• HAFTASONU ATAM’IN EVİNDEYDİK

    Hafta sonu kısa bir ama bir kadar da keyifli Selanik-Kavala gezisi yaptık. Yorucu ve sıkıştırılmış bir geziydi ama ben gittiğime çok memnun oldum. Önce aklımda kalan teknik bilgileri vereyim size. 11 milyonluk Yunanistan’ın 5.5 milyonu Atina’da, 1 milyonu Selanik’te yaşıyormuş. Nüfusun % 65’i kadın geriye kalanı erkekmiş. Ama işin acı tarafı ise kadınların çirkin, bakımsız ve çok şişman oluşlarıydı. Komşudaki erkekler acınacak durumda arkadaşlar. Türkiye’deki tüm erkekler size sesleniyorum, çok şanslısınız, çook. Erkekler hem az, hem de öyle dönüp de bakacağın yakışıklıkta filan da değiller. Bu anlamda verimsiz bir yer. Selanik’te Türk konsolosluğunun önünde bekleyen iki asker dışında ortalıkta Yunan tanrılarına benzeyen tek bir adamın olmayışı ise ayrıca üzücü bir konu. Zaten bir Avrupa ülkesinde olduğunuzu anlamak mümkün değil. İnsanları bizlere çok benziyor. Yolda yürüyen kadınları, banklarda oturup sigara içen adamları, dilencileri, yığılmış dağ haline gelmiş çöpleri, bakımsız binaları ile yabancılık çekmek mümkün değil. Yol üzerinde geçerken gördüğümüz köyleri ve kasabaları sokakta oynayan çocukları, balkonlarda oturan ve sabitlenmiş gözlerle etrafı seyreden yaşlıları, asılı çamaşırları, tenekelere ekili çiçeklerle donanmış bahçeleri ve dolup taşan kahvehaneleri ile bize çok benziyorlar.

    [img]/images/pencere/2280-01.jpg[/img]
    Gelirinin çoğunu deniz taşımacılığından kazanıyormuş. Yani deniz ülkesi oluşunu çok akıllıca değerlendirmiş. Dünya deniz taşımacılığının dörtte birini Yunanlılar yapıyormuş. Özetle Yunanistan armatör kaynıyor. Tarım ve hayvancılık öyle dişe dokunur şekilde değilmiş.

    Yol kenarlarına, kazalarda ölenler ve yaralananların anısına minik minik, kuş yuvasına benzeyen minyatür ibadethane benzeri şeyler yapmışlar. Sıkıcı yolları enteresan yapan tek şeyde buydu. Bizim otobanlarımızda düşünemedim böyle bir şeyi.

    Selanik oldukça sevimli bir şehir. Çokça İzmir’i ve birazda Antalya’yı çağrıştırıyor. Ruhsuz ve bakımsız evlerin arasından geçerken en çok dikkatimi çeken şeyin pek çok balkondan sarkan Yunan bayrağı olduğunu fark ediyorum. Oldukça fanatikler bu konuda. Panoramik bir şehir. Muhtemelen her evi deniz görüyor. Sokak aralarında tıpkı Beyoğlu’ndaki ve Kadıköy’deki gibi meyhaneleri ve barları var. Çok güzel bir sahili, sahile paralel uzanan şık ve keyifli caddeleri, caddelerin ortalarında şahane meydanları var. Zaten yurtdışındaki şehirlerde gezerken en sevdiğim yerlerin bu şehir meydanları olduğunu fark ediyorum. Bu meydan olayı sanırım Avrupalılara özgü bir şey. Niye bizde böyle meydanlar yok diye hayıflandım. Son derece şık, kalabalık caddeleri zevkle geze geze sahildeki Beyaz Kule’ye ulaşıyorsunuz. Kule’nin tepesinden 360 dereceyle şehri seyretmek mümkün ve bir o kadar keyifli. Dikkatimi çeken başka bir şey ise, Fransa’daki ya da İtalya’daki kadar heykel yok. Birkaç yerde Yunanlı filozofların büstlerinden, birkaç tane de eski devlet adamlarından başka heykel yoktu ortada. Yüz on civarın tanrı ve tanrıçası olan Yunanlıların, hiç olmazsa Poseidon (Deniz Tanrısı), Artemis (Ana Tanrıça), Adonis (Bereket ve Erkeklik Tanrısı), Athena (Zeka Tanrısı), Herakles (Kuvvet Tanrısı) gibi çok bilindik olanlarından görmek isterdim Selanik caddelerinde. Hiç olmazsa, ta kalktım oralara kadar gittim, bari Hebe (Gençlik Tanrıçası), ve Phantaso (Fantezi Tanrısı) gibi benim için çok gerekli olanları ile karşılaşsam fena olmazdı.

    [img]/images/pencere/2280-02.jpg[/img]

    [img]/images/pencere/2280-03.jpg[/img]

    Şehre ilk girdiğimizde önce Selanik’i tepeden seyrettik. Kaleyi gezdik. Hediyeliklerimizi aldık. Magnet çılgınlığından dolayı da kendime çok kızıyorum. Deli gibi magnet topluyorum her şehirden. Sonra Aya Dimitros kilisesini gezdik. Ben ne zaman bir kilise gezmeye kalksam tamda ayine denk düşer. Kader yine tecelli etti ve ayini seyrettik. Onların çok teatral görünen ayininden de içim sıkılıyor. Kızım bir dolu adakta bulundu. Niyeyse ben bu sefer hiçbir şey dilemedim. Ama şu yazıyı yazarken pişmanım dilek dilemediğime. Birikmiş dileklerim var !

    Gezinin en önemli ve can alıcı anı gelmişti benim için. Atatürk’ün evini görmeye gidecektik. Hayal ettiğim gibi değildi pek çok şey. Bir kere çok şehrin ortasında sıkışıp kalmıştı. Etrafı yüksek katlı evlerle çevrilmiş sanki biraz mahzun bir havası vardı. Hep pembe olarak hayal ettiğim ev pembe değildi üstelik. Sonra izinlerimiz konsolosluğa verildi ve Atatürk’ün evini gezmek için heyecanla beklemeye başladık. Bizi içeri aldılar, önce konsolosluğun bahçesinden geçerek minik ama sevimli bir bahçeye ulaştık. Heyecanlandım. İtiraf ediyorum gözlerimde doldu. Yirmi kişilik gruplar halinde eve aldılar, elbette ilk gurupla gezdim evi. Doğal olarak eşyalar yenilenmiş ve bakımlıydı. Mutfakta ise, o devirle alakası olmayan metal bir masa ve sandalyeler vardı. Tüm odaları, banyoyu, çalışma odasını her yeri heyecanla, kalbim küt küt atarak, gözlerim dolarak, bir zamanlar burada Atatürk’ün de dolaştığını, kapılara, duvarlara, camlara ellediği düşünerek elimi her yere sürterek dolaştım. Hayatımda en çok istediğim bir şeyi gerçekleştirmiştim. İçim garip bir şekilde dalgalandı. Engelleyemediğim gözyaşımı saklamak için hızla üst katlara çıktım. Kameraya kaydeder gibi her şeyi kayderek seyrettim.
    [img]/images/pencere/2280-04.jpg[/img]

    [img]/images/pencere/2280-05.jpg[/img]

    [img]/images/pencere/2280-06.jpg[/img] [img]/images/pencere/2280-07.jpg[/img]

    Sonra, geziyi birlikte yaptığımız ve benim İstanbul’a geldiğimde ilk dostluk kurduğum ve bu zamanlara kadar aynı sevgi ve birliktelikle geldiğimiz Akcan ailesi ile dolaşmaya başladık. Eşlerimiz önde, kızlarımız arkamızda ve şansımıza 20 derecelik bir havada dolaştık tüm Selanik’i. Selanik’in simgesi ile olan Beyaz Kule’ye iki km uzaklıkta, Egnetia caddesindeki Holiday İnn otelde kaldık. Çok merkezi her yere rahatlıkla yürüyerek, gezerek görerek ulaşabileceğiniz bir otel. Selanik’e gezi yapacaklar için önemle duyurulur. Selanik’te pek çok Osmanlı mimarisi var. Ama pek çoğu bakımsız ve yok edilmiş. Osmanlı’nın izlerini itinayla temizlemişler! Şehirde metro için kazı çalışması başlatılmış ama yarım kalmış. Yarım kalmışlığın nedenine gelince ise, metro çalışması yaparken buldukları arkeolojik yapılarmış. Tıpkı İstanbul’da olduğu gibi. Ama en azından tarihe saygı gösterip metro çalışmasını tamamen durdurmuşlar.

    Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın doğum yeri olan Kavala çok güzel ve sevimli bir şehir. Vali buraya kocaman bir iki medrese, iki mescid, bir okul ve bir imarethaneden oluşan bir külliye yaptırmış. Hemen ilerisine ise denizi kuşbakışı gören 32 odalı güzel bir ev yapmış ailesine. Bilmem kaç sene evvel de mısırlı çok zengin bir kadın, çok büyük bürokratik engelleri aşarak ve çok paralar ödeyerek Osmanlı mimarisinin ve hayırseverliğinin en güzel örneklerinden biri olan imarethaneyi satın almış ve butik otel haline getirmiş. İsmini de İmaret Hotel koymuş (!) Ama an azından orijinal kapısını ve onun üzerindeki Osmanlıca yazıyı yok etmemiş. İmarethanenin hemen ilerisindeki 32 odali evi de kendine yazlık olarak tahsis etmiş bu mısırlı zengin hatun. Zaten evin hemen önünde Kavalalı Mehmet Ali Paşa atının üzerinde, bir eliyle kılıcını kınından çekerek, biraz kızgınlıkla, gayet azametli olarak evine bekçilik ediyor. Mısır’lı hatun bu baskı altında nasıl uyur, onu da bilemem !

    [img]/images/pencere/2280-08.jpg[/img] [img]/images/pencere/2280-09.jpg[/img]

    Kavala’lının evini olduğu üst tarafları gezdikten sonra yavaş yavaş aşağı doğru yürümeye başladık. Kanuni’ni, donanmasını muhafaza ettiği Kavala’yı kalkındırmak için Damat İbrahim Paşa’dan şehre su kanalları yaptırmasını söyler, yani bizim yakışıklı Parga’lıya. Hah işte, tam o kanalların altından geçtik. Sonra sahile inip ailecek hayatımızın en güzel kalamarlarını yedik. Biz buralarda kalamarı hep halka şeklinde yerken orada kalamarlar bütün halinde bacaklarıyla getiriyorlar. Hava çok güzeldi, mart ayı bize güzel bir kıyak yaptı ve güneşi hiç esirgemedi. Uzo’nun tadını ise hiç beğenmedim. Rakı nerde uzo nerde!

    Güzel zamanlar nedense çabuk tükeniyor. Çok eğlenceli ama bir o kadar da yorucu bir haftasonu tatiliydi. Kızımı Atatürk’ün evine götürebildiğim için dünyanın en mutlu kadınıyım. Artık anneme benziyorum. Annemde öğretmen olduğu için, çocukluğumuzda yaptığımız tüm tatillerde bizi tarihi yerlerine de götürürdü, anlatırdı, hatta coğrafi ve tarihi bilgi verirdi. O zamanlar biz bunun değerini bilmezdik elbet. Aklımız fikrimiz denize girmek ya da çarşıda dolaşıp alışveriş yapmaktı. Şimdi bende annem gibi oldum. Her gittiğim yerin tarihsel öyküsünü merak ediyorum. Bizim bilmediğimiz, başka yerde okuyamadığımız detaylarını duymak istiyorum. Her tatilin bende birikimler oluşturmasını arzuluyorum. İşte ben böyle bir şeyler biriktirebildiğim, anılarıma heyecanla ekleyeceğim, bir müddet keyifle anlatacağım bir tatil yaptım. Geçen sen çok gezmiştim. Aynı dilekleri bu sene içinde diliyorum. Ve senenin açılışını yapmış oldum. Şimdi çok büyük bir heyecanla mayısı bekliyorum. En çok gitmek istediğim yere gideceğim, eğer bir aksilik olmazsa. Bekleyin, size anlatacağım daha güzel gezi anılarım olacak.

    Demet Eşrefoğlu Vardar
    Mart 2011

    [img]/images/pencere/2280-10.jpg[/img] [img]/images/pencere/2280-11.jpg[/img]
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.