• AL ŞU SARI GÜLLERİ VE UNUT BENİ

    Ben dönem dönem, belli periyodlarla, her huysuz ve eli boş kadın gibi birşeyleri takarım kafaya. Kendimi yeni uğraşıma, yeni eğlenceme vererek bir çeşit rehabilitasyon yaparım kendi kendime. İşsiz kaldığımdan beri ilk olarak dikişe vermiştim kendimi, hatırlayanınız vardır. Diktim, diktim, diktim ve "tamam yeter bitti" dedim. Gerçekten de benim bitiş noktamda da kurs bitti tesadüftirki. Sonra yeni bir şey bulmak gerekti bana. Elimi ve özellikle de arsız ruhumu oyalayacak, meşgul edecek bir şeyler yapmam lazımdı. Hayatımda hiç keşfetmediğim bir şey olmalıydı bu. Sadece kendi adıma yapılacak bir keşif gibi. Ve bende kendi rengimi keşfetmeye karar verdim, eski Mısır da yaşayan renk kaimcileri gibi. Tabi benim derdim, Çin ve Mısır'daki renk kaimcileri gibi, insanın yedi katlı doğası ile bir bütün olduğu, güneş ışığı tayflandığında, yedi ayrı rengin doğuşu arasındaki bağlantıyı, renklerin önce insanlar için var olduklarını doğrulamak ve kendi özünde bir biçim olan renk bilim sisteminin meydana geliş sebebi bulmak değildi elbet. Benim derdim kendimi rengimi bulmaktı. Buldum sonunda.

    İnsan baktığı vakit görmek istediği şeyi görüyor ve duymak istediğini duyuyor nedense. Bende görmek istedim ve dedim ki "benim bir rengim olmalı, şöyle hayatımın önemli zamanlarında bana eşlik eden, bana yakışan bir renk…" Gittiğim heryerde aynı şeyi farkettim. Sarıyı!

    Sarı benim rengimmiş, onu ayrımsadım yenilerde. Hayatımın her önemli anında, hayatımın her kavşağında, her rampasında, her inişinde, her sokak başında, her tünelinde sarı varmış bedenimin üzerinde. Ne hoş! İnanmam ben böyle şeylere, ama varmış işte.

    Ben, sarıyla kendini ifade eden bir kadınmışım. Mışım diyorum çünkü bu entresan tesadüfü yenilerde keşfettim. Sarıya hüzün rengi diye iftira atarlar. İnanmayın! Rüyanızda sarı görürseniz bunun ayrılık ve hastalık habercisi olduğunu iddia ederler. Yalan! Sarı güller almak, sevilen bir kadının en korkulu habercisidir derler. Bu "canım sevgilim, çok güzel günlerimiz oldu , unutulmaz anlar yaşadık ama yeter artık senden ayrılmak ve yeni sulara yelken açmak istiyorum" demekmiş. Ben hiç sarı gül almadım lakin kenarları beyaz olupta uçları sarı olan o nefis kokulu nergisleri dökmüştü birisi, bir yılbaşı ertesi. Torpido gözünden dizime, eteklerime düşen onlarca nergis demeti ile ne kadar mutlu olduğumu hatırlayıp gülümsüyor, ertesi hafta beni terkedişini de hüzünle sarmalanmış garip ve titrek bir duygu ile anımsamaya çalışıyorum.

    Sarı benim ne zaman hayatıma girse, bana çok hoş şeyler vadetmiş ve sunmuş. Bu bazen çoşkulu bir sevgi, bazen yakan bir ayrılık olmuş.

    Geçen hafta Ankara'dayken, Gölbaşında yemeğe gittik kardeşlerimle. Gölün kenarında sivrisinek istilası eşliğinde ve omzuma ve enseme atılan dikişlerin acısı ile yudumlamaya çalıştığım kırmızı şarap ve bifteğin tadı dayanılmaz keyifli geldi bana. Bir ara gözüm hemen önümüzde hüzünle batmakta olan güneşe takılıp kaldı. Nasılda yığmıştı sarının en hükümdar tonlarını, gölün devinimsiz yakomazları üzerine, anlatamam size. İşte o an Türk filmlerindeki o eşsiz "flash back" sahneleri gibi gidiverdim yıllar öncesine.

    Yemek yediğimiz yerin yüz metre ötesinde yer alan ve az önce önünden geçerken, kalbimin çarptığı yer olan Chez La Bergie (Belçikalının yeri) önünde durup öylece düşündüm o günün ayrıntılarını. Tam on sene evvel, Nisan ayının otuzunda eşimle (o zamanlar henüz eşim değil) yediğim yemeği anımsamak için zorladım tüm hücrelerimi. Üzerimde tüzün mağazasından aldığım sarı bir pantalon ve onun ceketi vardı hatırladığım kadarıyla. Sonra restorantın hemen önündeki göle, korkusuzca, ardardına, üzerlerine üç dört beden bol gelen, beyazı kaçmış gri donları ile çığlık çığlığa atlayan çelimsiz ve kabak kafalı çocukları hatırladım sevinçle. Her ne kadar o anki romantizme ve evlenme teklifinin dayanılmaz çekiciliğine uymasa da, hayatımın en hoş yemeklerinden biri olarak kalmıştır belleğimde. Haa bu arada, az sonra, kadehimizin dibinde kalan son şaraplarımızı yudumlarken, gölün kenarına otlana otlana vede sallana sallana gelen inekleri de unutmamam gerek. Kısaca bu teklif, inanılmaz sahneleri ile hep hatırlanacaktır tarafımdan. J Sonra, yine aynı yılın, Kasım ayının yirmialtısını gösteren o gecede de üzerimde sarıya kaçan rengi ile bej bir gelinlik olduğunu anımsadım yeniden. Dedim ya sarı bana ait bir renkmiş. Benim için yaratılmış. Kızımın doğduğu ilk güne ait resimlere baktığım vakit üzerindeki tulumun kız bebeklerine yaraşır pempe değilde, sarı papatyalı olduğunu ayrımsarım her seferinde. Neden diye sordum kendime. İnsan kendini renkle mi ifade eder? Siz de ediyormusunuz?

    Yaşamımızda her an renklerle birlikteyiz. Ve de onlardan etkilenmememiz mümkün değildir. Nasılda sinsice, hınzırca hatta cesurca sızıp, hayatımıza egemen olmuşlardır değil mi? İyi de etmişlerdir aslında. Onlar olmasaydı eğer; saçımızın röflesinin, dip boyasının, rujumuzun, mutfağımızın badanasının, kırmızı porschelerin, iç çamaşırımızın, ayakkabılarımızın, güneşin altında binbir işkence ile durarak elde ettiğimiz bronz tenimizin, kanepelerimizin, sarışın afetlerin, esmer bombaların, kızıl hatunların, insanı kendinden geçiren yosun yeşili gözlerin, pempe dizilerde yer alan taş kalpli, gri gözlü şato sahiplerinin, güneşin sarısının, denizin mavisinin, karın beyazının, dağların erişilmez kahverengiliğinin, kara kartalın, damarı kesildiğinde kanının sarı lacivert akacağına inan futbol fanatiklerinin, sarı-kırmızı cimbom'un, pembe patiklerin, beyaz gelinliklerin, kırmızı gonca güllerin, altından geçilebildiği vakit, erkeklerin kadın, kadınların erkek olacağı efasanesi ile gökkuşağının, bir tatil dönüşü ansızın görüp umarsızca seyre daldığınız gelincik tarlasının, magazin dergilerinin, boyama kitaplarının, çikolata renkli şarkıcıların, maldiv sahilindeki günbatımının, giftun adasının altın sarısı kumlarının, mimozaların, renk körü olmanın, ……….. hiç önemi olmayacaktı.
    (Okuyucuya Not: Ekleyecekleriniz varsa durmayın lütfen.)

    Renklerin bizi kontrol ettiğini düşünüyorum arada bir. İnsan kendi ruhunu yansıtırmış evinde. Ruhu da özündeki rengi. Araştırdım ve sarının çekiciliği, bilgiyi, hareketi, neşe ve konforu ifade ettiğini edindim bilgilerden. Ne kadar düz ve basit bir mantıkla bakmak konusunda ısrar etsekte aslında renkler, hayatın, yaşamın, geleceğin, umutların ifade ediliş biçimleri. Bence durmayın. Sizde araştırın içinizdeki rengi. Şöyle bir usulcana çevirin gözünüzü hayatınıza. En çok hangi rengi görmeyi başardıysanız bilin ki odur sizin renginiz.


    Demet Eşrefoğlu Vardar
    Haziran 2004
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.