IŞIĞI YANAN EVLER...
Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım
yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim. Gençtim,
bekârdım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer.
İlk gece bir eve misafir olmuştum. Tren istasyonunun hemen yanında bir
evdi. Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti.
Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler
ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de
diyemiyordum. Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü
olan Hacı anneye
sıkılarak: "Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim.
Hacı anne:"Evlâdım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu
bekliyoruz" dedi. Merak ettim, tekrar sordum: "Trenden sizin bir yakınınız
mı inecek ?"
Hacı anne: "Hayır evlâdım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak
burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu
saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların
yabancısı biri geldiğinde, "ışığı yanan bir ev" bulsun diye bekliyoruz."
Konya Ovası'nda, yada bir başka yerinde Türkiye'nin, trenden inen
yabancılar için "Işığı yanan evler" yerinde hâlâ duruyor mudur?
Yabancılar, yorgun bedenlerini yün yataklarda dinlendirmeye devam
ediyorlar mı? Aç bir köpeğin önüne bir kap yemek bırakan kadınlar
yaşıyorlar mı? Kuşlara yuva yapan mimarlar sahi şimdi neredeler? Bu güzel
insanlar, atlarına binip gitmişler. Bizler, atlarına binip giden güzel
insanlara sahip bir medeniyetin yetimleriyiz. Çekip gidenlerin
doldurulmamış boşluklarında savrulup duran yoksullarız.
Şâir öyle diyordu: "Güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler." Şimdi bu
güzel insanlar, neden ve nasıl atlarına binip gittiler? Onları ne yıldırdı
da bir daha dönmemek üzere, sessiz sedasız gittiler? Ey güzel yurdumun
güzel insanları! Neredesiniz?
BENIM NOTUM : OKUYUNCA HUZÜNLENDIM BIRAZ...GIDEREK BENLIGIMIZI KAYBEDIYORUZZ SANIRIM...