• Hüzün Yeşilmiş meğer...

    Hüzün Yeşilmiş meğer...

    Küçücük bir hüzün yerleşiyor gözlerine…beni daha görür görmez.O sevinen bal renkli gözlerde yeşil hareler oluşuyor. Anlamıyorum bu bakışı, şaşırıyorum.

    “Anneeem” diyerek atlıyor kucağıma, yanak yanağa iskelede çarşı ortasında duruyoruz.Sonra ben kafamı onun mis kokulu boynuna, kıpkızıl saçlarına gömüyorum…Evlat kokusu ne güzel yarabbim…

    Kucağımdan iniyor… Yüzünü iki avucuma alıyorum, her yerinden öpüyorum.Kikirdiyor.”Sıra bende” diyor, o kelebek öpüşüyle öpüyor beni.
    Kelebek gibi dokunuyor dudakları yanağıma…değdi değmedi…Oysa o öpücük hep orada kalsın istiyorum ben.
    Evlat öpücüğünün izi kalır mı ana yanağında…Kalması gerek.Çünkü o öpücükler koruyor anaları…

    Arabada durmaksızın konuşuyor, zaten ben dönene kadar hiç susmuyor.
    Ne yemiş, nereye gitmiş, nerede kırmızı bir böcek görmüş, böcek kırmızıymış ama uğur böceği değilmişmiş, bahçedeki domatesler olmuşmuş, biberler çiçekteymiş, anneannesine çok yardım ediyormuş, kuzenine de göz kulak oluyormuş, karşı sokakta kavga ettiği çocuk bu sene gelmemişmiş, hay allah ne yazıkmış ki hala ödevlere başlamamışmış, kırmızı balığı yaşıyor muymuş, ben yalnız kaldığım için çok üzülüyormuş…
    Sonra başını öne eğiyor:”Anne seni çok özledim” diyor.
    Susuyor sonra ekliyor “2 gün sonra gideceksin ve seni yine özleyeceğim” diyor

    Beni iskelede karşılayış anından başlıyor gidişimin üzüntüsü…Küçük kızımın kalbi sevinsin mi üzülsün mü bilemiyor.Annesi gelmiş ama iki gün sonra dönecekmiş İstanbul’a.

    Başını kaldırıp bakıyorum, gözler yeşil hareli… Hüznü ben mor sanırdım hüzün yeşilmiş meğer.

    Eve gelince hava kararmış olmasına rağmen beni bahçede gezdiriyor, herşeyi göstermek istiyor. Elimi bırakmıyor.
    Gece birlikte koyun koyuna yatıyoruz. Ben bir süre uyanık kalıyorum…Saçlarının hafif deniz suyu kokusunu içime çekiyorum.Hayatta herşeyi kokularla anımsayan ben bu kokuyla dopdolu uykuya dalıyorum.

    Sabah tepemde bir güneş ışığı zıplıyor…Zıplamış çıkmış yatağıma…Kırmızı saçlar her yanda.
    -Annecim günaydııınnnn
    -Günaydın birtanem
    -Hadi kalk kahvaltını hazırladım
    -Ne! Sen kahvaltı mı hazırladın bana.
    -Ben aslında yatağına getirecektim ama anneannem “gelsin de bahçede çiçekler içinde yapsın kahvaltısı” dedi.
    -Tamam güzelim hemen geliyorum ama önce ver bakalım bugünkü 100 öpücüğümün ilkini.

    Tam öpecekken onu da yatağa yuvarlıyorum...boğuşma gıdıklama…kahkahalar içindeyiz.

    Plajdayız…
    -Anne beraber yürüyüş yapalım mı geçen seneki gibi
    -Tabi yavrum, kuzenini de çağır, sizi iskeleye kadar götüreyim.
    -Hayır anne… biz ikimiz olalım sadece…anakız başbaşa…

    Ben omuzuna dolanıyorum, o belime sarılıyor.
    Hem yürüyoruz, hem sohbet ediyoruz…

    -Saçıma örgü boncuk yaptırır mısın?
    -Aa ne iyi fikir…bu akşam yaptıralım Dafne’cim
    -Anne harikasın! Sen de yaptırır mısın?
    -Ben tatil için geldiğimde yaptırırım tatlım, ne renk olsun boncukların?
    -Bak anne, ben şöyle düşündüm, gökkuşağı renklerinde varsa öyle yaptıralım.Yoksa oradan seçeriz birlikte

    Akşam boncuk örgü saçında!
    Eflatun beyaz…

    -Anne sen yokken doğum günün için bir hediye hazırladım ben.

    Kırmızı plastik bir çantanın üstünde dergilerden kesilmiş çiçekler yapıştırılmış.Raptiye ile kordelalar konmuş.
    Tükenmez kalemle “iyi ki doğdun annecim” yazılmış.
    Müthiş özgün bir parça.Bayılıyorum… Yine öpücük sellerindeyiz.

    İstanbul’da benden gizli gizli, pıtır pıtır yaptığı, plastik parçalardan, atık kağıtlardan, kağıt çiçeklerden ürettiği “cep süslerini” arkadaşlarına satarak kazandığı 3 TL’yi bana verirken ki halini anımsıyorum.
    “Ben tasarımcı olacağım, bu da mesleğimden kazandığım ilk para” demişti.

    Bir annenin yaşayabileceği en büyük gurur bu olsa gerek dostlar!

    “Dafne’cim, bu çanta süslerinden üretip satacak mısın” diyorum, “Bilmiyorum, henüz planlama aşamasındayım, alıcı varsa duruma bakacağım” diyor.
    Seviniyorum…Mesleğini seçmiş kızım, çok büyük tasarımcı olacak, beni de kraliçeler gibi yaşatacak.
    Yürüyüşüm değişiyor…Koltuklarım kabarıyor.


    Akşam saat 18.30’da kalkıyor deniz otobüsüm. Sabahtan beri ağzını bıçak açmıyor. Denizde keyifsiz, çarşıda keyifsiz.
    Bende bitmek bilmeyen bir vicdan azabı… “O burada harika bir tatil yapıyor, İstanbul’da kalsaydı ben işte o evde… yazık olurdu”…diyerek avutuyorum kendimi. Ama annelik dinmek bilmeyen bir vicdan azabı demek zaten.Içimi rahatlatamıyorum bir türlü.

    Babam “ben seni motorla bırakırım iskeleye” diyor. Vedadan kaçınabilmek için “hemen tamam” diyorum. Herkesi evin önünde öper kucaklarım, deniz otobüsü hareket edene kadar ben içeride o dışarıdayken yaşadığım o berbat ruh halinden kurtulurum böylece…

    Küçük el çantam hazır. Sıra veda da.
    En sona O’nu bıraktım.
    Yanağına minik bir buse konduruyorum.
    O da bana kibarca sarılıyor.
    “Yavrum iki hafta sonra buradayım, her akşam telefonla konuşacağız, anneannene dedene iyi bak, onlar sana emanet” diyorum.10 yaşının olgunluğu ve sorumluluğuyla “Tamam annecim, sen onları merak etme...beni de merak etme” diyor.

    Eğiliyorum, yüzyüzeyiz.
    Bal gözlerinde yeşil hareler var…Kıpırdıyor.
    Hüzün yeşilmiş meğer…

    Bana bakıyor…bakıyor.

    “Anne gözlerin yemyeşil olmuş” diyor.
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.