• Ha desen...Patlayacak!

    Yine işim var,koşturmadayım.Metroya atıyorum kendimi,Leventte inip önce cemiyet yapıp sonra kendime kalasım var.
    Metrodan çıkarken müzik geliyor kulağıma. Nefis bir gitar solo...etrafıma bakıyorum. İşte orada!
    Dalmış,kendi kendine çalıyor müzisyen.
    Durup dinliyorum.
    Koşturmacanın tam ortasında duruyorum
    Ve Duruyorum...

    Neşeli bir müzik,baharı andırıyor,aklıma bahar düşüyor.
    Cebimdeki bütün bozuklukları biraz da sıkılarak –sanatın karşılığı bu mu?- usulca gitar kutusuna bırakıyorum,aklıma düşürdüğü bahar için içimden teşekkür ediyorum gitariste. Sonra "neden içinden söyledin ki be kadın" diyorum,geri dönüp "Teşekkür ederim" diyorum.Bana bakıp gülümsüyor. Bir gülümseme bir bahar getiriyor aramıza.
    Birden an'laşıyoruz.
    Yürüyen merdivenlerden Levent'e çıkıyorum,hava hafiflemiş,ılınmış.Etrafıma bakıyorum,insanlar da hafiflemiş. Dudağımda bir an önceden kalan enstrümantal bir gülümseme devam ediyor.İnsan kendine mi yansırmış? İnsan insana yansırmıymış? Herkes mutlu mu ne?
    Bir müzik esintisi beni mutlu ediyor işte.

    İşim bitti,şimdi geri kalan zaman bana ait.Yürüyorum.Ağaçlara bakıyorum başımı kaldırıp. Yolda durup. Yanımdan gelip geçene aldırmayıp.
    An'ı yaşamak için an'ı durduruyorum. Anı durdurmazsanız "an" elinizden kayıp geçiyor,oysa ben anların peşindeyim kendimi bildim bileli.
    Anları hissetmek yaşadığımı hissettiriyor. O yüzden çocukluk gözlerimle çıkıyorum sokağa sürekli.
    Herşeye şaşkın,herşeye ilk defa bakan gözlerimle yaşıyorum her anı ve aklımın bir köşesine yazıyorum havadaki bulutun günbatımı alacasını,elimdeki şarabın kadehteki rengini,ney sesinin mavisini,soğuğun kokusunu...İstanbul'un morunu pembesini...

    Şimdi İstanbul'un morunun pembesinin peşindeyim.
    Erguvan peşindeyim şimdi.
    Civardakilerin çoğunun yerlerini biliyorum.Son beş altı senedir her baharda ziyaret sözü vermişim kendime.
    Fırsat yaratıyorum, kendimi o çoğu kez yanından geçip de sadece kendini bize açtığında farklettiğimiz erguvan ağaçlarının yanına atıyorum.
    Dallara su yürümüş,hafif nemliler. Gövdeler kahverenginin derin renginde,onlar da nemli.
    Dalların uçları kabarmış.Havalar bir kaç hafta daha ılık giderse bu sene erken açacak erguvanlar.
    Erikler beyazlanmak üzere,hatta bazılarını çiçekte gördüm bile.Ama erguvanın mevsimi nisan sonudur İstanbulda
    "Henüz vakit erken n'olur patlama" diyorum ama "ha desen patlayacak erguvan"

    Benim gibi yaşadığınız şehire aşık olanlardansanız şehrinizin simgelerini hikayelerini merak edersiniz.
    Erguvan da İstanbul'un simgesidir aslında.Lale başkadır,ekerseniz açar. Ama erguvan öyle değildir. O oradadır...o vardır...
    Her sene şaşırtır sizi...En küçük budağına bile çiçek döşer de "bu çiçek burada nasıl açmış" dedirtir insana.
    Rengi özeldir. Erguvanidir...Adına hikayeler efsaneler düzülmüştür.

    Bunlardan biri pek bilindiktir. İsa'yı Romalılara ihbar eden Yahuda utancından ne yapacağını bilemez derler.
    Ve bir akşam,bembeyaz çiçek açmış bir erguvan ağacına döker içini Yahuda...
    Sonra uzanır erguvanın dalına...
    Şalını bağlar boynuna...
    Ve asar kendini erguvan ağacına...
    Erguvan utanır,ağlar mı bilinmez...
    Ama böyle hatırlansın istemez...
    Dallarında Yahuda varken üzüntüsünden rengi mora döner,çiçekleri pembelenir morlanır.
    O günden sonra erguvan beyaz çiçek veremez derler.Dalları erguvani olur.

    Erguvan İstanbul'a çok yakışandır. Benim gibi Boğaz kenarı çocukluğu yaşayanlardansanız her baharda Nisan ayı sonunda boğazın iki yakasının renginin önce yeşile sonra pıtrak gibi birdenbire hatta bir gecede erguvana kestiğini hatırlarsınız. Ve belki de benim gibi yaşınız kemale erdiğinde bu rengin peşine düşüp her baharda bir "erguvan gezisi" yaşarsınız. Kimi zaman bir çingene vapuruyla...kimi zaman da bir çok çalgılı,çok Sibel Can,çok Serdar Ortaç'lı bir gezi motoruna atarsınız kendinizi erguvan için. Etraftakiler umrunuzda olmaz,ne çalınmış ne söylenmiş duymazsınız.
    Doya doya erguvana kesersiniz,erguvani olursunuz. (Şimdilerde duyuyorum,benim 5-6 senedir tek başıma yaptığım erguvan gezilerimi özel turlarla düzenliyorlarmış. Ne güzel..erguvan sevenler artıyor demek ki)

    Hatta biraz da abartıp "başka nerelerde erguvan açmış,benden başka kimler erguvan aşığıymış" diye aranıp bir erguvan e-mail grubuna üye olursunuz. İstanbul'un her köşesinden henüz yeni açmış ve onun açışını bekleyip fotoğraflayan üyelerden erguvan resimleri düşer mail kutunuza ya da "bahçemdeki erguvan açıyor dostlarım,yarın bana bekliyorum" diyen sanal dostlar edinirsiniz.

    Okursunuz bakarsınız görürsünüz keşfedersiniz...
    Seversiniz erguvanı.
    O sevdirir kendini size.
    Siz kısacık anların değerini bilenlerdenseniz,2-3 haftalık çiçeklenme sürecinde sevdirir kendini size.Pıtrak pıtrak erguvan ağaçları

    Sonra İstanbullu şairler şiirler bulursunuz.
    Hatta birinin kitabının adı bile erguvanidir.
    Hilmi Yavuz "Erguvan Sözler" şiir kitabında:

    "Kim bilir ki dün'dür, ölgündür kalbimiz
    Yollarsa her zaman biraz küskündür
    Yokuşlarda ve inişlerde...
    Zamandır seni sardığım kumaş
    Bekledin örtünsün ki yavaş yavaş..
    Erguvandın, kayboldun dile gelişlerde." deyiverir.

    Edip Cansever de erguvanidir:

    "Eğilip bir taş alıyorum yerden, fırlatıyorum denize
    Ufacık bir gülüş geçiyor suyun üzerinden
    Bir çocuğun gülüşü gibi
    Aşkların, nice aşklarin ayrılık günü gibi
    Bir sokağın ucunda kaybolup solan
    Daha çok solan, aşkların solgunluğu suyun üzerinde
    Korularda yoğun bir erguvan sisi"

    Ve hatta der ki Edip Cansever:

    "..Sevginin çoğul oğlu
    Senin ülkende yalnız bütün özlemler
    Bilirim yalnız orda, içtenlik, erinç, çoşku
    Bayrağındaki bir tek çiçekli dalla
    Orda uçsuz bucaksız
    Olanca görkemiyle bir erguvan imparatorluğu."

    Ne güzel demiş...Erguvan İmparatorluğu...
    Haklıdır şair.
    İmparatorluklar şehrinin rengidir erguvan moru.
    Renklerin en zorudur mor. Doğal olarak elde edilmesi en zor renk olduğundan Bizans'ta bir tek imparator mor pelerin takabilir.
    İmparatorlara layıktır erguvani.Sarayın rengidir hatta imparatorlar mor odada doğarlar Bizansta.Osmanlıda erguvan azaldığında fermanlarla civardan erguvan getirilir dikilir İstanbula.Yani o kadar erguvanidir İstanbul. Ve bu ağaç İstanbul'a en yakışandır.

    Yürüyüşüm bitiyor,henüz vakit var hala erguvan çiçeklerine. Eve dönüyorum.Yolda aklıma düşüyor,başka bir yazımda bahsettiğim (Soğuğun Kokusu) çam ağacı,kokusu sevdamı anımsıyorum.Bir de erguvanı düşünüyorum,karşılaştırıyorum.
    İkisinin de anlamı çok büyük ama anıları farklı.Çam kokusu çocukluğumun bebekliğimin orman köyleri,erguvan rengi İstanbullu oluşumun simgesi,yeni yetme hallerim ve bugünüm.
    Çam reçinesi kalıcı.
    Erguvan kokusu üç haftalık.
    Olsun...kısa da olsa...her sene açıyor ya erguvan.Açıyor ya..pembe..mor..erguvani..
    Hatta bugünlerde havalar böyle ılık giderse... ve sert bir yağmur da tomurcukları yerinden etmezse...
    Ortalık mora pembeye kesecek.

    İstanbullu Erguvan söz dinlemeyecek.
    Ha desen patlayacak!
    Çiçeklenecek...

    Mine Baş
    12 Mart 2008
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.