• BU DUT AĞACINI BEN DİKTİM

    BU DUT AĞACINI BEN DİKTİM.

    Hatırlıyorsun değil mi baba, bir gün, sanırım bir Cumartesi akşamüstü ve yaz günüydü. Hani Ankara'nın çok bunaltmayan, arada bir esince rahatlatan rüzgarının estiği, yaprakların tatlı bir hışırtıyla sallandığı, uzaktan Meclisin görüldüğü Atatürk Bulvarında yürüyorduk seninle. Henüz evlenmemiştim. Bundan tam onbir sene evveldi. Yine her zamanki gibi, yakışıklı, pırıl pırıl ve inanılmaz fit görünümlüydün. Parlak ipek kravatın ve aynı renkteki ipek mendilin ile, kırlaşmış ve dalgalı saçlarınla genç delikanlılar gibi yakışıklı ve dinamiktin. El ele miydik? kolkola mı? hatırlamıyorum. Ama biz seninle hep elele yürürdük. O yumuşak ve muntazam ellerin, sana benzeyen ellerimi sarardı her zaman. Şimdi benim yaptığım gibi, ellerimizin sana benzediği ile övünürdün. Bu övünmeyi bende yapıyorum kızıma. Bazen kolkola yürürdük, konuşurduk durmaksızın seninle. Arada bir yanımızdan geçen kadınlara bakar, beğenilerimizi söyler bazen de gülerdik usulca. Sen sarışın iri kadınları beğenirdin hep. Ben kızardım sana, "ayy çok şişman" derdim. İşte o gün biz seninle elele yürürken, eski parlementer arkadaşlarından olan Meclis Başkanı Cahit Karakaş ile karşılaşmıştık. Bembeyaz saçları ve saçları ile aynı renkteki ipek mendili ile birden çıkıvermişti karşımıza. Sanki kadınlar hakkında konuştuklarımızı duymuş gibi susuvermiştik bakışarak. Sohbet etmiştiniz ayaküstü. Sonra bana dönerek meraklı gözlerle beni inceledikten sonra sana yönelmişti ve "kim bu küçük hanım Eşrefoğlu"demişti. Sende o inanılmaz güzel ve ölçülü gülümsemenle "yeni hanımım Sayın Başkanım" demiştin. "ben ikinci eşimin çok genç olmasını istedim" diye eklemiştin. Oda "çok iyi etmişsin Sayın Eşrefoğlu darısı bana" deyip, nazikçe benimle tokalaşmış ve ayrılmıştık. Seninle dakikalarca gülmüştük. Hatırlıyormusun. Yolda geçen herkes bize bakmıştı. İmrenmişti herkes, seninle kolkola oluşumuza, omzuna yaslanarak gülüşüme, İpek mendilinle, gözyaşlarımızı silişimize...

    Hatırlıyorsun değil mi baba, yine bir gün, ama bu sefer soğuk ve keskin ayazı olan bir kış gecesinde, bir sergide karşılaşmıştık seninle. Bu sefer yanımda eşimde vardı. İzmir caddesindeki bir salonda elimizde şarapla gezerken salonu, seni görmüştüm. Yine yakışıklı, yine olağanüstü idin. Nasıl bu kadar güzel ve uyumlu giyinebiliyorsun, giydiğin herşey nasıl bu denli yakışıyor sana, anlamıyorum. O gün de pino kokuyordun. Seni her öptüğümde çam kokusu kalırdı burnumda. Eve gidip anneme demiştin ki, "sergiye gittim hanım, etrafa şöyle bir bakındım, hiç güzel bir hanım yoktu ortalarda, dolaşırken, ilerde iri yarı çok hoş bir hanım gördüm, hemen onu yanına gideyim dedim. Tam yaklaşmıştımki, hanım bana doğru yürüdü. Birde ne göreyim bu bizim Demet'im değilmi" Evet, ordaki en yakışıklı ve en gözalıcı erkekte sendin baba.

    Hatırlıyorsun değil mi baba, çok küçüktüm ama çok küçük. Hani senin çok genç, o imrendiğim dalga dalga saçlarının simsiyah olduğu zamanlardı. Bana dünyadaki en iri adam geldiğin zamanlardı. Sana hayran olduğum, herşeyi senin bildiğini düşündüğüm zamanlardı. Gerçi bir şey değişmedi, değişen tek şey siyahtan beyaz dönen saçların ve sarkan boynun oldu. Çok keskin ve net bakan gözlerin biraz daha yorgun bakıyor artık. Hala hayranım sana ve hala herşeyi ve en iyisini bildiğini düşünüyorum. Hala kararlarımın son noktasını sen koy istiyorum. Ben beş, ablamın da yedi yaşlarında olduğu zamanlardı. Bir ayağına beni bir ayağına ablamı oturtur, bizi evde öyle gezdirirdin. Hayatımın en güzel seyahatlerini senin ayaklarının üzerinde evi dolaştığım zamanlarda yapmışım meğer. Ne kadar iri, ne kadar güçlü idin. Gözlüklerini gizlice takar, onunla ayda yürür gibi adımlar atmaya, tümsekler aşmaya çalışırdım. İlk sahip olduğumuz evin bahçesine Hollanda dan özel olarak getirdiğin laleleri dikmiştin. Senin diktiğin ve o zaman benim üzerinden atladığım çam agacı şimdi üç katlı evin boyunu geçmiş, biliyormusun? Ne güzel günlerimiz geçmişti orada. Ama şimdi başka birileri oturuyor o evde. Ama bizim çamın her dalına saklanmış anılarımızın, kahkahalarımızın, mutluluklarımızın ve üzüntülerimizin farkında bile değiller. Kayısı ağacımızı kesmişler bize sormadan. Kiraz artık kurtlandı diyormuş yeni ev sahibi. Bence o ağaçtan ve bahçeden anlamıyor baba. Senin ektiğin lalerin kasımpatların yerine maydanoz ekmiş, soğan ekmiş. İyiki görmedin baba, üzülürdün. Sen yeni ve son evinde, bahçesine diktiğin dut agacı, erik ağacı, kayısı ağacı ve kiraz ağacı ile şimdi de her zamanki gibi mutlu ve huzurlusun. Her aradığımda çimenleri suluyor, her nasılsın dediğimde "çok iyiyim kızım" diyorsun. Senle konuşmak beni nasıl rahatlatıyor bilemezsin. Numaranı her çevirdiğimde "baba" deyişime "babam" diye sevgi dolu cevap verişin gözlerimi ıslatıyor, yüreğimi titretiyor. Bu kadar çalışkan ve disiplinli oluşunu her zaman kıskanmış ve senin gibi bir insanın babam olmasından duyduğum gururla yaşamaktan mutlu olmuşumdur.

    Ne kadar centilmen ve zevkli bir adamsın sen. Anneme aldığın o zarif ipekli kumaşları, Fransa dan getirdiğin ama şimdi benim boynumu süsleyen siyah inciyi, yine bir evlenme yildönümünüzde anneme aldığın incili küpeleri nasıl bu kadar özenle seçtin anlayamıyorum.

    Milletvekili olduğun dönemde, en genç üye oluşunu, her görevi başarıyla yapışını, bizi özenle yetiştirişini, bütün ailene ve sevdiklerine kol kanat gerişini, onurla ve gururla yaşayışını, tatillerde denizde yaptığımız su savaşlarını, Bursa'daki şeftali bahçesindeki gizlice şeftali toplamamızı, Pazar sabahları yaptığımız yürüyüşleri, nişanlanacağımız günün sabahı, çok erken vakit Anıtkabire bakan balkonumuzda çay içerek yaptığımız o duygusal konuşmayı, gelinliğimle bana bakıp sonra gözlerini hızla kaçırışını, elimden tutup arabaya kadar beni götürüşünü, küçük kızımı "kuzumun kuzusu" diye sevişini, yine bir yaz günü Çanakkale yolunda patlayan lastiğimizi bağıra çağıra ikimizin değiştirişini, bana metamatik çalıştırdığında anlamadığım vakit kalemi masaya bırakıp kalkışını, sakın geç dönmeyin diye ettiğin tembihleri, bekarken cüzdanıma yerleştirdiğin paraları, bunu düşünmeni, kokteylerde, toplantılarda, düğünlerde sana eşlik ederken, beni nasıl özenle çevrendekilere tanıştırdığını, yaptığımız tartışmaları, Pazar sabahları birlikte yatışlarımızı, annemden gizlice hamsi temizleyişlerimizi özlüyorum.

    Annemle her tartışmanda hep annemin tarafını tuttuğum için beni affet, eve geç gelip te saati değiştirdiğim için de affet beni. Sonra iki sene evvel, tartışıp İstanbul'a seninle küs döndüğüm için de affet ne olur. İki ay sonra yaşgününe denk gelen bir Mayıs sabahı seni aradığımda "özür dilerim baba" diye ağladığımda "babalar yavrularına küsmez" derken aslında ağladığını ben biliyorum baba.

    Seni nelerin üzdüğünü zamanla öğrendim. Hangi müziği sevdiğini, sol elini şakağına koyup loş ışıkta saatlerce kımıltısız oturduğunda, ruhunun sıkkın olduğunu keşfettim Annesiz büyümek, onu hiç tanıyamamak, bir resminin bile olmaması, kime benzediğini, saçlarının senin gibi kıvırcık mı? yoksa amcam gibi düz mü? diye merak edişlerini biliyorum artık. Öyle güzel bal köpüğü rengi gözlerin varki, mutlaka annene benzemiş olmalı. İstanbul Üniversitesinde okurken, oranın en yakışıklı öğrencisi ve en faal Öğrenci Derneği Başkanı olduğunu da biliyorum. Okulun bütün güzel kızlarını peşinde koşturan en yakışıklı delikanlının benim babam olması gurur veriyor bana. Geçenlerde, 1954 tarihli, Üniversiteye ilk başladığın günlerde amcama yazdığın mektubu okumuştum. Hani şu elinde bavulla galata köprüsünden Beyazıt’a kadar elinde bavul yürürken düşündüklerini kaleme döktüğün mektubun…O mektup hayatımı, hayata bakışımı, değiştirdi. En ufak can sıkıntımda senin el yazısı sola eğik yazın geliyor gözlerimin önüne. Kelimelerin yüreğimde yankı yapmış, arada bir duyuyorum.

    Seninle gurur duyuyorum.
    Seni seviyorum.

    Bizi hiç merak etme, bizi öyle bir yetiştirip, donatmışsın ki, biz ayakta kalmayı, direnmeyi, gerektiğinde kırılmayı ama eğilmemeyi öğrenmişiz sayende.

    Kendimizi ifade edebilmeyi, hakkımızı korumayı, karuyamayanların hakkını da korumayı, emek vermeyi, ziyan etmemeyi, doğru yerde olmayı, saygı duymayı, saygı duyulmayı senden öğrenmişiz.

    Dokuz yıl sonra ilk kez bir babalar gününde yanı başında olacağım. Yine, Pazar sabahı olmuş bile olsa, ipek mendilin sallanacak gögüs cebinden. Yine çam kokacak yanakların. İlk ben kutlayacağım senin babalar gününü. Yine sarılacağız senle, bizden başka kimseye öptürmediğin o güzel ve muntazam ellerine değecek dudaklarım. Sarılacağız seninle. Ankara'nın uzağındaki Angora evlerindeki yeni evinin o muhteşem bahçesinde yine keyifli bir sohbete dalacağız babakız. Sırtımızdan sabah güneşi vuracak üzerimize. Özenle suladığın çimenlerinde koşacak kuzularının kuzuları.

    Koluma girip, diktiğin her ağacın yanında dakikalarca durup, büyüdüklerini hayal edeceğiz. Kirazların, kayısıların tadı ile burulacak dilimiz. "Bak bu dutu ben ellerimle diktim, karadut verecek" diyeceksin. Dutlardan yapış yapış olacak ellerimiz. Hafifçe yana dönüp sana baktığımda biraz daha yaşlanmış olduğunu ayrımsayacağım. Sonra annem seslenecek kahvaltı hazır diye. Torunlarının çığlıkları gelecek çatı katından.

    Aylar sonra hep birlikte ettiğimiz kahvaltının tadı kalacak yüreğimizde. Henüz doğmuş, üçüncü torunun minik Mustafa'yı kucaklarken, belki yıllardır ilk kez gözlerin yaşaracak.

    Babalar günün kutlu olsun Canım Babam.

    Demet Eşrefoğlu Vardar

 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.