıldır güçlünün gücünü kendi sırtlarına inen kırbaç darbeleri olarak bildi. [/size]




    Son birkaç on yıldır bu gücü kendimiz kullanıyoruz ve bu güç bizi zehirleyip duruyor. İsrail’in kurulmasından önceki dönemde, Filistin’deki Yahudi nüfusunun büyük bir kısmı, özellikle İrgun adlı aşırı milliyetçi grubun üyeleri, Britanya’nın ülkeden kovulması ve devletimizin kurulmasına karşı çıkan Arapların püskürtülmesi hedeflerini gerçekleştirmek için askeri güç kullanılmasının gerekli olduğunu düşünüyordu.

    Şükür ki, İsrail’in erken dönemlerinde David Ben-Gurion ve Levi Ashkol gibi başbakanlar bu gücün bir sınırı olduğunu ve son çare olarak kullanırken bile çok dikkatli olunması gerektiğini biliyorlardı. Ancak 1967 Altı Gün Savaşı’ndan bu yana İsrail askerî güce saplantılı kaldı. Atasözünde söylendiği gibi; elinde çekiç olan bir adama her sorun çivi gibi görünür. İsrail’in Gazze ablukası ve insani yardım taşıyan sivil gemilere karşı pazartesi düzenlenen girişim, “güçle yapılamayan bir şey daha fazla güçle yapılabilir” takıntısının bir ürünü. Bu düşünce, Hamas’ın Gazze’yi kontrolünün silah gücüyle sona erdirilebileceği ya da daha genel bir deyişle Filistin sorununun çözümü yerine ezilmesiyle çözülebileceği kabulünden kaynaklanıyor.

    Ancak Hamas sadece bir terörist örgüt değil. Hamas bir fikir, birçok Filistinlinin yalnızlığı ve düş kırıklığından beslenen bir fikir. Bugüne kadar hiçbir fikir güçle yenilmedi; ablukayla, bombardımanla, tanklarla ya da deniz komandolarıyla da yenilmedi. Bir fikri yenecek tek şey daha iyi bir fikirdir, daha çekici ve kabul edilebilir bir fikir.

    Bu yüzden, Hamas’ı marjinalleştirmenin tek yolu, Filistinlilerle başkenti Doğu Kudüs olan, 1967 sınırlarını temel alan Batı Şeria ve Gazze’de bağımsız bir devlet için anlaşmaktır. İsrail Batı Şeria’da Mahmut Abbas hükümetiyle bir barış antlaşması imzalamalı, böyle yapıldığı takdirde İsrail-Filistin çatışması, İsrail-Gazze çatışmasına indirgenmiş olur. Son çatışma ise ya Hamas’la müzakerelerle ya da daha makulu El Fetih’in Hamas’la birleşmesiyle çözülebilir.

    İsrail Gazze’ye giden 100 gemiye daha el koysa, 100 kere daha Gazze’yi işgal etse, askerlerini ya da gizli servisini konuşlandırsa da, bizim ve Filistinlilerin bu ülkede yalnız olmadığımız sorununu çözmeye güç yeterli olmayacak. Biz Kudüs’te yalnız değiliz ve Filistinliler de Kudüs’te yalnız değil. İsrailliler ve Filistinliler bu basit gerçeğin mantıksal sonucunu kabul edene kadar, hepimiz abluka altında birer devlette yaşamaya devam edeceğiz; İsrail’in ablukasında bir Gazze ve uluslararası ve Arap ablukası altında bir İsrail.

    Gücün önemini küçümsemiyorum. Gücün faydasını küçümseyen bir ülkenin vay haline! Güç sahibi olmayan bir İsrail tek bir gün bile yaşayamaz. Ancak gücün sadece önleyici bir faydası olduğunu bir an bile olsun unutmamıza izin vermemeliyiz; İsrail’in fethini ve yok edilmesini önleyen, hayatımızı ve özgürlüğümüzü koruyan bir gücün. Meşru müdafaa dışında, gücün önleyici bir faktör olarak değil de sorunları ve fikirleri ezmek amacıyla kullanıldığı her durum bizi daha büyük felaketlere sürükleyecektir. Gazze kıyılarının karşısında uluslararası sularda üzerimize getirdiğimiz felaket gibi.

    http://www.taraf.com.tr/haber/israil-in-gucu-denizde-akintiya-kapildi.htm

  2. #2
    Üyelik Tarihi
    01 Şubat 2004
    Bulunduğu Yer
    Kuzey elleri
    Mesaj
    29.167

    Re: Saygı duyduğum bir sesi paylaşmak isterim...

    [size=x-large]“Aşk ve Karanlık” barışa ışık tutabilecek mi?[/size]



    Filistinli Elias Khoury, altı yıl önce 20 yaşındaki oğlu George’u bir saldırıda kaybetti.

    George, koşuya çıktığı sırada yanından arabayla geçen Filistinli teröristlerin, kendisine ateş açarak sırtından vurmasıyla hayatını kaybetti. Olayın ardından teröristler özür diledi; koşucuyu Yahudi sanmışlardı...

    Hayattaki en büyük acıyı yaşayan Khouryler ise oğullarının adını yaşatmak için çok farklı bir kitap projesine imza attılar; İsrail’in en bilinen yazarı Amos Oz’un otobiyografisini Arapçaya kazandırdılar. Baba Khoury’nin, hukuk öğrencisi ve müzisyen oğlunun anısına gerçekleştirdiği proje, kendi toplumunda büyük tepkiyle karşılandı.

    “Aşk ve Karanlık”ın Arapça çevirisi geçtiğimiz ay Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta raflardaki yerini aldığında ise gelen yorumlar çok olumlu oldu.

    Arap dünyasının önde gelen gazetelerinden Al Hayat’ın Kültür Editörü Abda Wazen, Amos Oz’un kitabıyla ilgili çok olumlu bir eleştiri yayımlarken, kızgın görüşleri olanlar da ara ara seslerini duyurdular. Kitabın önümüzdeki aylarda, Ortadoğu’da daha geniş alanlara dağıtılması bekleniyor.

    Kudüs’te saygıdeğer bir avukat olan Elias Khoury, şiddetin kendi toplumunu zehirleyen bir etken olduğunu savunurken böyle bir projeyi gerçekleştirmesini söyle açıklıyor; “Edebiyat insanlar arasındaki önemli bir köprüdür.” Özellikle Aşk ve Karanlık kitabını seçmesini ise çevirinin önsözünde şöyle açıklamış:

    “Bu kitap, Yahudi halkının yeniden doğuşunun tarihini anlatıyor. Yahudiler, Holokost trajedisinden çıkarak yeniden doğdular; kendilerini yeniden organize ettiler; ülkelerini kurdular ve bağımsız bir millet oldular. Biz de bundan ders alabilir, öğrenebiliriz.”

    Khoury’nin bir Siyonist olmadığı aşikâr. Babası Nezaret yakınlarında sahip olduğu yaklaşık 750 hektar toprağı İsrail Devleti kurulunca ‘güvenlik nedeniyle’ kaybetmiş. Bu durum babasının iflas etmesine neden olmuş. Eğitimli biri olan babası, topraklarını kurtarmak için her şeyiyle mücadele etmiş ve İsrail’in iç güvenlik örgütü Şin Bet’in kara listesine girerek 20 yıl boyunca düzgün bir işte çalışamamış. En sonunda Kudüs’teki ünlü King David Oteli’nde muhasebeci olarak iş bulabilmiş. Bir süre sonra ise, 1975’te Kudüs’te şehir merkezinde, bir buzdolabında patlayan bomba ile, on iki kişiyle birlikte bir Filistin terör saldırısının kurbanı olmuş. Bomba patladığında Elias sadece birkaç metre uzaklıktaymış.

    Topraklarını İsrail Devleti’ne kaybeden, babasını ve oğlunu Filistin terörüne kurban veren Elias Khoury, iki tarafı da anlamaya yakın; tarafların birbirlerinin durumlarını yeniden değerlendirmesi gerektiğini düşünüyor. İngilizce ve İbraniceyi akıcı bir şekilde konuşan, kendisini bir Filistin milliyetçisi olarak nitelendiren Khoury, 1930’lu ve 40’lı yıllarındaki Yahudi mültecilerin yaşadıklarını bilmenin Filistinlilerin ve diğer Arap topluluklarının Yahudilere farklı bir bakış açısıyla bakmalarına araç olabileceğini düşünüyor.

    Amos Oz’un ‘Aşk ve Karanlık’ eseri yazarın başyapıtı ve modern İbrani edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak nitelendiriliyor. Bu kitabında Oz, diğer eserlerindeki gibi ‘birlikte ya da bir arada’ yaşama fazla yer vermese de Avrupa’dan Kutsal Topraklara doğru kendi yolunu bulmaya çalışan Yahudi ‘mültecilerin’ hikâyelerini duygusal bir şekilde yansıtıyor.

    Lübnanlı eleştirmen Abda Wazen, Amos Oz’un yazı dilinin güzelliğinden ve hikâyenin eşsizliğinden bahsederken ‘düşmanın’ kesinlikle okunmaya değer olduğunu vurguluyor.

    Filistinli bir filozof, Sari Nusseibeh, kaleme aldığı ve aynı dönemlerde Kudüs’te büyümenin nasıl bir şey olduğunu anlattığı otobiyografisi, ‘Bir Zamanlar Bir Ülke’ kitabının önsözünde Amos Oz’un eserini okuduğunu ve Yahudilerle Filistinlilerin özellikle o zamanlarda yaşadıklarının bu kadar benzerlik göstermesi karşısında şaşkınlık duyduğunu dile getiriyor.

    “İki taraf da trajediden doğmadı mı? İki taraf da birbirlerinin hikâyelerine karşı unutkan olmadı mı? İsrail- Filistin mücadelesinin kalbindeki sorun ‘diğerinin’ hayatını hayal edememek, anlayamamak değil mi?”

    Böyle düşünüyor Elias Khoury. “Eğer birbirimizi anlamazsak, aramızda her zaman şüphe ve doldurulamayacak boşluklar olacaktır.”

    Projenin gerçeklemesi aşamasında Amos Oz, kitabının Arapçaya çevrilmesini finanse eden Elias, eşi Rima ve diğer iki çocuğunu ziyaret ederek kendileri ile tanışmış. Oz, ‘Aşk ve Karanlık’ın Arapçaya çevrilmesi açısından doğru bir seçim olduğunu konusunda kendileriyle hemfikir. “Bu kitap, kahramanlık öykülerine değil, sadece İsrail Devleti’nin bir mülteci kampından nasıl doğduğunu gösteriyor. Elias, toplumlarımız arasında duygusal bağlar ve köprüler kurmak istemiş. Bunu yapabilmek için de birbirimizin hikâyelerini, anlatılarını okumamız lazım. Başka bir toplumun edebiyatını okumak, onların evlerinin içine girebilmektir.”

    Amos Oz, eserinde Avrupa’da genç bir Yahudi olan babasının anılarına da yer veriyor. Babasının o yıllarda Avrupa sokaklarında, “Yahudiler Filistin’e gidin!” mesajları içeren duvar yazılarına rastladığını, birkaç yıl sonra geldiği Filistin topraklarında ise “Yahudiler Filistin’den çıkın” sloganları ile karşılaştığını aktarıyor.

    Amos Oz

    Asıl adı Amos Klausner olan Oz, uluslararası kamuoyunda adını duyuran İsrailli yazarların başında geliyor. 1939 yılında Kudüs’te doğan yazar, İbrani Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat eğitimi aldı. Aynı zamanda gazeteci de olan Oz, çoğu zaman barış yanlısı söylem ve hareketleriyle de dikkat çeker. İsrail’in önde gelen ve barışı destekleyen kuruluşlarından Şimdi Barış (Peace Now)’ın kurucularından olan Oz, İsrail- Filisin sorununda da iki devletli çözüm planını ilk savunanlardandır.

    İlk kısa hikâyeleri 20 yaşındayken yayınlanan Oz, birçok eserinde İsrail’in tarihi olaylarına ve İsrail ile Filistinliler arasında diyalog mesajlarına yer verdi. 1997 Fransız Legion d’Honneur sahibi olan yazar, aynı zamanda sayısız uluslararası edebiyat ödülü de kazandı.

    Aralık 2008’de, İsrail’in Gazze operasyonunun birkaç gün öncesinde, İsrail’in önde gelen gazetelerinden Yediot Aharonot’da yayımlanan ve Hamas’a karşı İsrail hükümetini askeri harekâta çağıran bir beyanı imzalayanlardan olmuşsa da iki hafta sonra yine aynı gazetede Hamas ile ateşkesi destekleyen bir yazı da kaleme aldı.

    Aşk ve Karanlık

    Bu eser, Nisan 2006’da Doğan Kitap tarafından Türkçeye kazandırıldı. İşte, Türkçe çevirinin kapağında yer alan kitap tanıtımı:

    “Çağdaş İsrail edebiyatının en önemli temsilcilerinden birinin hayat hikâyesidir anlatılan. Savaşın perişan ettiği bir kentte, Kudüs’te büyümüştür çocuk. Annesi intihar etmiştir. Babası bir akademisyendir. Toplumun ve ailesinin baskısından kaçar ve İsrail’deki bir kibutza katılır. Adını değiştirir, evlenir, çocuk sahibi olur ve sonunda hem bir yazar hem de İsrail politikasının aktif bir üyesi haline gelir. O yazar Amos Oz’dur. İsrail’in en çok okunan edebiyat eserlerinden biridir yarattığı da: “Aşk ve Karanlık”.

    Amos Oz “Aşk ve Karanlık”ta bir aile destanı yazıyor. Bir milletin var olma mücadelesine ve çalkantılı günlerine tanıklık eden bir destan bu. Birbiriyle uyuşmayan kültürlerin, acının, azmin, sevginin ve karanlığın hikâyesi bu romanda anlatılan. Oz’un çizdiği Çehovvari karakterler ve anlattığı muhteşem hayatlarla uzun ama sürükleyici bir anılar dizisi çıkıyor ortaya. Bir çocuğun var olma mücadelesi, bir kitap kurdunun yaşamı, yazar olmaktan önce ‘kitap’ olmak isteyen ilginç bir kişiliğin serüveni…”

    http://www.salom.com.tr/news/detail/...ilecek-mi.aspx

  3. #3
    Üyelik Tarihi
    01 Şubat 2004
    Bulunduğu Yer
    Kuzey elleri
    Mesaj
    29.167

    Re: Saygı duyduğum bir sesi paylaşmak isterim...

    [size=x-large]'Edebiyat birbirimizi evimize davet etmektir'[/size]

    İsrailli yazar Amos Oz, otobiyografik romanı 'Aşk ve Karanlık'ta hem kendi kişisel tarihini hem de Kudüs’e göç eden Yahudilerin ve İsrail’in kuruluşunun tarihini anlatıyor.

    UTKU ÇAKIRÖZER

    İSRAİL’in dünya edebiyatına kazandırdığı ünlü isimlerin başında gelen Amos Oz, ülkesinde ve yayımlandığı tüm ülkelerde satış rekorları kıran otobiyografik romanı 'Aşk ve Karanlık'ta, sonradan tüm hayatına yön verecek olan annesinin intiharına zemin hazırlayan toplumsal yapıyı ve İsrail devletinin kurulduğu 1940’ların Kudüsü’nde yaşananları, 14 yaşındaki gözlemleriyle anlatıyor.

    Bu trajik olay sonrasında ailesini terk ederek komün hayatı yaşanan Kibbutz çiftliklerinde 30 yıl geçiren Oz, 20 yıldır da İsrail’in güneyinde çöl kenarındaki küçük bir kasabada romanlarını yazmaya devam ediyor. Yazdığı 22 eserin yanı sıra enerjisinin büyük bölümünü İsrail-Filistin barışının sağlanması için harcayan Oz, Doğan Kitap tarafından Türk okurlara sunulan 'Aşk Ve Karanlık'ın tanıtımı için Ankara’daydı.

    Aşk ve Karanlık’ı hangi rafta görmek istersiniz? Roman mı biyografi mi?

    Kitabı tanımlamak çok güç. Ne tam bir anı, ne tam bir roman, ne tam otobiyografi ne de tarih. Hem benim kişisel tarihim hem de Kudüs’e göç eden Yahudiler ve İsrail’in kuruluşunun tarihi. Halkımızın trajik olduğu kadar da komik hikayesini anlatıyor. Kitapçılar 'Nereye koyalım? Anı mı, otobiyografi mi, roman mı, tarih mi?' diye soruyor. 'Her gün başka rafa koyun, seçimi okuyucu yapsın' diyorum.

    Bu romanın yazılmasında hangi duygu etkili oldu?

    Bir sırrı çözme isteğiyle yazıldı. İki yetişkin insan olan annem ve babamın evliliği hüzünlü biçimde sona erdi. Annem kendisini öldürdü, babam hayata küstü ve tek çocukları ben, dünyada yalnız kalıverdim. İki gayet sıradan insan nasıl oldu da böyle bir trajediyi yaşadı? Kitaba başlarken çıkış yolum bu soruydu. Ama yazarken kimin suçlanması gerektiğine duyduğum ilgiyi bir kenara bıraktım ve 1940’ların, ‘50’lerin atmosferini yansıtmak istedim. Ailem nereden ve neden Kudüs’e gelmişti? Ne umarak gelmişlerdi, ne buldular?

    Bu kadar kişisel bir romanı, neden 21 kitap sonra ve 63 yaşında yazdınız?

    Yıllarca kendini öldürdüğü için anneme derin bir öfke duydum. Sanki bizi aldatmış gibi hissediyordum. Babamdan da böyle iyi birini kaybettiği için nefret ediyordum. Bu güçlü öfke ve nefret hisleri ancak onların anne-babası olabilecek yaşa geldiğimde, onları olgunlaşmamış çocuklar gibi gördüğümde dindi. Annem intihar ettiğinde 38 yaşındaydı. Ben kitabı 58’imde yazmaya başladım, 63’ümde, her ikisine de anne-babalık yapacak yaşta bitirdim.

    Nasıl bir Kudüs’tü yaşadığınız?

    Mülteci kampı gibiydi. Herkes Avrupa’dan ve Ortadoğu’dan kovulmuştu. Güvensizlik ve korku hakimdi. Avrupa’dan tüm tanıdıklarımızın, akrabalarımızın öldürüldüğü haberleri geliyordu. Aynısının bizim de başımıza geleceği yönünde kaygılar vardı. Annemin kararında da özel sebeplerin yanı sıra bu toplumsal ruh hali etkili oldu. Toplumsal gerginlik beni de o kadar etkilemiş olmalı ki çocuk aklımla 'karıncalar gibi öldürülen bir yazar olmaktansa, kütüphanede asırlarca yaşayabilecek bir kitap olmayı' tercih eder haldeydim. O yılları aşıp şu anda kitabımla birlikte ben de burada olduğum için çok şanslıyım.

    Türk okurları kitabınızda ne bulacak?

    Birbirimizi siyaset ve ticaretin ötesinde de tanımalıyız. Edebiyat birbirimizi evimize davet etmektir. Roman mutfağa, hatta yatak odasına davettir. Bu kitapla Türk okurlar, ‘İsrailliler, Yahudiler kimdir?’ ‘neden Kudüs’teler’ ‘Yaşadıkları trajikomik olaylar, yaptıkları yanlışlar neler?’ sorularının yanıtını bulacak. Türklerle aramızda büyük benzerlikler de var. Biz kimiz? Nereye aitiz? Dinin devlet içinde rolü nedir? Avrupa’ya karşı güvensizliğimizin ardında ne yatıyor? İsrail’deki tartışmaların neredeyse aynısı burada da sürüyor. Romanım da iki halk arasındaki bu diyaloğun parçası olarak görülmeli.

    Kitaplarınızda Yahudi ve Arap kahramanlarınıza birbirleri için 'boğazkesen, kana susamış' gibi ağır sıfatları bilinçli olarak mı kullandırıyorsunuz?

    Edebiyatın üstlendiği rollerden biri de stereotipleri ortaya çıkarıp bunları yok etmektir. Ben Yahudilerin gözünde Arapların, Arapların gözünde Yahudilerin tanımını özellikle ortaya koyuyorum. Bu kötü tanımlar hayalgücü fakirliğinin, birbirini tanımamanın bir ürünü. Roman da işte bunu ortadan kaldıracak en güçlü alet. Roman okuyan artık karşısındakine o anlatılan stereotiple bakmamayı öğreniyor.

    Anti-semitizm ve İslamofobi sizi korkutuyor mu?

    Anti semitizm dini ve siyasi liderler tarafından sömürülen bir korku. Yahudilerin yıllarca vatansız olması ve her yere yayılmış olmalarıyla da alakalı. Artık bir ülkeleri var: İsrail. O nedenle yavaş yavaş ortadan kalkacak ama bu yüzyıllar alacak. İslamofobinin de anti semitizmle çok ortak özelliği var. İnsanlar televizyon kafasını sallayan fanatikleri görüp ‘Bu İslam’ diyor. Basitleştirme ve hayalgücü eksikliği. Beni asıl endişelendiren din değil bu fanatizm. Her dinin fanatiklerine dikkat etmemiz gerekli.

    Sizi yazmaya motive eden neydi?

    Benim büyüdüğüm çevrede herkes yazardı. Kitap yazamayan, editörlere öfkeli mektuplar yazardı. Manav şiir, bakkal anı yazardı. Ama bende asıl yazma isteği annemi kaybedince oldu. Onun hikayeciliği, fantazi dünyası ve geniş hayalgücü aynen bana geçmiş. Kısacası, bu annemin mirası. Babam 17 dilde okurdu ama annem hikayeciydi. İkisinin karışımı.

    İyi bir yazar olmanın önkoşulları nelerdir?

    Kendinizi olayın, çatışmanın tüm taraflarının yerine koyup, onların koşulları ile özdeşleştirebilirseniz iyi romancı olabilirsiniz. Karı-koca arasında çöpü kimin dışarı koyacağı konusunda çıkan kavgayı yazabilmek için ikisinin de tarafında olabilmelisiniz. Kendi kendinize tenis oynar gibi bir şey bu. İkincisi, kendi dilinize karşı çok iyi bir kulağınız olması lazım. Onu sevmeli ve müziksel olarak da çok iyi hakim olmalısınız dilinize. Üçüncüsü, her şeye çok ama çok meraklı olmanız lazım.

    Kitaplarınız Kudüs’teki çocukluk günlerinizin izlerini taşıyor. Sizce kişisel deneyimini anlatan yazarlar daha mı başarılıdır?

    Fantastik eserler yazan yazarlar dahi, ilginç kıyafetlerde bile olsa mutlaka kendi kişisel tecrübelerini yazarlar. İstisnasız her yazar insan hayatının çok basit yönlerini yazar: Aşk, yalnızlık, ait olma, nefret, ölüm. Üsluplarımız farklı olabilir ama bu temel içerik değişmez.

    Dünyanın en kanlı bölgesinde yaşamanıza rağmen, eserlerinizde savaşı yazmamanızın nedeni nedir?

    Çok istedim ve denedim. Ama savaş meydanını yazamıyorum. Sadece gördüğünüz, işittiğiniz değil kokladığınız, hissettiğiniz bir şeydir savaş ve ben bunu kelimelerle ifade etmenin yolunu henüz bulamadım. İleride, doğru bir şeklide aktarabileceğime kanaat getirirsem yazacağım.

    Savaş karşıtı mısınız?

    1967’de Mısır cephesinde, 1973’te de Suriye cephesinde. Sevdiklerimi, özgürlüğümü savunmak için savaşmaya her zaman hazırım. Ama ülkeye fazladan toprak katmak için hapse girmek pahasına bile olsa savaşmam. Küçükken Kudüs’teki İngiliz birliklerine roketle saldırmayı planlar, taş atar, ‘İngilizler evine defolsun’ diye bağırırdım. Şimdi Filistinli çocukların İsrail askerlerine aynısını yaptığını görmek çok üzücü bir ironi.

    Neden soyadınızı değiştirdiniz?

    Annemin ölümü sonrasında babama isyan ederek evi terk ettim ve 14 yaşında Kibbutz adı verilen çiftliklerden birinde yaşamaya başladım. Soyadı değişikliği de bu kişisel devrimin bir parçasıydı. 'Oz' güç ve cesaret anlamına gelir. Benim de Kibbutz’da yaşamak için ihtiyacım olan buydu.

    Kibbutz’da bir yandan çiftçilik ve diğer işleri yürütürken aynı zamanda dünyaca tanınmanızı sağlayacak eserleri nasıl yazdınız?

    Bir sabah kalkıp Kibbutz yönetimine ‘artık ben yazar oldum. Bana verdiğiniz işleri yapmıyorum’ deme hakkım yoktu. O nedenle adım adım uzlaşma sağladık. İlk eserim basıldığında çiftlikteki görevlerin yanı sıra beş gün öğretmenlik, bir gün de garsonluk yapıyordum. Yazmak için haftada bir gün izin istedim. Çok tartışıldı ve oylamayla izin verdiler. Zamanla kitaplarım basılarak Kibbutz’a da gelir sağlandıkça izin sayısı iki, sonra da üç güne çıktı. Yazdıklarımla ün kazandığım yıllarda bile yazmak için sadece dört gün iznim vardı. İki gün öğretmenlik ve çiftçilik yapıyor, bir gün de lokantada garsonluk yapıyordum. Garsonluk yaparken de ‘ünlü oldu, işleri sallıyor’ demesinler diye, herkesten daha çok ben koşturuyordum.

    Kibbutz’dan sonra taşındığınız çöl kenarındaki Arad’da konu bulmada güçlük çekmiyor musunuz?

    Oğlumun astımı yüzünden buraya taşındık ama ben edebi açıdan hiç şikayetçi değilim. New York’ta olsam gecede iki yüz, Tel Aviv’de ise yüz ilgi çekici roman malzemesini kaçırdığımı bilerek kahrolacaktım. Arad’da ise günde konuşacak ancak bir-iki ilgi çekici konu çıkıyor. Ben de zaten onları yazıyorum!

    İsminiz Nobel adayları arasında gösteriliyor. Bu ödülü almanın kriterleri neler?

    Nobel Komitesi’nin politikalarını hiçbir zaman anlamadım ve anlayacağımı da sanmıyorum.

    Son kitabınızın konusu nedir?

    Türkçeye henüz çevrilmeyen 'Suddenly, in the Depth of The Forrest (Ormanın Derinliklerinde Aniden)' torunlarım için yazdığım bir masal. İnsanlar dışındaki tüm canlıların bir anda ortadan yok olduğu gizemli bir köyün hikayesi.

    Türk yazarlarından kimi seviyorsunuz?

    Türk yazarlarından İbraniceye çevrilen iki yazar var: Orhan Pamuk ve Yaşar Kemal. Onları severek okudum. Pamuk’un dili çeviriye rağmen çok güçlü.

    Kitaplarınıza Türkiye’den tepki geliyor mu?

    Bu Türkçe’ye çevrilen dördüncü kitabım. Daha önce başka bir yayınevindeydim şimdi Doğan Kitap’tayım. Önceki kitaplarım beğenilmişti ve Türk okurlardan birkaç mektup almıştım. Bunda da ‘inşallah’ iyi bir ilgi bekliyorum.

    'Aşk ve Karanlık' / Amos Oz / Çeviren: Gülden Şen / Doğan Kitap

    http://www.milliyet.com.tr/ozel/kitap/220506/3.html

Benzer Konular

  1. son zamanlarda okuduğum kitapları sizinle paylaşmak isterim
    Konuyu Açan: baps, Forum: Kültür ve Kitap.
    Cevap: 2
    Son Mesaj: 26 Aralık 2007, 10:12
  2. Cevap: 61
    Son Mesaj: 16 Kasım 2006, 11:06
  3. En güzel Üç ses: Para sesi, Kadın sesi, Su sesi...
    Konuyu Açan: nerdogan, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 21
    Son Mesaj: 07 Temmuz 2006, 13:13
  4. mısır kahire hakında tecrübelerinizi paylaşmak isterim...
    Konuyu Açan: yuvam, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 12
    Son Mesaj: 27 Aralık 2005, 00:39
  5. Bir erkeğe duyduğum sevgi
    Konuyu Açan: harry_potter, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 14
    Son Mesaj: 12 Mart 2004, 17:45

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Dosya Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.