• ANNEM OLUR MUSUN?

    ANNEM OLUR MUSUN?

    Balede rastlaştık onunla. Ekim'den beri, her Cumartesi'nin yağmuruna, karına ve güneşine aldırmadan, sabahın 10:30'unda hazırız orada; elimizde tuttuğumuz küçük kızlarımızla. Belki, onların gerçek bir balerin olmasından çok, kendimizi tatmin etmek için yaparken bu geliş gidişlerimizi, ortak hayallerimizden de bahsediyoruz usul usul. Kimin kızı daha yetenekli, hangimizin kızı daha güzel yapıyor diye çaktırmadan attığımız bakışları yakalamak için arada bir gözetiyoruz birbirimizi. "benimki geçen seneden beri yapıyor", "benimki daha küçük ama", "benim kızım pek hevesli" diyen cümlelerimiz birbirine dolanıyor. "Günaydın" laştığım, kantininde oturup sohbet ettiğimiz, henüz selamlaşma aşamasına geçmediğimiz onlarca anneyle birlikte, her Cumartesi zorunlu ama keyifli bir buluşma yaşıyoruz. 50'li yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim, uzun yıllar boyu içtiği sigaraya kurban ettiği kısık sesli bir hanımla merhabalaşıyoruz ilkin. Her haftasonu hiç aksatmadan, torunu olduğunu tahmin ettiğim küçük bir kızı getirişini hep taktir ediyorum. Bu hanımla, ortak noktamızın kitaplar olduğunu keşfediyoruz ilkin. İşte burda başlıyor bizim dostluğumuz. Bir Cumartesi, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarının izbe ve dökük kantinin de, biz genç hanımlar yorgunluktan, hiç bir şeye yetişememekten tanıdık bildik kadın dırdırı ile bahsederken, biraz da bıkkın bir ifadeyle konuşurken, onun elini havaya kaldırıp "hala iş var bende, kendime güveniyorum" diyen sesi ve görüntüsünü unutmam mümkün olmayacak. Babaanne mi, anneanne mi olduğu konusunda tahminde bile bulunmadım nedense. Hangisi olursa olsun, çok fedakâr ve sevecen oluşu ilgilendirdi beni. Gelinini veya kızını azıcıkta kıskanmadım değil. Ortak tutkumuz kitaplar, yazar sohbetleri ile kaynaşıyoruz onunla. Aramızdaki belirgin yaşa rağmen onunla sohbet etmekten ne denli zevk aldığımı ve gelmediği vakit gözlerimle onu aradığımı neden sonra farkediyorum. Zamanla dostluğumuz koyu sohbetlerle pekişirken, onun aslında bir "Gönüllü Anne" olduğunu öğreniyorum. Ne yani babaanne değilmi? Anneanne de mi değil? Gönüllü anne (?) Peki ne bu gönüllü anne? soruları aklımdan, hipodromdaki kazanmaya koşullanmış, hedefe koşan atlar gibi nefes nefese kalırken, ben hala şaşkınım. Ne demek bu gönüllü anne, çözmüş değilim. Anlamaz gözlerle bakarken, gülerek "Gamze benim kızım ya da torunum değil ben onun gönüllü annesiyim" diyor. Hala boş boş baktığımı, anlamak için kıvrandığımı görünce gülümseyerek acıyor bana "Gamze'yi yani kızımı Eyüp Çocuk Yuvasından alıyorum haftasonları" diye ekliyor. Şaşkın ve bir o kadar da aptallaşan bakışlarımı yakalayan, çok şeyi yaşamış gözleri gülümsüyor bana. Ben alev alev yanan kızıl saçlarında dolaşıyorum ilkin, her zaman gülümseyen dudaklarına, ardından bana bakan gözlerinde duraksıyorum. Ertesi hafta, tüm detayları konuşmak için buluşmak üzere vedalaşıp, salondan cıvıltıyla fışkıran, pembe kıyafetleri ile bizlere bakınan kızlarımızı seçip bulmak için doluşuyoruz salona. Bale yaparken, aynı mayo, aynı çorap, aynı hırka ve aynı bantla, birbirlerine aynadaki görüntüleri kadar benzeyen yirmiye yakın kızın arasından kendi yavrumuzu bulmak, bir kutuya doldurulmuş, sarı civcivlerin arasından en sevimli olanı seçmek kadar zorlaşıyor.

    Ertesi haftasonunu beklerken heyecanlıyım. Neler duyacağım, neler öğreneceğim bu "gönüllü anne" den, bilemiyorum. Bütün hafta hep aklımda bu var. Kantinde buluşup çaylarımızı yudumlarken, başlıyor anlatmaya: "İ. Ü. Felsefe Bölümü mezunuyum, 25 yıl felsefe öğretmenliği yaptım, eşim İnşaat Mühendisi Şerif Orhan. İki çocuğum var. Aslında bu gönüllü annelik onun, yani eşimin sayesinde oldu. Çünkü eşim, Eyüp Çocuk Yuvası Koruma Derneğinde çalışıyor. Bir gün onunla girdim yuvanın kapısından ve bütün hayatım, hayata bakışım değişti" diyor öksürerek. Yuvaya ilk gittiği günü, kızlar bölümünü ziyaretini anlatıyor, arada bir çayını yudumlayarak ve sesini katleden ama hala vazgeçemediği sigarasını doya doya içine çekerek...

    Ölene kadar üstlendiği gönüllü anneliğini, bu denli canı gönülden yapışı, benim gibi genç bir kadını alt üst ediyor nedense. 31 yaşında Mimar ve iyi bir tangocu olan kızı Hande ile 25 yaşındaki Philadelphia'da işletme master'i yapan Evren'in annesi olan bu hanımın, aynı zamanda geçen ay karma resim sergisine katıldığını öğreniyorum şaşkınlığımın belli olmasından korkarak. "Bir resmimi sattım bile" derken sesindeki o güçlü tınıyı hemen yakalıyorum. Onun, bu kadar güçlü oluşu, kendimi yetersiz hissetmeme sebep oluyor.

    Gamze'yle ilk izlenimini, tuttuğa günlüğe aynen söyle geçiriyor: "6-7 yaşlarında, nüfus kağıdı yok. Sevimli bir kız Gamze. Zaman zaman aldırmaz bir tavır takınıyor. Arada bir yaklaşıyor. Üstü başı derli toplu. Arkadaşları ile diyalogları iyi, yuvayı benimsemiş. Hiç "beni eve götür" demedi. Kendine kıymet veriyor. Gururlu. İlk sevgi işaretini karşısından bekliyor. Kısacası Gamze hemen çözülecek, anlaşılacak bir yapıda değil. Ama o daha çok küçük. Nüfus cüzdanı yok, aile bilgileri yok. Kısacası ne arayanı ne de soranı var. O, bu karmaşık dünyanın bir noktasında öylece duruyor. Dur bakalım Gamze hanım...sen kimsin? Yavaş yavaş ortaya çıkacak. Ama çok tatlısın (Mayıs 2002)"

    Eyüp Çocuk Yuvasını ziyaretlerinden birinde, çocuklardan biri, minicik yüreğinde, her geçen gün büyüyen anne özlemini daha fazla taşıyamamış ve öne çıkıp "annem olur musun" demiş. İşte o Gamze'ymiş. Gamze; hala, dayı, teyze, amca gibi kavramları Orhan ailesi içinde öğrenmiş. Ayten annenin en büyük arzusu Gamze'nin iyi bir meslek sahibi olup, kendini hayata karşı güçlü hissetmesi imiş. Çünkü 18 yaşına gelen herkesin yurtlara veda etmesi gerektiği kuralını unutmuyor. İşte bu nedenle kendisi gibi gönüllü anne olan ve 3 yaş küçük kızkardeşi Aysen Tarımcıoğlu'da yuvaya sürekli materyallerle geliyor. Kitaplar, Haritalar, Cetveller... Onlara verilecek en önemli şeyin eğitim olduğu bilinci ile hareket aden Aysen anne de, tıpkı Ayten anne gibi yuvaya gelen gönüllü annelerden, gelişlerini sürekli kılmaları gerektiği konusunda bizi uyarıyor.

    Çaylarımızı yeniliyoruz, dumana bürünmüş kantinde. Ben ara ara notlar alıyorum. Ayten hanım anlatırken, gözlerindeki parıltı gözlerimi kamaştırıyor. Hissettiğim şeyin kıskançlık mı? hayranlık mı? olduğunu ayırt etmek için biraz zamana ihtiyacım var. Nisan ayında çok az yüzünü gösteren güneşin, koca kantinde niye sadece onun omuzlarında, alev alev yanan saçlarında, kollarında, parmak uçlarında ve yüreğinde parladığını görünce anlıyorum ki, bu güneşi hakeden içimizden sadece o. Birden bütün salon, ben dahil yok oluyoruz sanki. Bir tek o kalıyor ufak tefek bedeni ama hepimizden güçlü yüreği ile. Anlatıyor ve ben dinliyorum yine. "11 Mayıs 2002 de Şerif'le birlikte Eyüp Çocuk yuvasına gidip, çocukları sevmek istedim. Kızlar ayrı bir evde kalıyorlar oraya gittim", diye devam ediyor. "...ev iki katlı, alt katı kesimhane, merdivenle bir balkona çıkılıyor, oradan da bir antre ile salon ve salona açılan iki oda... Salonda sırayla dizilmiş koltuklar vardı, Ben tek kişilik bir koltuğa oturdum. Kızlar etrafımı sardılar" diye bitiriyor cümlesini. Sabırsızlanmaktayım. Bir yudum çay dahi içmesin, bir nefes bile olsun sigarasından çekmesin, hemen anlatsın diye kıvranıyorum. "Hah, nerde kalmıştım" derken bildik bir öksürük kesiyor cümlesini. "Kızlar etrafımı sardılar, dizlerime oturdular. Bir tanesi de koltuğun kıyısından, arkamda bir yere sıkıştı. Bulduğu o ufacik boşluğa yerleşti. Ama arkamda olduğu için yüzünü görmedim. Kediler kendilerine yer açarlar ya, aynen öyle yerleşti. İşte bu kız Gamze'ydi. Bütün çocuklar yüzümü, kollarımı, küpelerimi, ellerimi, kulaklarımı incelediler. İsimlerini sorup sonra tekrar unutuyordum. Bir daha sorduğum vakit hepsi gülüşüyorlardı" diye devam ederken aslında benden daha heyecanlı ve hiç yitirmediği sevecenliği, saklayamadığı iyi insan yüreği ile kolayca herkesi kazanabileceği, fethedebileceği kararına varıyorum gülümseyerek. Bir anneler günü, kendi yaşlı annesi ile onların anneler günü gösterisini izlemeye giden Ayten hanımın, "anneleri olmayan çocukların anneler günü" diyen hüzünlü sesini de unutmam pek olası gözükmüyor bana. Onu gördükten yaklaşık 7 gün sonra, yani 18 Mayıs'ta bir akşamüstü gerekli evrakları imzalarken duyduğu heyecanının hiç geçmeyeceğini biliyor olmanın o garip huzuru sarmalıyor beni. O günü, günlüğüne şöyle özetlemiş Ayten hanım: "Dün akşamüstü Gamze'yi aldık. Gamze'nin elinden tutup büroya gittik. Şerif hazırlandı, aşağı indik. Gamze'ye fırından bir şeyler aldım, arabanın arkasına oturttum. Araba duvar kısmına çok yakın olduğu için, Şerif arabayı çıkartana kadar ben binemedim. Gamze'nin benim kaldığımı zannederek, korkuyla bakışını unutamıyorum. Yolda önce biraz araba tutar gibi oldu. İlk defa köprüden geçip Kadıköy'ü görecekti. Ben arkaya geçtim. Dizime kafasını koyup uyudu. Siyah jile, beyaz kazak, sıcak havaya rağmen dizleri yırtık (alalacele tutturulmuş) külotlu çorap, üstüne bir kat yün çorap, botlar giymişti. Eve geldik. Ona aldığım giysileri giydirdim. Evren ve Pelin'le tanıştı. Sessiz, ürkek ve uysal...
    Akşam annemlere gittik, önce çok hoşlandı, keyfi yerindeydi. Sonra komşu kızın getirdiği masal kitabının filan okunmasından bahsedilirken bu bozuldu. Kafasını önüne egip, saçlarını yüzüne döktü. Sessizce ağlamaya başladı. Sonradan anlayacağım gibi bu "tipik Gamze" davranışıydı. Hiç bir şekilde ulaşılamayacak bir koza içine sokuyordu kendisini. Diğer odaya götürdüm, kucağıma yatırdım, öptüm, sevdim. Kendine zor geldi. Cumartesi, Pazar ve Pazartesi günleri iyi geçti. Salı sabahı Şerif alıp okuluna götürdü.
    "

    Onca çocuğun arasından Gamze'nin kendisini seçtirmesinin; bir haftadır tanıdığı minik bir kıza gönüllü anne olmak için imza atışının; minik kızının bale'ye yeteneği olduğunu hissedip, bale yapması için gayret edişinin; bunun, Gamze için bir kurtuluş olabileceği hissine kapılışının bir nedeni olmalı diyorum kendi kendime. Bu bir işaret diye düşünüyorum elimde olmadan. Seçilmiş bir kadına verilen bir görev bu bana kalırsa.

    AÇEV'in açtığı kurslar sonucu, arabaya binip gecekondu semtlerini tek tek dolaşıp, "okuman yazman varmı" deyip, topladığı kadınlara üç buçuk ayın sonunda öğrettiği okuma-yazma ile 50 kadını hayata kazandırışını anlatırken, sanki çok olağan bir şeyi yapmışcasına takındığı o sakin tavra şaşıyorum. İlk kez tiyatro ya giden 50 adet, okuma yazmayı yeni öğrenmiş kadınla birlikte, bilet için sponsor arayışları da gülerek anlatıyor. Bir insan nasıl bu kadar hayata bağlı, insanlara nasıl bu kadar sevgi dolu olabilir, ben anlamakta zorluk çekiyorum.

    Ayten hanımın o kadar çok anlatacağı anısı, ayrıntısı var ki, bunları yazmak mümkün olmayacak, biliyorum. Gamze ile ilk vapura bindiklerinde, Gamzenin ona sıkı sıkıya sarılıp, yüzme bilip bilmediğini sormasını anlatırken gülümsüyor. Gamze'nin kendini yerlere atarak olanca sesi ile nedensiz ağlama krizlerine girip saatlerce "özür dilelim, özür dilelim" diyerek ağladığı vakit, arada bir şiddete başvurup kendisine sıkı yumruklar attığı anda çaresiz kalışlarını hatırlarken hüzünleniyor Ayten hanım. Hatta Gamze'nin Ayten hanımın annesini küstürüp evden kovduğu ve ardından Gamze'yle birlikte özür dilemeye gidişlerini anlatırken, yüzünden hızla gelip geçen gülümsemeyi yakalamak pek kolay olmuyor. Yuva ile Gökçeadaya tatile giden Gamze'yle ayrılıklarını anlatırken farkına varmadan yutkunuyor, onun yanına gitmek üzere elinde valizle Gökçeadaya gidişini, kampta yer olmayışını, koca valizle kendine yer arayışını, sonra kampa geri dönüp, sevgili Gamze'si ile plajdaki gazinoda oturduklarını anlatırken bir müzik duyuyoruz aynı anda. Denize girdiklerini anlatırken, bir damla ıslatıyor bedenimi. Bu Gökçeada'daki denize giren Ayten hanımla Gamze'nin şakalaşırlarken sıçrattığı bir damla mı?, yoksa benim gözbebeklerimde zaptedemediğim bir gözyaşı mı? bilemiyorum. "Eğer bir gün gelirse, beni sakın gerçek anneme verme" diyen Gamze için endişelenip, "Tanrı ile bir anlaşma yapmam gerek, 56 yaşındaki bir kadın 7 yaşındaki bir çocuğa annelik yapabilir mi? Ondan istediğim sağlık, ona vereceğim ise sahipsiz bir çocuğa sahip çıkmak" diyen, bu tarifini yapamayacağım insana olan hayranlığım biraz daha büyüyor.

    Her Cuma 12:20'de, yağmur, kar demeden Eyüp'teki Ebusuut okulunun kapısında Gamze'yi bekleyen, zil çalınca sınıftan fırlayan yuva çocuklarının çığlıkları ile çevrelenen, hepsini tek tek öpen, birlikte elele tutuşup okuldan yuvaya kadar yürüyen ve işte o anlarda kendini çok ama çok mutlu hisseden, bir annenin kendi çocuğuna göstermekte zorlandığı sabrı, özveriyi bu küçük kıza sunan, kendisine kargacık burgacık yazısı ile defter yapraklarından yaptığı zarflara koyduğu "seni çoook seviyorum Ayten annecim" diye başlayan ve biten tüm mektuplarını büyük bir özenle saklayan bir "gönüllü anne" bu.

    Her Cuma 12:20'de, zil çalar çalmaz, kalbinin göğsünü yırtıp fırlayacakmış hissi ile kapıdan, tıpkı minik ve sevgiye ölesiye ihtiyaç duyan kalbi gibi fırlayan, Ayten annesi, Şerif babası ve diğer arkadaşları ile yuvaya doğru sabırsız adımlarla yürüyen, bir an önce, yuvadan çıkıp, ruhunu, kalbini ve tüm sevgisini yerleştirdiği evine gitmek için sabırsızlanan, gider gitmez ev kıyafetlerini giyen, kendisi için düzenlenmiş odasını koklayan, evden dışarı çıkmak istemeyen "şanslı bir kız" bu.

    Her Cumartesi 10:30'da elimin ucunda, bir tek ellerinin benzerliği ile avunduğum minik kızımla gittiğim, aynasi kırık konservatuar bale salonunda Ayten hanımı tanıdığım ve dinleyebildiğim, Gamze'ye dokunabildiğim ve gülümseyebildiğim için, kızımla aynı salonda bale yapabildiği için, gönüllü annesine güvenle ve huzurla sarılan kollarının ona doğru uzanışını görebildiğim için, çocuklara özgü utangaç ve saf gülümsemesini yakalayabildiğim için "ayrıcalıklı bir kadınım" ben de.

    Bana göre, yaptığı işin büyüklüğü ve yüceliğine rağmen, tek bir cümlesinde bile "fedakârlık" kelimesini kullanmadan, yaşadığı her şeyi olanca sadeliği ile aktarışına, bir yerlere ve birilerine duyurmak için hiç bir çabası olmayışına tanık oldum. Ve siz de olun istedim.

    Demet Eşrefoğlu Vardar

    (Bütün resimler ve hikaye Ayten Orhan hanımın izni ve anlatımı ile gerçekleşmiştir. Kendisine çok teşekkür ederim; benimle paylaştığı ve sizinle paylaşmama izin verdiği için.)

 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.