Gizem Altın, 1974 İstanbul doğumlu genç bir kadın. Gemi acenteliğinden, reklam ajansına kadar birçok farklı sektörde çalıştı. Taa ki bir gün işinden kovulana kadar. İşsizlik matem değil mutluluk nedenine dönüştü. Tazminatıyla bir Interrail bileti aldı, beş haftalık Avrupa turu yaptı. Dönüşte heybesinde bir de kitap vardı: Bir Bilet Al (Gendaş Yayınları).
Hayatı, ABD’nin açtığı Green Card piyangosunu kazanmasıyla bir kere daha yön değiştirdi. Gizem Altın yedi senedir Amerika’da yaşıyor. Amerikalı eşiyle bu kış 1,5 sene sürecek bir dünya turuna çıktı. Hem de bisikletle! İlk adımda Avrupa’yı 3,5 ayda geçip İstanbul’a geldiler. Sırada Türkiye var. Sonbaharda ise istikametleri Uzakdoğu üzerinden Avustralya.
Yola çıkmadan önce işlerimizi bıraktık, evi, otomobili sattık. Sadece beş koli eşyamız kaldı. Ev tutarını dönüşte yeni başlangıç için bankaya koyduk. Geziyi diğer gelirler ve son 1,5 senede biriken para ile yapacağız. Tasarruf hayat kalitemizi düşürmedi, aksine artırdı. Dışarıda yemeyi ve alışverişi kesince o kadar çok para kalıyor ki! Gezi dönüşü halkla ilişkiler işini bırakacağım. Çevre bilimi mastırı yapıp, bu alanda çalışmaya başlayacağım.
Seyahati planladığımız son bir senede Amerika’da her yere bisikletle gittik, otomobil kullanımını minimuma indirdik. Bisiklet doğayı kirletmiyor, üstelik sağlıklı. Spora gitmeme gerek kalmıyor, trafik sıkıştığında otomobillerden hızlı gidiyorum. Küresel ısınmayı düşününce, doğru yolda olduğumu hissediyorum.
Bisiklet atım gibi. Kendimi çok mutlu hissediyorum. Bisikletle seyahatte hem birliktesiniz hem de yalnız. Bazen yan yana gidip sohbet ediyoruz, bazen aramızda mesafe oluyor. Yirmidört saat beraber olunca bu küçük mesafeler iyi de oluyor.
ÖZEL DONANIMA GEREK YOK
Eşyaları toplarken her gramı hesap ettik, diş fırçalarımızın bile uçları kesiktir o yüzden. Yine de çantalarımın toplamı 30 kiloya yakın. Özel imalat bir tur bisikleti kullanıyorum. Yarış tipi gibi ama dayanıklı. Çok vitesli, tekerlekleri sağlam. Çelik ağır ama zarar görünce kaynak yapmak mümkün. Eşimin benzer bisikleti yola çıkmadan çalındı. Brian, 200 dolara ikinci el bir dağ bisikleti aldı. Benim pırıl pırıl bisikletimde bile sorun çıktı ama onunki saat gibi işliyor. Yani böyle bir seyahat için özel donanıma ihtiyacınız yok.
YAŞASIN SERVAS KARDEŞLİĞİ
Servas, dünyaya barış ve dostluğu yaymaya çalışan harika bir organizasyon. (www.servas.org) Senede 75 dolar üyelik bedeli karşılığında rehber kitap veriyor. Rehberde her ülkenin Servas üyelerinin isimleri, adresleri, hobileri var. Zengin kişiler değil ama sizi yatıracak yerleri, yemek ikram edecek imkanları var. Bir üyeyi arayıp, evinde kalıyorsunuz. Hiçbir ücret, karşılık talep etmiyorlar. Tabii kaldığınız yer otel değil. "Yemeğimi yedim, çıkıyorum. Kaçta dönerim bilmiyorum" diyemiyorsunuz. Evin kuralına uymanız gerekiyor. Kimi şehirlerde hostele gidiyoruz. Çoğunlukla çadırda kaldık. Çadır zorunlu zaten. O gün 50 km. gitmeyi planlarken lastik patlıyor ya da çok dik yokuşlarla karşılaşıyorsunuz, yolda çadırda konaklamak gerekiyor. Bazen harika manzarayla karşılaşıp, ayrılmak istemiyorsunuz.
ÇANTA DOLUSU YİYECEK BİRKAÇ SAATTE BİTİYOR
Bisikletle yolculukta planlamanız gerekenlerin en önemlisi gıda. Çok iyi beslenmelisiniz. Koca çantayı yiyecekle doldursanız bile birkaç saatte boşalıyor. Çantalarımızın yarısı enerji veren, basit ve besleyici gıda dolu. Bol bol mercimek, makarna ve sebze yedik. Almanya’da sucuk bulduk. Bozulmuyor, besin değeri yüksek. Çantamız biraz sucuk koksa da pek önemsemiyoruz.
NELER GÖRDÜK?
Hollanda dünyanın en düz ülkelerinden. Otobandan farklı parkurda, doğanın içinden geçen bisiklet yolu altı bin kilometre. Tüm şehirlerin arasında bisiklet yolu var. Amsterdam, Avrupa’da bisikletle gezdiğimiz ilk şehirdi. Etekle, topuklu ayakkabıyla bisiklete biniyor, önde ve arkada birer çocuk taşıyabiliyorlar.
Tepelerle ilk kez Belçika’da karşılaştık. Düzlükten sıkılırken, yokuşun ıstırabını yaşadık. Küçük bir ülke olduğunu düşünüyorduk, yanılmışız. Gayet kendine özgü bir karakteri ve görüntüleri var. Brüksel ve Brugge şehirleri çok hoşumuza gitti. Ülkenin güneyi yemyeşil, çok güzel bisiklet yolları var. Lüksemburg’a girmemizle çıkmamız bir oldu. Fransa ve Almanya arasındaki tampon bölge gibi. Almanya’ya girmeyi düşünmüyorduk. Bir Türk olarak önyargılarımın da katkısı vardı tabii. Ancak Fransa’ya giderken yolun bir kısmında Almanya’dan geçmemiz gerekiyordu. Saarburg şehrinde bir markette alışveriş yaparken bir Alman yanımıza gelip sohbet etmeye başladı. Türk olduğumuzu duyunca gözleri doldu, "Hiçbir yere gitmiyorsunuz, misafirim olacaksınız" dedi. Meğer, 20 sene önce Türkiye turu yapmış. Türkler çok yardımcı olmuş. Gece evlerini verip, kendileri misafirliğe gitmişler. Bu vefa borcuyla bizi üç gün çiftliğinde ağırladı, yedirdi içirdi. Almanya’ya bakışım değişti. Fransa’da beyaz şarap üretilen Alsace bölgesinde bisiklet yolu bağların, çok güzel köylerin içinden geçiyordu. İstisnasız her tepede bir şato vardı.
Tura İsviçre’den başlasaydık, kesin pes ederdim. Yokuşları soluğumuzu kesti. Çocukluğumun Heidi çizgi filmi görüntüleri arasında pedal çevirdim. Doğası ne kadar güzelse, şehirleri o kadar sıkıcı. Salzburg - Budapeşte arasındaki çok ünlü bisiklet yolu tamamen doğanın içinden geçiyor. Yakın mesafelerde konaklama ve yemek imkanları var. Yolumuz bu sayede Avusturya’ya düştü. Onlar kadar asık suratlı, kaba, yabancı düşmanını görmedim. Turist bürosundakiler bile nazik değildi.
Slovenya’daki Bratislava’ya, oradan da Macaristan’a gittik. Doğuya doğru pedal çevirdikçe ruh değişti. Batı Avrupa’nın tekdüze hayatı sıkmaya başlamıştı. Müze gezmek, kafede oturup bir kahveye 5 Euro vermek istemiyorduk artık. Budapeşte’de fiyatlar makul olduğu gibi, Macarlar da çok şeker insanlardı.
devami:
http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/6934085.asp?gid=56
aklima Aynur geldi bu yaziyi okurken...