• Kopkoyu bir gölge...İstanbul'da unuttuklarımdan biri:Gülhane

    İl Kültür ve Turizm müdürlüğünde işim var,Sultanahmet’teyim.
    Yurdum insanının yardımseverliğine ve yol tarifine inanıp meydanı üç kez dolaşarak sonunda aradığım binayı buluyorum.Sıcaktan bunalmalarına rağmen memurlar sırf Galatasaray’a olan sempatilerinden üç günlük işimi 1,5 saatte hatta internet girişini kendileri yaparak hallediveriyorlar.Yaşasın Galatasaray...Son bir imzaya kalıyor iş…Evrağın gidip gelmesi için beklemek istemiyorum, “verin bana ben götüreyim” diyorum.Tarif ediyorlar:Gülhane parkının içindeki Alayköşkü…
    Içimden yüzümü buruşturuyorum, nasıl beceriyorsam.

    Sultanahmet meydanını güneş altında dördüncü kez geçerek ve etrafta boş boş gezinen gençlerin “hello madam”, “ver ar yu from” laflarını duymazlıktan gelerek ve “bunlar hala burada mı” diye gülümseyerek, Gülhane’ye doğru yürüyorum.”Acıktım ama şu imzayı da halledeyim sonra bir şeyler yerim” diye düşünüyorum. Amacım mümkün olduğunca çabuk Gülhane’ye girip çıkmak. Kafamda en son jiletsever dinleyicili Müslüm konserleriyle kalmış Gülhane parkı… Kötü hayvanat bahçesi..Uyuz kapmış hayvanlar…Etraftaki kıro kalabalığı…Kötü bakımsız bir park falan. Kafamdaki Gülhane bu.

    İlk kapıdan giriyorum, kafamı kaldırmadan hemen soldaki Alayköşkü’ne çıkıyorum. Park girişinde seyyar satıcılar…Eskiden de vardı hala oradalar.
    Alayköşkü’ne girince bir duruyorum, tavandaki siyah işlemelere daha önce hiçbir yerde rastlamamışım. Her camide ve benzeri yerlerde duvar işlemeleri, süslemeleri hep renkli. Ama burada çiçekler, yapraklar, siyah. Dingin bir hava vermiş binaya. “Ne kadar güzel bir binada çalışıyorsunuz çok şanslısınız” diyorum memura. Başını tavana kaldırıp ilk defa görmüş gibi süslemelere bakıyor, bir evet geveliyor ağzında. Klasik kanıksama hali. Insan sürekli güzellik içinde olunca bir süre sonra kanıksar ya. Aynı bizim Ortaköy yatakhanelerimizdeki nefis ve zor bulunur duvar ve tavan fresklerine bir süre sonra bakmamamız gibi. Ama bir yaz sonunda çatı tamiri yapılırken fresklerin üstü kireçle kapatılınca, caanım duvar freskleri beyaza boyanıp öldürülünce anlamıştık neyi kaybettiğimizi. Kim çocukluğunu saraylarda, tarihi duvar ve tavan süslemeleri altında geçirir ki! Umarım Üniversite bu katliamı durdurmuş ve Feriye Saraylarının iç duvarlarını ve tavanlarını eski haline getirmiştir.

    İşim bitti,imzayı da aldım, çıkıyorum binadan. Ama salonda bir şey dikkatimi çekiyor, yarı açık giyotin bir pencereden Gülhane parkı görünüyor.
    Koyu bir gölge içinde Gülhane, çiçekler içinde…Şaşırıyorum.Karşı büfeden bir ayran ve bisküvi kapıp tekrar Gülhane’ye dönüyorum.

    Kapıdan girer girmez duvara çarpmış gibiyim, bir duruyorum...

    Ben ki yıllarca iki yani çınar kaplı Çırağan caddesinden okula gidip gelmişim… Çınarların ululuğuna, yolun iki tarafına dizilişine, yarattıkları koyu, kopkoyu ve serin gölgeye aşık oluyorum. Yavaş yavaş yürüyorum. Geniş yolun iki yanı yemyeşil çimenler. Yol kenarlarında rengarenk çiçek tarhları, ne yolda ne çimenlerde bir tane çöp yok. Ilerledikçe küçük bir kız heykeli karşılıyor beni. Elindeki sepetin içine canlı çiçekler dikilmiş.

    Ağaçların altında üniversiteliler, bazıları sevgililerine sarılmış uzanmış çimenlere, kimileri çember yapıp oturmuşlar gülüşüyorlar. Aileler çimenlerde dinlenirken çocuklar bahçede koşturuyor. Banklarda yaşlı çiftler sohbetteler. Biraz ilerde oturmuş durumda bir Atatürk heykeli, aileler çocuklarının Atatürk’ün dizine otururken fotoğraflarını çekiyorlar. Heykel siyah ama aşınmaktan dizlerinin sarı pirinci çıkmış ortaya.Biraz ötede Aşık Veysel saz çalıyor kaidesinde.

    Ben de bir ağaç seçip sırtımı dayıyorum.Etrafıma güvercinler geliyor, bisküviyi paylaşmamak olmaz. Ben bisküvi attıkça çevrem kuşla doluyor. Bir huzur hali yerleşiyor üstüme.
    İstanbul’da bir vahadayım…
    Çınarlar, çınarlar kadar ulu atkestaneleri ve daha nice ağaç…
    Begonyalar…
    Cam güzelleri…
    Rozet çiçekleri…
    Serinlik…
    Koyu bir gölge…
    Kopkoyu bir gölge…

    Ben nasıl unutmuşum bu parka gelmeyi yıllardır.
    Üç beş serseri konser yüzünden nasıl vazgeçmişim bu güzellikten…
    Aynı hayat anlayışını ve yaşam şeklini benimsemediğim insanlarla dolu diye kimbilir kaç yerden, kaç güzellikten vazgeçmişim.
    Ne zamandır kasırlara gitmemişim…
    Ne zamandır parklara uzanmamışım…

    Kendimi dinliyorum… neden gelmedim? Varoş insanının doldurduğu her yerden elimi çekmişim son yıllarda.
    Turing bıraktıktan ve belediyeye geçtikten sonra ne bir köşke ne bir kasra uğramışım.
    “Köykentli” kenti doldurunca kentte bir sınır çizmişim kendime, sadece orada yaşamaya başlamışım.
    “En son bir boğaz kaldı elimizde” demişim ama orada da “fazlakentli” kalabalıktan sıkılmış, sevdiğim yerlere sadece sabahın erken saatlerinde gider olmuşum.Kendimce bir tepki vermişim.
    Doğal…İnsani…
    Ama bu işte bir yanlışlık var.
    Hangi arkadaşıma sorsam onlar da aynı şekilde davranıyor.
    Ve canım İstanbul’umun canım mesire yerleri, köşkleri, kasırları, bahçeleri, parkları… unutmuş bizi.
    Biz de İstanbul’u…

    Yan tarafımda bir aile var… Genç kızların başı açık, anneler kapalı,beyleri yanlarında. İki erkek çocuk saklambaç oynuyor, aile iki çocuğa da taktik veriyor, kimi zaman hakemlik yapıyor. Hanımlardan biri biraz geride sigarasını yakıyor…Ailenin neşesini izliyorum bir süre daha sonra kalkıyorum, ayran kutumu çerimi çöpümü poşete koyup çöpe götürürken hanım “bunu da atar mısınız” diye sigara izmaritini uzatıp rica ediyor. Etraf o kadar temiz ki yere bir şey atmaya kıymanız mümkün değil.

    Sonra düşünüyorum, İstanbul’da artık yol kenarlarına ekilen çiçekleri kimse yolmuyor. Alıştı İstanbullu çiçeğe, güzelliğe.Eskiden iki çiçek dikseniz hemen yolunurdu. Çimenler parklar pislikten geçilmezdi. Çok eski bir arkadaşımın evinde parktan sökülmüş getirilmiş ve herkes tarafından “vay be” denilmiş bir park aydınlatması bile görmüştüm. Vandallık eğitim tanımıyordu.
    Oysa şimdi bakın etrafınıza. Her yerde çiçekler sağlam…sürekli çiçek var etrafımızda. Alıştık…kanıksadık…Ve sanırım sevdik İstanbul’un bu çiçekli halini.

    Biraz daha yürüyorum. Iki üç kişilik gruplarla turistler var Gülhane’de.Bir daha gelmeli diyorum, daha uzun kalmak için,hatırlamak için.Hatta yaz sonunda Dafne’yle gelmeli. Rollerblade için harika bir yol var burada.
    Şu çocuğa Sultanahmet’te gezdirmediğim tek yer burası. Yerebatan’da çalan klasik müzikle bale yapan, çok yorulduğu için Ayasofya’yı sırtımda gezdirdiğim kızım burayı da tanımalı.Belki ben de İstanbul’un unuttuğum yerlerini bir daha hatırlamalıyım, yeniden tanımalıyım.

    İstanbul’da koyu…kopkoyu gölgeli, serin ve çiçekle dolu bir yer ararsanız yolunuz Gülhane’ye düşsün bugünlerde.
    İstanbul’u seviyorum diyenlerdenseniz, Gülhane’de yaz serin, sakin ve güzel geçiyormuş meğer…

    Meğer…

    Mine Baş
    118-119
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.