• NE DOLAPLAR ÇEVİRİYORSUN…

    Osmanlı döneminde kullanılan Zağrifan-ı borlu ve Zağfiranbolu adları zaman içerisinde son halini alarak Safranbolu olarak günümüze kadar gelmiş ve adını yörede yetişen safran çiçeğinden almış. Safranbolu’daki gezim boyunca hiç safran çiçeği görmeyişim ise çokta şaşılacak bir durum değildi. Kendi ağırlığının yüzbin katı kadar sıvıyı sarıya boyama özelliğindeki bir bitkinin her yerde görülemeyecek kadar özel olduğunu farkediyorum, bu ayrıntıdan sonra.

    UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine dahil edilen Safranbolu, Cinci Hamamıyla, İzzet Paşa Camiiyle, Su Kemerleriyle, Yörük Köyleriyle, Havuzlu konaklarıyla gezmeye, bakmaya, hikayesini dinlemeye doyamayacağınız bir cennete dönüşüyor.



    Daracık arnavut kaldırımlarına karşılık, bahçeleri çevreleyen yüksek duvarlar garip bir ıssızlık vermiş Safranbolu’ya. Hem uzak hem çok yakınsınız orada var olan herşeye. Dış kapının üzerindeki tahta paravanlı cumbaları ile yüksek tavanlı odaları ile, eşsiz mimari hatlar sergileyen evleriyle masal şehrinin ortasında kalıveriyorsunuz bir anda.



    Eski Safranbolu halkının haberleşme sistemini öğrenince yeni keşiflerin aslında ne denli komik kaldığını ayrımsıyor insan. Elektronik posta aracılığı ile yaptığımız iletişimin bundan yıllar evvel Safranbolu’nun yanyana dizilenmiş ahşap evlerinde çoktan çözüme kavuştuğunu öğreniyorum gülümseyerek. Sarkacın ucundaki ip serbestçe sallanıyorsa, ev sahibinin evde olduğunu anlıyorsunuz. Eğerki sarkan ip bir kere dolanıp bırakılmış ise “buralardayım, namaza gittim, çeşmedeyim, komşudayım yani hemen geleceğim” anlamını seçip ayrılmıyorsunuz kapının önünden. Yok eğer ip bir kere dolanıp düğüm atılmışsa “benden umudu kes, ben uzaklardayım hemen dönmeyeceğim” demek oluyormuş. Kapı tokmaklarının anlamı karşısında insan hüzünle gülümsüyor, geçmiş zamanın paslanmış metallerine bakarak.



    Kapı tokmağı deyip geçemiyorsunuz bu diyarda. Her birinde gizli ve heyecanlı anlamlar yüklü. Yanyana takılan iki tokmağın tiz ses çıkaranını kadın kullanıyor, “ben geldim” diye. Hemen yanında duran ve tıpatıp yanındaki tokmağa benzeyen ancak vurulduğunda çok daha tok ses çıkaranını ise erkek misafir kullanıyor ve kapıyı açanda ona göre geliyor kapının ardına. Eğer kapı tokmağında el figürü var ise bu evde gelinlik çağa gelmiş kız var mesajını alıyorsunuz. Ve daha bunun gibi nice kapı tokmaklarınn hayali ile uykuya dalıyorum Safranbulu’daki ilk gecemde.

    Safranbolu’da tüm evler, sokaklar kul hakkına göre ayarlanmış. Kimse kimsenin güneşine, manzarasına engel olmuyor. Sokakta yük taşıyan hayvanların bile geçişini kolaylaştırmak ve sokağın güneşi engellememek için sokak başlarının yumuşak dönüşlü olduğunu görüyoruz rehberinde uyarısı ile. Şimdiki mimari sistemi bile kıskandıracak bir yapılanması var Safranbolu evlerinin. Kaç yüzyıllık, ortası üç delikli taşın çok eski zamanların kanalizasyonu olduğunu görürken bir kere daha hayret ediyorsunuz. Üç milyon yıl önceki jeolojik zamana dayanan bir geçmişle kıyaslandığında şehrin altından geçen ve etrafındaki muazzam kanyonlar, kaynak olmamasına rağmen su damlatan kaya parçaları ve hak ettiği değeri bulamamış eşsiz mağaraları ile olağanüstü bir yer olduğuna bir kere daha inanıyor insan. Şimdiki yerleşim yerinin eskiden deniz olduğunu ve boğaz açıldığında buranın kuruduğunu söylediklerinde şaşırmıyorsunuz elbet, kayalardaki oluşumlara baktığınızda.



    Osmanlının arka bahçesi denilen bu şehirdeki yapılar, camiler, çeşmeler, ortası havuzlu konaklar tam bir Osmanlı havası estiriyor kasabada. Kaymakamlar evi denilen ve eski Osmanlı zamanında, Osmanlı sarayında görevli olan önemli bir paşanın evini gezerken insanın aklına o günlerde yaşayan insani, saygı dolu, edepli yaşamın nağmeleri çalınıyor kulaklarımıza. Evi gezerken her bir odadan gelen insan fısıltıları dikkatimizi çekiyor. İlk girdiğimiz oda evin sahibi paşanın ve hanımın odası. Öyle asıl ve öyle vakur duruyorlarki odanın en baş köşesinde, odaya ilk girdiğinizde farkında olmadan bir selam verip hızla ellerini öpmek için yanlarına gidesiniz geliyor. Paşanın üniformasına dokunuyorum gizlice. Bir an taştan elinin canlanıp bana dokunacağını hissedip ürküyorum. Sanki kızacakmışcasına çatıyor kalın kaşlarını. Sedirlerin üstüne yorgun argın oturmuş minik kızımıda alıp çıkıyorum paşanın yanından. Sanki ardımızdan paşanın homurtuları onu sakinleştirmeye çalışan hanımının mırıltıları geliyor ardımızdan.



    Odadan odaya, salondan mutfağa geçerken kaybolacakmışcasına karışıyor tüm kapılar. Yan odada beşiğinde sallanan bebeğin ağlama seslerine mutfakta yemek yapan evin yardımcılarının telaşlı mırıltıları karışıyor. 180 yıllık kırmızı bindallının önünde dururken, paşanın gelini olarak konağa gelişimi hayal ediyorum, uzaktan gelen davul sesleri eşliğinde. Taşlıktan adım atarken paşanın elini öpüyorum saygıyla, paşababam kocaman bir altını takıyor, kırmızı kurdela ile. Kadınların meraklı bakışları atında çıkıyorum üst kattaki odama. Kırmızı bindallımın hışırtıları ile oturuyorum sedirlerin üzerine. Lavanta kokusu sinmiş atlas yorganın yumuşaklığı ile dokunuyorum gelin yatağına. Elimde dün geceden kalan kına kokuları var. Oda kapısı açılıyor ve garip bir utangaçlıkla kapıya bakıyorum. Odaya bir dolu insanla birlikte kızımda giriyor ve ben o tatlı rüyadan sıyrılıveriyorum bir anda.



    Ocağı içinde olan kocaman bir mutfağa dalıyoruz cümbür cemaat. Odanın kalabalığına karşın mutfagın sessizliği, sinilerin bakraçların, bakır tabakların öylesine kımıldamadan duruşları hüzünlendiriyor insanı. Üzeri kapalı bakır tabağı açtığımda Etli bulgur aşının sıcak buharı buğulandırıyor gözlüklerimi. Özenle işlenmiş bakır bir tepside duran cingan baklavası, delioğlan sarığının tadı doluşuyor damağıma. Ocakta pişen sini çöreği, göbünün kokusu sarıyor mutfağı.

    Evin vakurlu duruşuna karşın bizlerin meraklı bir gürültü ile gezmesi içimi sıkıyor bir anda.

    Tüm odaların ortasındaki geniş holdeki kapalı bir kutu çekiyor dikkatimizi. Bu döner bir dolap. Evdeki misafirlere hizmet verilirken erkeklerle kadınları ayıran bir paravan görevini görüyor. Yemek dönen dolaba konuyor ve bir kez tıklatılıyor ve çevriliyor. Dolabın raflarına yerleştirilen yemekler çevrilerek öteki taraftaki erkek tarafından alınarak servis yapılıyor. Sonra boş kaplar konuluyor ve iki kez tıklatılarak öteki tarafa yollanıyor. Aslında bu dolabın işlevi sadece yemek göndermek olmadığını anlatıyor usulcana genç rehberimiz. Birbirilerine mektup göndermek isteyen gençler bu yolu deniyor ve “ne dolaplar çeviriyorsun” deyimide burdan geliyor.

    O zaman her şeyin inanılmaz bir nezaket, adap, usül ve terbiye içinde yapıldığını duyduğunuzda, yaşamımızın aslında nasılda hoyratça tüketildiğini ayrımsıyoruz.

    Tüm ayrıntılar özenle düzenlenmiş. Her bir bakış anlamlara bürünmüş. Her bir taş yıllara meydan okumuş. Her bir söz hayata çevrilmiş Safranbolu’da…

    1600’lü yıllarda inşa edilen Arasta çarşısını (Yemeniciler Çarşısı) dolaşırken, çarşının koridor gibi uzanan ve tepesinde asma yapraklarının kokulu gölgesinde yol alırken, ayağınıza takılan sokak taşlarının zamanında kimlere tanıklık ettiğini düşünüyorsunuz farkında olmadan.



    Aynı işi yapan zanaatkârların bir arada toplandığı çarşı anlamına gelen Arasta, eskiden devlet meselelerin görüşüldüğü bir yermiş. Hiç bir zaman kağıt ve taş oyunları oynanmazmış. İlk siftahını yapan esnaf, siftah yapamayan yan komşuna farkettirmeden kendisine gelen müşteriyi ona gönderirmiş. Yine çarşı esnafı tarafından toplanan para, zorda olan esnaf için, ama o esnafa belli edelmeden harcanırmış. Dikkat ettiyseniz yapılan tüm işler, tüm uğraşlar, bütün yardımlar ve iyilikler insanın onurunu kırmadan, gururunu zedelemeden yapma esasına dayanmaktaymış.

    Lokumcuların, boncukçuların, bakırcıların arasında merakla dolaşırken, yıllara meydan okurken kolunu kanadını kırmış bir kuş gibi ürküntü ve hüzünle duran, eski şaşasını kaybetmiş çeşmelere takılıyor gözleriniz. Pek çoğundan su akmayışı ağlatacak kadar hüzünlendiriyor beni nedense.



    Tepelerin doruklarında yer alan Mencilis mağarasına (Bulak mağarası da deniliyor) gidiyoruz bir başka gün. Uzun bir tırmanış bekliyor bizi. 2725 metrelik mağaranın sadece 350 metresini gezebiliyoruz. Bakmayı bilen bir gözün binbir figürle süsleyebileceği yüzyıllık oluşumlar korkutuyor insanı. Kâh onlarca atın savrulan kuyrukları, kâh ağzını açıp esneyen dişsiz bir kadın, kâh bonus saçlı genç bir adam oluyor kaya yüzeyleri.



    Bazen bir köşeye baktığınızda, korkup hızla kaçırıyorsunuz bakışlarınızı, tanımlayamadığınız bir yaratığa benzettiğiniz kaya oyuntusundan. Dediğim gibi yüzlerce deseni, şekli, figürü bulmak mümkün mencilis magarasının duvarlarında. Uzun, ıslak ve serin bir yürüyüşten sonra çıktığınızdan, mağaradan sonra dışarda olmak insana gizli bir huzur veriyor nedense.



    İnsanın ruhunu dinlendiriyor Zağfiran-ı bolu da olmak, arnavut kaldırımlarında tökezleyerek dolaşmak. Her biri ayrı bir sanat eseri olan ve usta elinden çıkmış kapı tokmaklarıyla, yüzyıllık kanyonların kurak bağrına dizilenmiş evleri ile Arasta çarşısının gölgeli dar sokaklarında dolaşırken iyiki gelmişim diyorsunuz. Caminin avlusunda yer alan güneş saatini karmaşık sistemini sanki çözecekmişcesine, gözlerinizi kısıp, uzun uzun kafa yorduğunuzda ve bunu beceremediğinizde bile yaşam keyif veriyor, her anıyla. Damağımda safranlı lokumun eşsiz tadı, kulağımda kapı tokmaklarının binbir anlama bürünen sesleri, gözümde mencilis mağarasındaki kayalara gizlenmiş yüzlerce şekli ile uzaklaşıyorum bir sabah erkenden Safranbolu’dan.




    Demet Eşrefoğlu Vardar
    Ekim 2006
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.