Ne zordur çok iyi bilirim sabah daha gün aydınlanmadan kalkıp, akşamın yorgunluğu üzerimizde bir yük gibi, banyoya ayak uçlarında uzanıp kendine gelmeye ve yüzümüzü yıkarken içimizdeki pişmanlık duygusundan sıyrılmaya çalışmak. Sonra yine ayak uçlarında sessizce hazırlanırken aynı pişmanlığın yanlış olduğunu bunu “onun iyiliği geleceği ve de kendimizi mutlu etmek” için yaptığımız gerçeğini kendimize kabullendirmek. Sonra odasına gidip, uyanmasından korkarak yanağına kaçamak bir öpücük bırakıp, gerçeğimize kapıyı aralamak, bilirim zordur. Sonra tam kapıdan çıkarken “uyuyordu, beni görmedi, uyanacak, beni yine göremeyecek, ya bana olan güvenini sarstıysam keşke uyansaydı veda etseydim, yanağına öpücüğü kaçamak değil de kocaman verseydim, bana camdan el sallasaydı” diye düşünürken, canımızın içini emanet ettiğimiz kişiye, söylenen tembihler, nasihatler… ne zordur çok iyi bilirim. Sonra asansörü beklerken geri dönüp unuttuğumuzu sandığımız ama aslında hemen hergün aynı şeyleri tekrarladığımız ayrıntıları yeni hatırlamışçasına büyük bir heyecan ve tedirginlikle emanet edilene anlatmak… ah ne zordur… gitmek…
Sonra yolda acele adımlarla yetişmeye çalıştığımız, yakalamaya uğraş verdiğimiz geleceğe; sözler vermek, bugün akşam… diye başlayan planlar kurmak, onunla daha fazla oynamalıyım diye düşünüp öncelikleri tekrar gözden geçirmek… keşke kızmasaydım, daha sakin olmalıydım pişmanlıklarının, “bırakıp gitme” nin üzerine kurduğu yürek acısı… kendimizi yargılamalar… zordur… iyi bilirim…
Ertesi sabah ve bir sonraki sabah da aynı olacaktır ya da öğlenler, akşamı iple çekmeler, bir an önce ona kavuşma isteği aslında hergün aynı olacaktır ama gün geçtikçe, zaman geçtikçe, ilkleri hep veya çoğunlukla emanet edilenden duydukça, bir telefonun ucunda bu kavuşma isteğinin arttığını duyumsayıp, pişmanlıklarımız artacaktır, yorgunluklarımız katlanacak, aslında ne kadar da basit yaşamak istediğimizin farkına varıp "acaba ben 5 yıl önce de böyle mi düşünüyordum" diyerek kendimizi tanıma adına sorgulamalar listesi uzayıp gidecektir.
Doktorlardan, uzmanlardan yardım almalar, “acaba doğru davrandım mı” deyip buna çoğunlukla da doğru cevabı çocuğumuzun hareketlerinden tepkilerinden anlamaya çalışmak ikilemi saracaktır hem yüreğimizi hem beynimizi…
Gün bazen güne uymayacaktır, bırakıp gitmenin ya da sessizce evden kaçmanın her ne kadar onu ardımızda ağlamadan bırakmanın artı tarafı ise de, yine de beynimizi kemirecektir “güven mi sarstım” sorgusu… dedim ya gün bazen güne uymayacaktır, siz sessizce ayak uçlarınızda telaşla hazırlanmaya çalışırken deyim tam yerinde “kokunuzu alacaktır” ve sabahın erken saatinde kollarınızda olmak isteyecektir… onu kollarınıza alıp sarmalayıp, öpüp koklayıp hiç bırakmamak.. içinizdeki sesi ben de duydum; “işin canı cehenneme”… yaşadınız değil mi? sonra kolunuzdaki saate gözünüz takılacak… içinizdeki ses “hadi geç kalıyorsun, bir an önce çık” dedi bile… yine duydum… ) Gün güne uymadı bugün sessizce gidemediniz, annesinin kollarında olmak isteyen miniğinizi öptünüz, kokladınız, açıkladınız “anne işe gidecek, sana mama alacak, akşam gelecek, seni çok seviyorum” siz inandınız mı? ama o anlamadı! Alt dudağı burkuldu bile… yüreğinizin titrediğini o sizden önce anladı…
Sonra o bildik, doktordan-uzmandan duyduk ve kendimizin de inandığı ve aslında doğru da olan “vedalaşma sahnesini” bir hipozeti doğrularca, ayinsel bir eda ve çabayla harfiyen uyguladık… ama olmadı ağladı işte… Yüreğiniz titredi, pişmanlıklar başladı ve hatta siz işten istifa mektubunu daha işe gitmeden, asansörde yazdınız ve patronunuza da “ben önce anneyim” deyip istifa mektubunu masasına attınız bile değil mi?… hayır, asansörden çıktınız ve telaşla “yaptığım doğru! iyi ama niye ağladı?” diye düşünüp, doğru cevabı bulmak adına acele adımlarınızı çoktan solladı mantığınız değil mi?…
“Çalışan anne olmak”, “anne” olmak yeterince zorken bir de başına bir sıfat-fiil eklemek… galiba doğa gerçekten “dağına göre kar” veriyor…
Hep böyle geçti benim de oğlumu kucağıma aldıktan sonraki neredeyse ilk 12 ayım… ama şimdi oğlumla sabahları öpüşüp, koklaşıp, birbirimize el sallayarak ve akşama görüşürüz diyerek ve de telaşlı adımlarımı mutluluğun solladığı günlerdeyim dostlar…
Zor oldu, zor geldi bu günler, hem yaşanası açıdan hem de süre olarak zor, çok zor geldi, ama geldi işte… Size de gelecek bu sabah telaşınızı ağlamaların yerine mutluluğun, gülücüklerin aldığı zamanlar…Yeter ki kendi doğrunuzu, kendi yaşam gerçeğinizi önce siz bilin, sevin, dört elle sarılın ve sahip olduklarınıza yaşatın bu mutluluğunuzu, kabullenin demiyorum, oldum olası sevmem bu “kabul”ü, seçimlerimiz dışı, zorlama, dayatma, istemsizlik içerir gelir bana… oysa biz seçtik… önce bizim yenmemiz gerekiyor ayrılık endişesini ve pişmanlıkları, önce bizim mutlu olmamız gerekiyor seçimlerimizden…
Anne olmak zorken bir de sıfat-fiil ekleyip Çalışan Anne’ye ben bir de işi daha da zorlaştırıp “Çalışan “mutlu” anne” olmadan önce “ailemizin dengeli geçimi ve hem ailemizin hem de kendimizin sağlıklı yaşamı için gerekli kararın” verilmesinden sonra herşeyin daha kolay çözülebilir problemler olduğunu gördüm-yaşadım.
Önceleri evde sonraları anaokulları ve kreşlerde ardımızdan ağlamayan, kendine güvenli-mutlu bir çocuk yaratmak için ve tabi mutlu anne-baba olmak için galiba önce suçluluk duygusunu bir yana bırakıp;
1- onlarla nasıl iş birliği yapmamız gerektiğini öğrenmek gerekiyor;
* Cocugunuza ricada bulunma sekliniz ,size itaat mi, itiraz mı edecegini belirler.
* Tutumlarınızı kontrol edin.
* Cocuklarınızın size itaat etmesini bekleyin.
* Sucluluk duygusu, hissedip , mazeret beyan etmeyin.
* Unutmayın en onemli gorevimiz cocuklarimizi mutlu etmek degil,onları hayata hazırlamaktır.
* Hata yapabileceginizi kabul edin,ama unutmayın hicbir hata telafisiz degildir.
* Gerektiginde uzlasmaya varın.
* Belirsiz beklentilere girmeyin.
* Olumsuz davranıslara goz yummayın.
* Tutarlı bir sekilde tutarsız olmayın.
* Acık ve net cumleler kullanın.
* Secenekler sunun.
* Eger cocugunuz secmeyi reddederse bunun kendi kararı oldugunu hissettirin.
* Yardımcı olacak sorular sorun.
* Espri gucunuzu kullanın.
* Kuralları onceden hazırlayın.
* Kurallarınızın bozulması durumunda , yapılacakları planlayın.
* Cocuklara kimin yetkili oldugunu anlatın.
* Bagırma .tehtit etme, dovme gibi yanlıs davranıslara asla girmeyin.
* Rusvet ve odulu birbirinden ayırt edin ,onunda etmesini saglayın.
* Cocuklarınızdaki en iyi yonleri ortaya cıkartın ,ve gelistirin.
* Gerektigi yerde, gerektigi kadar övun ve yureklendirin.
* Kardesleriyle olan iliskilerini guclendirin.
* Onu dinleyin.
* Kardesler arasındaki olaylarda, kendinizi olayın dısında tutun.
* Hakem olmayın ,danısman olun.
* Sikayetleri engelleyin
* Objektif olmayı ogrenin.
* Adalet her zaman esitlik anlamına gelmeye bilir bunu unutmayın.
* Kardesler arasında sevgi dolu duyguları artırın.
* Ofkelendiginde sebebini arastırın. bastırmaya calısmayın.
* Kendi ofkenizi asla cocuga yansıtmayın.
* Cocuklarınızın davranısı karsısında sucluluk duygusuna kapılmayın.hata nerde yapıldı arastırın.
* Ve sunu asla unutmayın Sevgi kanatlarınızın altındaki bir ruzgardır. ve etkilemeyecegi hic bir sey yoktur.
* Sorun ne kadar buyukte olsa basta sevginizle onun ustesinden geleceksiniz.Bunu hep hatırlayın.
Diye… uzun bir liste bu liste… keşke hayatımız da duygularımızda bu kadar kolay listelenebilse ya da böyle reçete listeler her hastaya iyi gelse diye düşünürken içimizden “doğru ama” ,“zor da” dedik bile… Ardımızda mutlu bir dünya yaratacak mutlu çocuklar bırakmak için öğrenilesi ne çok şey var örneğin;
2-Yönlendirme
Eğer yaptıkları bir davranış için ödüllendirilirlerse çocuklar o davranışı tekrarlarlar.
Nasıl olacak;
1- Överek-cesaretlendirerek
2- Gülümseyerek, sarılarak, öperek
3- Sevdiği bir işi yaparak ( Örneğin bir öykü okuyarak, TV' de sevdiği bir programı izlemesine izin vererek, parka götürerek gibi.)
4- Küçük bir hediye vererek
5- Göstererek, yardımcı olarak ve yapabilmesine izin vererek
6- Farkederek
Hatırlıyorum bir zamanlar uygulayıp da umduğum gibi gelişmeyen sonralar için bu reçete listelere “kuşkuyla” baktığım anları… ama meyvelerini uzun zamandır topladığım şu günlerde düşününce “doğruymuş” diyorum. Hatta bazen geriye döndüğümde yazdıklarımı, sabah sendromlarımızı sizlerle paylaştığım anları şimdi yüzümde tebessümle okuyorum…ve son olarak aslında herşeyin “sahip olduğumuz değerlerle” nasıl iş birliği yapacağımızı öğrenmekle, doğru yönlendirmeyle ve her aileye ve koşullarına özel çözümlerin mutlaka olduğuna inarak, bizi sabah sendromlarından kurtaranın “kendi” gerçeklerimi(zi) önce kendimi(zi)n kabul etmesi, sevmesi, ayrılık kaygısını yine önce kendim yendikten sonra doğru bir iş birliğinin ve yönlendirmenin olduğunu sizlerle de paylaşmak istedim.
Sevgiler