• SIRTIMDA BİR GEKKO'M VAR BENİM

    Düşündüm de; ki ben hep düşünürüm bunu, yaşadığımız hayat, bazı insanlar, iyi-kötü şeyler hissettiren bazı olaylar, bazı aşklar, bazı anlar, bazı hareketler iz bırakmalı insanda. İzin nerede ve nasıl olduğunu çokta önemli değil aslında. O izi kimin bıraktığı ilgilendirir beni. Sanırım bu sebepten hayatım anlamlı, anlamsız derin, yüzeysel izlerle dolu benim. Yaptıklarım, yaşadıklarım, hatalarım ya da hissettiklerim beni hiç korkutmamış. Korkutsa da ben o zamanlar bunu anlayamayacak kadar toymuşum. Şimdilerde de korkmuyor hiç birşeyden benim gözüm nedense. Beden acısından değil de, ruh acısından ürkerim ben.  Beni ruhun yükü yorar, ruhun ağrısı çaresizlik içinde bırakır. Ama yinede herşeyin yaşanması gerektiğini, acının hissedilmesi, gözyaşının dökülmesi gerektiğini düşünürüm. İşte onlar bizi ayakta ve hayatta tutan şeylerdir.


    İzler ruhumda olabilir, bedenimde olur, hayatımda olur, geçmişimde olur; ya da iyi olur,  sevgiyle hatırlarım, hatırlarken gözlerim dolar veya öfkeden burun deliklerim şişer vs vs... bunlarda çok önemli değil. Olsunlar yeter diyorum


    Ruhumun kabarıklığını söndürmek, acısını dindirmek için beden acısına ihtiyacım vardı benim.  Bende kalktım Cumartesi sabahı uzun zamandır varlığından haberdar olduğum Cemal’e gittim. Ankara Tunalı Hilmi’deki Ertuğ pasajındaki ve Ankara’nın en meşhur dövmecisi bu Cemal. Bana mavi gibi gelen kısık gözleri var. Az konuşuyor. Naif bir insan olduğunu anlıyorsunuz bakışlarından, yürüyüşünden, davranışlarından. Bir buçuk saat boyunca kararsızlığıma katlanıp motif seçerken sesini çıkarmadan girip çıktı salona.




    Öyle sıradan bir dövmeci değil bu Cemal. Asıl mesleğinin Heykeltraşlık olduğunu öğreniyorum, bana yapacağı dövmeyi hazırlarken. Ağzında caklatmadan hatta çaktırmadan çiğnediği sakızla ilkin huzursuz ediyor beni. Sonra sigarayı bırakalı 5 gün olmuş olduğunu anlatıyor usulcana. Dövme hazırlığı uzun sürüyor ve ben “ne kadar ağır biri bu ya” diye düşünmeden edemiyorum. Bacak bacak üstüne atışında bile bir huzursuzluk var. Sanki her an kaçıp gidecekmiş hissi uyandırıyor karşısındaki insanda.  Elinde dövmeyi yapacağı o garip makina çalışırken “çok iyi dövme yaparım, iyi iş çıkarırım, ama her zaman hata payı vardır” diyor yüzüme hiç bakmadan.  Konuşmaya niye böyle gizli bir tehditle başladığını anlamıyorum aslında. “Bazı günler daha iyi yaparım dövmeyi” diye mırıldandığını duyuyorum. “Nasıl bir gün bugün” diyorum ve derken sesimin çatallaştığını ayrımsıyorum. İlkin aramızda iyi bir ilişki sinyalları çakmıyor, daha sonra öykülerden, heykellerden, yazarlardan, kitaplardan bahsederken“edebiyatla uğraşmış olmanız size çok iyi bir dövme yapmam için yeterli olacak” dediğini anımsıyorum. Gülümsüyorum ama korkuyorum da. Ellerim terliyor. Bacaklarımı huzursuzca hatta rahatsız edecek biçimde sallıyorum. Sonra ben gevşiyorum, oda daha gayretli batırıyor iğnelerini sağ omzuma sırtım arasına.



    Bunu aslında çok istiyorum. Artık vazgeçemeyecek kadar bulaştığımı ayrımsayıp, sırtımdaki acının tadını çıkarmak kalıyor banada. Bu arada kızkardeşim habire fotoğraflarımı çekiyor. Bende iğnelerin teması ile kendimi daha iyi hissettiğimi farkedip, korkuyorum  kendimden. Niyeyse ruhum kedi gibi yatıyor dizlerimin dibine.  Hatta öyle mırıldıyorki,  kardeşimle Cemal duyacak diye korkuyorum.


    Bu iz kimin için diye sormayın, söylemem çünkü. Belki kendim için, belki biri için, bilmiyorum işte. Ama bir iz. Bana daima eşlik edecek bir şey bu. Diyorum ya hayatımdaki önemli şeylerin izi olsun isterim ben.


    Bedenimde bir iz kalacağı için garip bir mazoşistlik içindeyim nedense. Kendimi bile ürkütüyor bu durum. Her zaman söylerim ben normal biri olmadığımı. Normal olmadığım içinde niyeyse hep daha mutlu hissederim kendimi. Hani deliler daha mutludur ya bendeki de o hesap işte.



    Hele de “iz” deyince, ilk duyduğumda beni nedense (!) zır zır, salya sümük ağlatan Rafet El Roman’ın şarkısı çalınıyor  kulaklarıma. Öyle tatlı, öyle hüzünlü,  insanın içine öyle bir işleyen melodisi varki, izleri hatırlamamak, yeniden anımsamamak mümkün değil. İz bırakmak için, acı vermek için yazılmış sanki.  Hani diyor ya bir kısmında  “......, Ne yaz, ne kışı bekler,  Bu kalp bir seni özler, Vur hadi durma,  Senin bu izler,  Bana sen lazımsın.  Sadece zamansız yaşandı herşey, Anladım sana geç kaldı bu ömür, Darmaduman, Bırakıp bir kenara yaşanan herşeyi, Atıyorum kendimi gecelere, ........., Ne güz ne güller ister, Bu kalp bir sende titrer, Yak hadi durma, senin bu küller”  Dört saatlik Ankara otobanı boyunca kızımı çileden çıkaracak kadar çok dinlediğime göre, eminim bu şarkıyı yıllar boyu sevecek benim ruhum.


    Benim dövmemle bu şarkı arasında; şarapla  peynir ilişkisi, sarmaşıkla balkon ilişkisi, sigara ile çay ilişkisi var.  Birinin başlangıcı, ötekinin varlığına neden olmuş.  Biri ötekine renk, bir diğeride öbürüne ses vermiş gibi sanki. Biri olamadan ötekinin tadı olayacak gibi geliyor şimdilik. 


    Benim izim yani dövmem Gekkonidea cinsinden bir kertenkele. Tırmanıcı bir gece kertenkelesi.  Bu kertenkeleyi niye seçtim derseniz, bunu diğerlerinden ayıran bir özelliği var. Kertenkelelerin içinde ses çıkaran tek tür olması. Yani ses çıkarması beni anımsatsın istiyorum. Hep hayatta ses çıkarmak gibi bir derdim vardır benim. Gerçi bu şeklin bana hiç benzemeyen bir özelliği varki buda kertenkelelere özgü bir şeydir, zora düştüğünde kuyruğunu bırakıp kaçması gibi !  Keşke bende geçmişte, kuyruğum sıkıştığında bırakıp kaçabilseydim. Ama bunu yapamayacak kadar sağlam biriydim ben daima.



    Cemal’de beğendi seçimimi. Ki müşterilerine fikrini asla söylemeecek kadar soğuk ve ketum biri olmasına rağmen, “evet bu çok iyi olacak “ dedi bana. Kızkardeşimin renkli kelebek dövmesinin yanında benimki her ne kadar biraz vahşi kalsada, ben sevdim omzuma tırmanan gekko’mu. O kadar narin bir şekil çok yakışmayacaktı bana.  Daha asi, daha kaba belkide vahşi olmalıydı.


    Aslında, gerçeği itiraf etmem gerekirse, dövme yaptırmak zor bir karar. Çünkü; kulağınız gibi, parmağınız gibi, ya da kaşınız gibi daima taşıyacaksınız çünkü. “Tamam istemiyorum, sıkıldım” demek olmuyor çünkü. O yüzden kendimi farklı hisettim dövmeden sonra. Herkes görsün istedim, benimde sırtımda bir dövmem var. Üstelik öyle sıradan çiçekten böcekten değil, kelli felli bir dövme bu. Benim sırtımda bir gekko’m var. Varmı dahası. Tunalıda yürüdüğüm her adımda herkes bana bakıyormuş hissine bile kapıldım, gülümseyerek. Kendimi bir kere daha sevdim, hemde çok.  Farklı, bambaşka, cesur ve çok şahane bir kadın olduğumu duyumsadım. Bunu hissetmek bile beni onore etti. İstediğim, ruhumun istediği herşeyi yapabilme cesareti gösterdim diye kendi kendimle gurur duydum.  Dövmeden öte, bunu çok istediğim önemliydi benim için. Elbette bu dövmenin anlamı çok büyük benim için. Ama onun ötesinde kendi kendime verdiğim bir sözü tuttum ben. “Aferin bana” dedim içimden.  Belkide hayata karşı duruş, isyan etmek, farklı tavır koymak, sonsuz özgürlüğü ilan etmek gibi bir şey bu.  Direnmek belkide!


    Neyse başım göğe erdimi, boyum uzadımı bilmiyorum. Ama ruhum duruldu sanki şimdilik.  Bu durgunlukta bana yeter.  Bir iz bıraktı bende. Ne isteyim daha. Şimdi bekliyorum ki sarmaşığın dalları dolansın balkonun  demirlerine.


    Demet Eşrefoğlu Vardar
    Ağustos 2005


     

 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.