Toplam 8 sonuçtan 1 ile 8 arasındakiler gösteriliyor.
  1. #1

    Mayıs ayı hayatımız gibiydi

    1 bardak demli çay alın, Rodrigo'nun gitar konçertosunu dinlerken aşağıdaki yazıyı okuyun..
    http://fizy.com/s/17nyhf

    ...........................

    Mayıs, benim için öfke ve direniş ayıdır. Mayıs, benim için hüzün ve yenilgidir.

    Mayıs ayı bitmez. Tam bitecekken yine gelir ve kendisini hatırlatır...

    Mayıs ayı, eve geldiği ürpertici bir gecede, bizim çocukları astılar, diye kesik kesik ağlayan babamdır...

    Bu ülkenin onuru, masumiyeti, direnişi, temiz kalmış son çocukları asılmıştır mayıs ayında, ama mayısın hıncı ve kurbanları bitmemiştir yine de...

    Mayıs ayı, Almanya’nın Köln şehrinde bana sonsuz bir hasretle sarılıp, sen İstanbul kokuyorsun, diyen Atilla Keskin’dir en çok... Çünkü, mayısın bütün öfkesi, direnişi, hüznü, yenilgisi, bitmeyen istekleri ve son kurbanı onda toplanmıştır...

    En sevdiği, canından çok sevdiği insanları hep mayıs ayı içinde yitirmiştir o...

    Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’la birlikte yola çıkmıştır. Aynı hareketin, Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu’nun öncüleridir hepsi. Özgürlük ve adalet istemişlerdir. Bağımsız bir ülke ve o ülkede halkların kardeşçe yaşamasını istemişlerdir. Türkiye’yi yerinden oynatmışlardır...

    Halklar inanmıştır bu çocukların haklılığına ve taleplerine. Bir subay olan babam dahi, bir mayıs gecesi, bizim çocukları astılar, diye ağlıyorsa, yeniden geri dönüp o günlere bir kez daha ve derinden bakılmalıdır...
    Ama kırılgandır tarih. İyilikler ve umutlar alınırsa elinden, aklı kötülüğe ve zulme çalışır. Nitekim öyle oldu...
    Yakalandı bizim çocuklar. Askeri mahkemelerde yargılandılar. Kalbi bu çocuklarla olanlar umutlarını ve heyecanlarını korkunun karanlığında gizlediler...

    Askeri mahkemeden 18 idam çıkar... Hakkında idam kararı çıkanlardan biri de Atilla Keskin’dir...
    Deniz’i, Yusuf’u, Hüseyin’i Mamak Askeri Cezaevi’ndeki ön hücrelere tek tek koyarlar. Belli ki onların idamı kesindir artık. İntihar etmesinler diye de hücrelerindeki lambalar koridora alınmıştır. Hüseyin İnan’ın, yani herkesin benimsediği ismiyle Dede’nin elinde “Gerilla Savaşı ve Marksizm” adlı kitap vardır ve çok az bir zaman sonra idam edileceğine hiç aldırmadan, bütün dikkatiyle okumaktadır... Yusuf Aslan’ın hücresinin duvarında ise Pir Sultan Abdal’ın resmi asılıdır. Resimde, Pir Sultan Abdal’ın boynuna idam ilmeği geçirilmiştir. Tarihin kırılganlığı devam etmektedir...

    Yusuf Aslan bir ara hücresinden arkadaşlarına seslenir: Biz gidiciyiz, bu kesin... Kendinizi sıkı tutmalısınız! Belli ki mapusluk süreci bu kez uzun olacak sizin için. Biz gittikten sonra üstünüze çok geleceklerdir. Kendinize bir uğraş bulun. Bol bol okuyun, hatta ikinci bir dil öğrenmeye çalışın. Yoksa zamanı tüketmeniz kolay olmayacaktır...

    İdamla yargılandıkları halde, birbirleriyle şakalaşmaktan geri kalmayan, ölüme bile güle oynayarak, yaşam sevinçlerinden bir nebze bile yitirmeden giden insanlardır bunlar...

    Hücrelerine dadanan ve yakalayıp Abdürrezzak adını verdikleri bir fareyi kuyruğundan iple asıp, fareden çok korktuğunu bildikleri Yusuf Aslan’ın hücresinin önünde sarkıtan, onu ranzasının en üst noktasına tırmandırıp arkadaşlarından can hıraş feryatlarla yardım istemesine en masum neşeleriyle gülen bu çocukları nasıl unutur ki insan...

    O Yusuf ki, tutuklamalarından birinde polisler bıyıklarına bakıp, bunlar ne biçim bıyık ulan..., diyerek yoldukları için ve başka tutuklanışında polislere bu zevki bir daha tattırmamak için sorgudan önce, kendi bıyıklarını kendisi yolan; o Yusuf ki; elleriyle boğazını sıkıp, dilini dışarı çıkararak, bakın işte, beni astıklarında görüntüm böyle olacak! , diyerek kendi ölümüyle bile alay eden, yaşam dolu ve korkusuz bir insandı...
    Deniz, bambaşkaydı benim için. Herşeyden önce babası Cemil Gezmiş, babamın arkadaşıydı. Kadıköy’ün, masaları yeşil örtülü, o yoksul esnaf kahvelerinde buluşup, acı çaylar içer, idamların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini konuşurlardı...

    Deniz bambaşkadır benim için. Atilla Keskin’in görüş günlerine gelen abisinden Rodrigez’in gitar konçertosunu getirmesini istemiştir... Sarıldığım devrimciliktir onunkisi... Hep sevgiden sözeden Che Guevera gibidir… Yaşam sevinci, coşku, espri, hüzün ve duygusallıktır o... Rodrigez, belki de ilk kez onun varlığında, aynı anda yaşama ve ölüme çalmıştır gitarını, son bir kez içilen bir bardak hapishane çayı, son kez ciğerlere çekilen bir nefes sigarayla birlikte...

    Hüseyin İnan ise okur, düşünür ve yorumlar. Hareketin gizli öncüsü odur. Boşa konuşmaz, herkes ona inanma ihtiyacı duyar. Eylemleriyle kanıtlar düşüncelerini. Sakin ve bilgedir. Bu yüzden arkadaşları ona “Dede” derler...

    Ama dedim ya, kırılgandır tarih, iyilikler ve umutlar alınırsa elinden, aklı kötülüğe ve zulme çalışır...
    Önce Deniz’i götürürler idam sehpasına… Deniz, masaya çıkmadan önce, orada hazır bulunanlara, bizi cezaevinden yangından mal kaçırır gibi kaptılar, havalandırarak getirdiler; ayakkabılarımızın bağlarını bile bağlamamıza fırsat vermediler; postallarımın bağlarını bağlasınlar; asıldığımda ayağımdan düşmesini istemem, diye bağırır. Sonra gardiyanlar onu masaya çıkartır. Bir gardiyan ilmeği açar, genişletip, boğazından geçirir. Deniz o anda son sözlerini söylemeye başlar: Yaşasın tam bağımsız Türkiye! Yaşasın Marksizm-Leninizm! Yaşasın Türk ve Kürt halklarının kardeşliği! Yaşasın işçiler, köylüler! Kahrolsun emperyalizm! ..
    Deniz asılırken Yusuf Aslan’ı getirirler oraya ve Yusuf Aslan oradakilere, duydum Deniz’in sesini, der. Darağacı bu defa onun için hazırlanır. Yusuf çıkar bu defa taburenin üzerine ve son kez şöyle der: Ben ülkemin bağımsızlığı ve halkımın mutluluğu için, bir defa, şerefimle ölüyorum. Sizler, bizi asanlar, şerefsizliğinizle hergün öleceksiniz! Bizler halkımızın hizmetindeyiz, sizler Amerika’nın… Yaşasın devrimciler! Kahrolsun faşizm! ..

    (İnanın o yılları yaşayan biri olarak, bunları yazmak hiç kolay değil. Yirmi iki-yirmi üç yaşındaki o insanların bu sonsuz cesareti ve inancı karşısında hayranlıkla birlikte, derin bir utanç da duyuyorum. Utanıyorum, çünkü bugün ülkemizin üzerinde Çatlı’nın faşist ruhu dolaşıyor. Utanıyorum, çünkü bu ülkede birçok lisede gençler kendilerine örnek insan diye, Çatlı’yı seçmiş. Utanıyorum, çünkü Çatlı’nın ev arkadaşı, iş arkadaşı olduğunu söyleyen birileri, pervasızca ve sanki hiçbir şey olmamış, sanki onca insan boşuna ölmüş gibi, yanıbaşımızda ahkam kesebiliyor...)

    Ve sonra sıra Dede’ye, Hüseyin İnan’a gelir. Sigara içip içmeyeceğini sorarlar. İçmeyeyim, der. Sonra orada bekleyenlere döner ve ayağındaki lastik ayakkabıları göstererek: Söyleyin babama, yarın ayağımdaki bu lastik ayakkabıları görüp, doğru dürüst bir ayakkabısı bile yokmuş diye, üzülmesin. Askeri cezaevinde, ayakkabılarımızı giymemize bile fırsat vermediler. Ayakkabılarım cezaevinde kaldı. Onlara hediyem olsun... Savcı, sözünü kesmek için, sehpaya çık, diye bağırır. Hüseyin İnan, masanın üzerinde, gayet sakin; sabırlı ol, çıkacağım, der. Ve tabureye çıkmadan, masanın üzerinde son sözlerini söyler yüreklice: Ben, şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımın mutluluğu ve bağımsızlığı için savaştım. Bu bayrağı bu ana kadar şerefle taşıdım. Bundan sonra bu bayrağı Türk halkına emanet ediyorum. Yaşasın işçiler, köylüler ve yaşasın devrimciler. Kahrolsun faşizm! ..

    Diner ağır kapıların ve acımasız kilitlerin gürültüsü... Diner zincir şakırtılarının sesi...1972 yılının 6 Mayıs’ıdır...
    Bir kişi daha götürülse idama bu Atilla Keskin olacaktır. Ama daha başka kimse götürülmez. Son idam edilen Hüseyin İnan’dır. Ama vasiyeti kalır Atilla Keskin’de... İdama, darağacına götürülürken, Hüseyin İnan, can yoldaşından, Atilla Keskin’den tek bir şey ister: Eğer birgün kurtulursan bu zindanlardan, eğer birgün özgür olursan, bir sevdiğin olursa ve ondan da bir oğlun olursa, ne olur benim adımı koy…
    Ölmeden önceki son isteği budur Dede’nin...

    Aylardan mayıstır. Zulüm ve dostluk; inanç ve erken ölüm birbirine karışmıştır, ama unutulmayan tek bir şey vardır: Verilen sözler... İnsanın alnına yazılır. Üstelik aylardan mayıssa ve darağacına giden insanlar en sevgili arkadaşlarsa, dostlarsa, umutlarsa, direnişlerse ve sözkonusu olan, onların son dileğiyse...
    Atilla Keskin, Mamak ve Niğde cezaevlerinde dört sene kaldıktan sonra,1977 yılında yurtdışına çıkar. Kendi gibi yürekli bir kadını sever. Bu kadından bir oğlu olur. Unutmak mümkün müdür o son sözleri: Eğer yaşarsan, eğer bir kadını seversen, eğer ondan bir oğlun olursa, ne olur benim adımı koy...
    Ve dünyaya gelir o çocuk. Hiç şüphesiz, adı Hüseyin İnan olur. Dede İnan...

    Almanya’dır gurbetin adı… Aradan yıllar geçer, Hüseyin İnan büyür. Sürgünlük büyür, büyür vatan hasreti, büyür yirmi iki-yirmi üç yaşında asılan yoldaşların özlemi...

    Ve birgün, küçük Hüseyin İnan, spor yaptığı yerden dönerken, sırt çantası yoldan geçen bir kamyona takılır. Tekerleklerin altına sürüklenir birden Dede İnan. Ve o an can verir... Ve ne acıdır ve ne tuhaftır ki, aylardan mayıstır... Oğluna benim adımı koy, diyen yoldaşın adını taşıyan ilk oğlu, ilk gözağrısı yine mayıs ayında alınmıştır Atilla Keskin’in elinden. Alınmıştır yaşamdan...

    Mayısdevlet midir? … Mayıs öfke ve direniş midir? … Mayıs zulüm müdür? … Mayıs hüzün müdür? … Mayıs, bu ülkenin asılan son masum ve lekesiz çocukları mıdır; kırılan tarih mi, yoksa hayatın ta kendisi midir mayıs? … Nedir mayıs? ...

    Masumken ölmüştür Hüseyin İnan, tıpkı ismini aldığı Hüseyin İnan gibi, onun yoldaşları gibi… Bu yüzden annesi, beyaz bir tabuta konulmalı, diye diretir. Almanya’da günlerce beyaz ve küçük bir tabut aranır. Sonunda bulunur o beyaz tabut. İçine Hüseyin İnan konur… İçine Türkiye konur… İçine, bu ülkenin yitip giden masumiyeti, darağacına korkusuzca, hatta güle oynaya giden ve kendi ölümleriyle bile alay eden lekesiz, yiğit çocukları konur...

    12 yaşındaki İnan’ın arkadaşları, mezara o an üzerlerinde ne varsa, çiçeklerini, kasetlerini, ayakkabılarını, wolkmenlerini, şapkalarını atarlar...

    Ağlamak ayıptır ya devrimciler için, hep içimize akıtırız ya o içimizi dağlayan gözyaşlarını… Yüreği avucunda bir şair bozar bu kalpsiz geleneği; Atilla Keskin’in en yakın dostlarından şair Nihat Behram bozar… Ben ağlıyorum ve kimseden izin almıyorum, der... Ve işte o an boşanır gözyaşları... Ve Atilla Keskin, yoldaşları birkaç metre ilerde asılırken ağlamayan Atilla Keskin, tam 21 yıl sonra, ilk oğlu Hüseyin İnan’ın mezarı başında ağlamaya başlar.

    22 yıldır dönemediği ülkesi Türkiye için, o cesur ve yiğit yoldaşları için, hergeçen gün yokedilen masumiyetler ve inançlar için, kirletilen umutlar için ve bunların hepsini o kısacık, o ceylan ömründe taşıyan ilk oğlu Hüseyin İnan için ağlar. Doyasıya ve katıksız ağlar. Onca yıl, biriktirdiği herşey için, sustuğu ve içine attığı herşey için... Tıpkı babamın, bir mayıs ayında, bir gece vakti eve gelip ve hepimizi uyandırıp, biliyor musunuz, bizim çocukları astılar, diye ağlaması gibi...

    Yine de özlenir hayat, yine de özlenir ne kadar kirlense de Türkiye ve İstanbul… Ve Atilla Keskin, bana memleket hasretiyle sarılıp, sen de İstanbul’un kokusu var, diye gözyaşlarıyla sarılır...

    Bir kere gelenek bozulmuştur. Artık çok şey birikmiştir içimizde. Zehirlenmemek için, ne hissediyorsak öyle olmalıyız ve öyle davranmalıyızdır...

    Ve Nihat Behram,12 yaşında, evine dönerken bir kamyon altında kalan Hüseyin İnan için şu dizeleri okur mezarının başında:

    “Acıların sessiz, sözsüz kuşlarını bıraktın şarkılarımıza...
    Ölümlerde ağlanmasın diye ezberlemiştik; senin için ağladık...
    Çünkü, bahar günü yürek taşımanın ölçüsüydü senin için ağlamak...
    Can üstünde parçalamış senin gibi bir çiçeğe ağlanır...”


    Anladım, mayıs herşeydi… Öfkeydi, direnişti, zulümdü, yenilgiydi; o cesur ve yiğit yoldaşlardı, ölümüyle alay eden Yusuf Aslan’dı, babası üzülmesin diye ayakkabılarını arkadaşlarına hediye ettiğini söyleyen Hüseyin İnan’dı; asılmadan önce son kez dinlenen Rodrigez’in gitar konçertosu eşliğinde içilen son çay ve son sigaraydı; babamın, bizim çocukları astılar, diye kesik kesik ağlamasıydı; Atilla Keskin’in, sen İstanbul kokuyorsun, diye bana sarılmasıydı mayıs ayı... Beyaz bir tabutun başında hep birlikte söylenen son dizelerdi...


    Mayıs hayatımız gibiydi. Doyasıya aşık olduğumuz, tekrar tekrar sevişsek de o hep özlediğimiz yere bir türlü ulaşamadığımız, bu yüzden acı çektiğimiz, acı çektikçe hasretle bağlandığımız sevgilimiz gibiydi mayıs ayı...
    Mayıs hayatımız gibiydi...


    Cezmi Ersöz

  2. #2
    Üyelik Tarihi
    18 Ağustos 2004
    Bulunduğu Yer
    İstanbul
    Mesaj
    8.331

    Re: Mayıs ayı hayatımız gibiydi



    Sağol gülüm.

  3. #3
    Üyelik Tarihi
    05 Haziran 2002
    Bulunduğu Yer
    yıldırım/bursa
    Mesaj
    25.404

    Re: Mayıs ayı hayatımız gibiydi

    sağol...

  4. Re: Mayıs ayı hayatımız gibiydi

    teşekkürler

  5. #5
    Üyelik Tarihi
    10 Temmuz 2007
    Bulunduğu Yer
    kızımın olduğu her yer
    Mesaj
    6.333

    Re: Mayıs ayı hayatımız gibiydi

    çok çok çokk güzel

  6. #6
    Üyelik Tarihi
    02 Ağustos 2006
    Bulunduğu Yer
    istanbul-acıbadem
    Mesaj
    550

    Re: Mayıs ayı hayatımız gibiydi-2'de şiir ekledim

    Teşekkürler.
    2 'de şiir katayım yanına dedim.
    *******************

    Üç dağa ağıt

    Açlığın
    çıplaklığın acısı mı genişliyor
    dalları meyvaya çağıran rüzgâr mı

    Dalgın bir kuşun ötüşünden
    sevdiğinin kalbine düşen aşık mı
    yağmuru emen toprak mı derinleşiyor

    Yas mı tutmalıyım onurlu ölüme
    halkın gözlerini dolduran çizgilere
    umudu mu çağırmalıyım

    Ah gidiyor işte gidiyor göz göre göre
    sıcak titreyişi varlığını hayata adamışların
    gidiyor
    öfkenin haykırışları
    yasalarıyla gidiyor kahredişin
    zulmün ve iğrençliğin buyruklarıyla gidiyor
    toprağa düşen bakımsız yapraklar gibi değil
    azarlanmış çocukların kederiyle değil
    doğuşun ve sevmenin feryadıyla gidiyor
    ölümü donatan arkadaşlarım

    Ah gidiyor işte gidiyor göz göre göre
    durutarak gündüzleri geceleri
    durutarak adanmışlığı, mertliği yüceliği
    damıtıp sevdalarına
    nefesi toprağa aşılamaya gidiyor arkadaşlarım

    Bulutlar da hafif mi kar taneleri kadar
    özgürlüğün borcu mu ödeniyor

    Yaralar mı açılıyor yoksulluğa
    ezilmişliğin isyanı mı sesleniyor

    Ah, gidiyor işte gidiyor göz göre göre
    birer rüzgâr uğultusu bırakarak yanan ateşe.
    N. Behram / Mayıs 1972

    deniz kasidesi

    açıklarda göz gözü görmez fırtınadan anlar gelir
    körfeze kocaman ve soğuk pelikanlar gelir
    buzlu bir hüzünle yüklü yorgun ve üzüntülü

    kasırga sarsar katedralleri uzaktan çanlar gelir
    her biri bir rüzgâra uzanmış ezanlar gelir
    görünmez bir nabızdır atar telsizler büyülü

    ermiş deniz fenerlerinden aydınlık dumanlar gelir
    eski bir şarkıda gemileriyle kaybolanlar gelir
    siyah yelkenleri rüya tozlarıyla örtülü

    sanki deli bir su patlar çoğul yatağanlar gelir
    var mı yok mu anlaşılmaz yağlı korsanlar gelir
    kırbaçları kan içinde dev bıyıkları gürültülü

    döner sis anaforları bir imdat çınlar gelir
    ıslıkların kemendiyle çekilip boğulanlar gelir
    boyunları kırılmış son derece ölü

    canlanır liman meyhanelerinde anlatılanlar gelir
    inanılmaz ejderhalar kanatlı yılanlar gelir
    ihanet gibi kılçıklı kabahat gibi tüylü

    bir çatışma parıldar ki batı’da kanlar gelir
    mor uğultulardan oyulmuş erguvanlar gelir
    vahşi yapraklarında tuz böceklerinin tülü

    çözülür şimşeklerin demeti tel tel yananlar gelir
    tepeden tırnağa elektrik yeşil papağanlar gelir
    billurdan gagalarında çapraz bir rüzgâr gülü

    günler dağılır altüst olmuş zamanlar gelir
    başka başka takvimlerden başka insanlar gelir
    ölümlerini tekrar tekrar yaşamaya gönüllü
    attilâ ilhan / 1972

  7. #7
    Üyelik Tarihi
    31 Ocak 2003
    Bulunduğu Yer
    türkiye/istanbul
    Mesaj
    8.322

    Re: Mayıs ayı hayatımız gibiydi

    paylaştığın için sağol mine.. ne diyeyim bilemedim.. gözyaşlarımı tutamadım ben..

  8. #8
    Üyelik Tarihi
    18 Nisan 2003
    Bulunduğu Yer
    İstanbul
    Mesaj
    10.863

    Re: Mayıs ayı hayatımız gibiydi-2'de şiir ekledim


Benzer Konular

  1. Cevap: 54
    Son Mesaj: 09 Mayıs 2007, 23:41
  2. Kabus gibiydi resmen.!!
    Konuyu Açan: $aTo, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 35
    Son Mesaj: 15 Ağustos 2006, 07:55
  3. 17 Mayıs ve 31 Mayıs tarihli ücretsiz seminerlere davet
    Konuyu Açan: ali_ulusoy, Forum: Genel Forum.
    Cevap: 4
    Son Mesaj: 15 Mayıs 2006, 15:10
  4. Cevap: 8
    Son Mesaj: 03 Mayıs 2005, 15:11
  5. Cevap: 56
    Son Mesaj: 10 Mayıs 2004, 09:12

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Dosya Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.