• KÜÇÜCÜK BİR KÖYDE...

    Küçücük bir köy Kocadere köyü. Asıl adı Kuruca dere.
    Dere kurumuş hakikaten de,sonra köyün adı Kocadere köyü olmuş.
    Yıkık bahçe duvarlarından başlıyor köy.
    Hafif bir tezek kokusu çarpıyor burnumuza girişte,”evet köydeyiz” diyoruz.
    Sonra mis gibi tertemiz bir havayla karşılaşıyoruz.Gelibolu yarımadasının tam ortasındayız.
    Tepelerin arasında bir tepenin üstündeyiz.Karşı tepelerden biri Conk Bayırı.yüksek bir bayrak direği görüyoruz tepede ,sola kafamızı çevirdiğimizde bir bayrak direği daha.
    Her tarafımız şehitlik.
    Aşağıda köy girişinde 1353 şehidimizin uyuduğu bir yer daha var.Kocadere hastane şehitliği.
    Oraya ikinci gün gitmeyi kararlaştırıyoruz.

    Gelibolu evlerinin girişinde bizi 120 devresinden eski rehber Özlem Gündüz ve Eşi Eric karşılıyor,ikisi de her zamanki gibi neşeli,gözleri pırıl pırıl.Sarılıp kucaklaşıyoruz.
    Ana salona geçiyoruz.
    Harika bir yer burası...antika dolaplar,şömine,şöminenin yanındaki büyük bakraç ağzına kadar ceviz ve badem dolu.Kır kır ye cinsinden.Ceviz ve badem kabukları için bir bakraç daha... orada biriktirilip kışın şömineye atılacak kabuklar.
    Yandan mutfak gözüküyor,bankoda bir karış yüksekliğinde kabarmış bir kek duruyor.
    Acıkmış mıyız neyiz!
    Hemen odalarımıza dağılıyoruz,anahtarlıkların üstünde oda isimlerimiz yazıyor.
    Çevredeki köylerin ve şehitliklerin isimleri ...Kızımla benim odamızın ismi Behramlı,bir başkasının Kilitbahir.

    Odamızda yine bir şaşkınlık!
    Nasıl da keyifli düzenlenmiş bu odalar.
    Banyo harika,yorganlar bulut gibi ,bembeyaz ve kabarık...Her detayla ayrı ayrı ilgilenilmiş,Özlemin ve Eric’in zevki hemen belli oluyor.

    Herkes bir soluklanınca salonda buluşuyoruz.Hava 25 derece.”Hadi denize gidelim” diyoruz Özlem elimize haritalar tutuşturuyor,yolları ve koyları tarif ediyor.Anzak şehitliklerinin yanından geçe geçe buluyoruz plajı.Nefis bir kum plaj.Çocuklar kuma ,denize koşuyor, yanımızdaki minik göletteki flamingoya bakıyorlar.Sahilde yürüyüş yapıyoruz,kumlara serilip sohbet ediyoruz,frizbi oynuyoruz.Hatta ben dayanamayıp denize giriyorum.Su serin ama bana iyi geliyor.

    Dönüşte duş alıp giyinip terasta buluşuyoruz. Karşıki tepeden güneş batıyor,köyün camisi ışıklanıyor ve müezzin ezana başlıyor.
    Bir ezan bu kadar mı güzel okunur! Bu kadar mı içe dokunur bir ses!
    Şehitliklerin ortasındaki bu köyde ezanın sesi nasıl da rahatlatıyor beni...”Eksik olan buymuş,şimdi o da tamam oldu” diyorum,hocanın sesini ve çağrısını dinliyorum sessizce...

    Herşey bana öncesinden daha mı güzel geliyor? “Baktığın değil gördüğün kadarsın” derler ya...öylesine bir hal var havada.Garip duygular kaplıyor içimi.
    Bu şehitliklerde uyuyan, her milletten askere okunan dualar mı bu yarımadayı böyle huzurla kaplıyor acaba?
    Yarımadayı gezen bu kadar insanın pozitif düşüncesi ve minnetkarlık duygusu mu kuşatmış her yanı?

    Küçücük bir köyün küçücük bir camisinde,imam 15 haneli köy halkını namaza ve iftara davet ediyor.Oruç tutmuyorum ,namaz kılmam ama okunan bu ezanla, bu ramazan akşamında, bu gökle bu toprağın arasında, kanatlanmış gibi hafifliyorum...hafifliyorum...

    Yemek sofrasında yine keyifliyiz,kahkahalarımız salonu çınlatıyor.Okul anılarımız askerlik anılarından beter,20 senedir hala anlatıyoruz,hala aynı şeylere gülüyoruz,”biri bizi durdursun canım” diyorum içimden.

    Yemekler Özlemin elinden çıkma...Ne kadar becerikli bir aşçı olduğunu bilmeme rağmen beni yine şaşırtıyor Özlem.Kahvelerimiz geldiğinde tıka basa doymuş durumdayız.
    Samanyolunu seyretmeye terasa çıkıyoruz.
    Binlerce yıldız kuşatmış geceyi.
    Sohbetler devam ediyor ama ben dinlemeye çekiliyorum,çünkü kaçırmamam ve hafızama kazımam gereken bir gökyüzüm var bu gece. Bu geceden yıldızlı bir anı yaratmaya çalışıyorum kendime.

    Gece erkenden odalarımıza çekiliyoruz,ne davul sesi ne ezan sesi uyandırabiliyor bizi.Oruç tutanlar sahuru kaçırmış durumda. Temiz havadan baygın halde uyumuş herkes.Kahvaltı uzun sürüyor sonrasında yan ağıldaki dört günlük buzağıyı ziyaret ediyoruz.Köyün en cengaver ama en sakin ama çok büyük köpeği peşimize takılıyor.Çocuklar ilk defa buzağı okşamışlar , keçi sevmişler, ördek görmüşler...köpeği peşimize taksalar ne olur diyorum ama belime kadar gelen köpeğe kızım "Kaniş" adını takmasaydı keşke!
    Köpek bunalıma girer mi acaba?

    Kaniş peşimizde,ormandan geçerek Kocadere Hastane Şehitliğine varıyoruz.
    Hepimizi bir sessizlik alıyor.Bu topraklarda adım atarken aklımda sürekli kahramanlık dizeleri...saygıyla ve sevgiyle yürüyoruz hepimiz.Şehitliğe yakın bir yerde tarlanın birinden bir taş alıyorum,usulca çantama koyuyorum.Her gittiğim yerden taş topluyorum yıllardır ama bu taş şimdiden çok özel.

    Şehitlikte isimleri belli olan 1353 askerimiz var,isimleri şehitlik çevresine yazılmış.Bir çoğu da isimsiz yatıyor burada.Herkes kendi kasabasından , şehrinden birilerini bulmaya çalışıyor, Lüleburgazlı üç şehit buluyorum,dua okuyorum.Çınarlar dikmişler şehitlerimizin üstüne.
    Koyu gölgede yemyeşil çimenlerle yatıyorlar.

    Kızımı arıyorum ama bakıyorum ki küçük hanım şehitlik dışındaki hediyelik eşya satan köylü teyzenin yanıbaşına oturmuş badem kırıyor teyzeyle birlikte.Biz de yanlarına gidiyoruz,bir iki hediyelik alışverişi derken teyze yandaki bostanı işaret edip “bostana dalıverin gızanlar , olmuşlarından koparıverin de kavun yesin çocuklar” diyor.
    Yüzümüz gözümüz kavun,dirseklerden süzülüyor kavun suları...ama kavuna doyuyoruz.Para verince teyze utanıyor,almam diye tutturuyor ama biz kazanıyoruz fakat kaşla göz arasında , iki hediyelik daha koyuveriyor bir poşete.Nasıl da bozulmamış bir insanlık!

    Akşam üstü Bigalı köyü ziyaretimiz var.
    Gazi köylerimizden biri Bigalı.
    Her sokak ve her ev bayrakla donatılmış .
    Yaz kış inmiyor bayraklar.
    Köy kendince müze yapmış her yanı ama Atatürk’ün ilk karargahı da burada.
    Onu da geziyoruz ,hepimizin duyguları ayaklanmış durumda fakat girdiğimiz küçük bir dükkanda bir “kuru fasülye” hikayesi sinirlerimi boşaltıyor sonunda.
    Koyveriyorum, ağlıyorum:
    “Yaşlı baba askere giden oğlunun haberi geldi sanır çağırdıklarında..
    Koşa koşa kışlaya gitmeden önce karısına “bir kurufasülye yap,akşam gelince yeriz” der.Ama karısıyla bile helalleşemeden askere alınır,haberini başkaları verir evde kurufasülye pişiren karısına.
    O geceden sonra senelerce o evde her gece kurufasülye pişer,sofraya asker babanın tabağı konur,kaldırılır. Nine ölürken vasiyet eder,”babanızın dedenizin tabağını fasülyesini unutmayın” diye...dede dönemez savaştan ama o evde hala her gece kurufasülye pişer”

    Yatılı okula ilk başladığımda annem her gece sofraya yanlışlıkla benim de tabağımı koyarmış,sonra da farkedince sandalyeye çöküp ağlarmış. “Onbir yaşında,anadan babadan uzak yavrum ,yemeğini yiyebilmiş midir acaba” diye. Bilmem belki de burası dokundu bana bu gerçek hikayenin.Sofradaki o boş tabak her gece ama her gece,yemeği yiyenin boğazına dizmiş midir lokmalarını?Ve ölene kadar her gece kocasına fasülye pişiren ninecik o boş tabağı kaldırırken nasıl da içini çekmiştir kimbilir?Bugün askere oğul veren evlerde sofralara boş tabak konuyor mudur?

    Döndükten sonra haberini aldık 13 şehidimizin. “13 tabak boş kalacak sofrada” dedim içimden.Her biri ayrı iç burkuyor bu ülkenin şehitleri. Çanakkale ya da Gabar dağı farketmiyor,zaman ayrı zaman ama sofralarda boş kalan tabaklar hep aynı bu ülkede...
    Ne acı...Ne acı...

    İçimiz kabarmış halde otelimize döndük Bigalı köyünden.
    Yüzlerimiz güneşten pembeleşmiş,çocuklarımız temiz havaya doymuş.Dinlenmişiz,gülmüşüz ağlamışız,dualarla şehitlerimizi anmışız...İstanbul gözümüze ne kadar uzak göründü bu huzurdan sonra,istemeye istemeye yola koyuldu bu kafile.

    Sizlere Gelibolu evlerini en kısa zamanda ziyaret etmenizi tavsiye ederim.
    Çünkü gideceğiniz yer sadece bir butik otel değil:
    Bir tarih yaşamaya gidiyorsunuz Geliboluya.
    Herkesin her tatilden anladığı ve anıladığı farklıdır ama buradan hep ortak anılarla dönülüyor.
    Ortak tarih insan topluluğunu ulus yapanlardan kavramlardan biri.
    Bu tatilde,tarihin tam içindeki ve Conk bayırındaki bayrağın gölgesindeki bu küçük köyde ortak tarihimiz kuşattı bizi.Göğsümüz kıvançla doldu...


    Mine
    09/10/2007














 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.