• ZÜHRAP USTA

    ZÜHRAP USTA

    Bu yazımda, İstanbul'daki iki akerdeon tamircisinden biri olan, çok farklı, çalışkan, umutsuzlukların yıldıramadığı, yılların deviremediği ve dirençli olduğuna inandığım, 83 yaşında bir insandan bahsetmek istiyorum. Şimdilerde onunla ilgili bir öykü yazma hazırlığındayım. Onu siz de tanıyın istedim.

    Onun varlığı, insana arada bir hüzün verse de, yaşama asılışı yaşlı bir insanın umutsuz çabaları gibi gözükse de, zorluklara ayak direyişi insanı güçlü olmaya itiyor. İsmi Zührap Büyükaprahamyan ve hayatını ergenlikten beri akerdeon tamiri yaparak kazanan yaşlı bir ermeni usta. Ellili yıllarda Fransa'daki en önemli müzik dergilerinde "Little Jennings" diye bahsedilen, yine o vakitlerde Safiye Ayla, Münir Nurettin Selçuk, gibi büyük üstadlarla çalışan ama şimdilerde hiç kimsenin kendini hatırlamadığınının üzüntüsü ile şikayetlenen yaşlı bir usta bu. Zührap Ustanın yaşlı ve titrek ellerinde yeniden şekillenen, onarılan, yeni seslerle hayat bulan melodiyan(*), melotirol(*), garmon(*), harmonium(*), diyakar(*), bayan(*), konsertina(*) gibi adını yenilerde duyduğum belki de birçoğunuzun duymadığı bu müzik aletleri onun için gelir ve yaşam kaynağı. Zührap Usta, bunları onararak para kazanan, ailesini geçindiren, artık yaşlı bedeninin taşıyamadığı bu aletleri soluklanarak ve zorlanarak onaran biri.

    Bazılarınız bu ismi benim foruma yazdığım bir yazıdan da -belki- hatırlayabilir. Eşim Zührap Usta ile ilgili belgesel bir film yapmıştı ve bu sebeple foruma o günle ilgili düşüncelerimi yazmıştım. Geçenlerde eşim, kızım ve ben ziyaretlerine gittik. Kurtuluşta Bilezikçi sokak diye adlandırılan dik yokuşların üzerine bitişik nizam dizilenmiş, eskimiş istanbul evlerinden birinde oturuyordu. Bizi camda karşıladı, engel olamadığı heyecanlı ve yaprak gibi dalgalanan sesi ile "Bülent beyciğim 2. kata çıkacaksın" diye seslendi. Oysa eşim o eve çekimlerin devam ettiği birbuçuk yıl boyunca defalarca gitmiş ve onu her seferinde camda karşılamış ve aynı sözü söylemişti, "Bülent beyciğim 2 kata çıkacaksın"...

    Yukarı çıktığımızda kapıda bekliyordu, o yaşlı ve biraz da kararmış suratına yerleştirdiği mahçup bir gülümsemenin saklayamadığı sevinç vardı gözlerinde. Bir türlü sabit tutamadığı gözbebekleri ile kapanmaya dahi mecali olmayan gözkapaklarının uyumsuz birlikteliği şaşırttı beni. İçeri girdiğimde hissettiğim ilk şeyin, evin her köşesine gizlenmiş, kapı arkalarını mesken tutmuş, duvarlara sızmış, koyu yeşilken, güneşe direnemeyen ve açık yeşilen dönen saten kenarı püsküllü perdelere yapışmış, camlı elli-altmış yıllık ceviz büfenin içindeki kristal likör bardaklarına, porselen melek objelerine, kararmış gümüş tabaklara, porselen tabakların içine resmedilmiş gençlik fotoğraflarına kadar sirayet etmiş o eskilik ve yaşlılık kokusu oldu. Yeni olan tek şeyin on iki yaşındaki torunun, muhtemelen okula başlarken çektirdiği neşeli, kıpır kıpır, annesinin özenle taradığı saçlarına taktığı mavili toka ile gülümseyen renkli fotoğraf ve "Jamanak" adlı dün tarihli gazete idi. Heyecanını bastırmak için bizden evvel geçip bir koltuğa gömüldü farkına varmadan. Sonra benim hala ayakta olduğumu görünce, utanarak eski istanbullu beyefendilerinin ölçülü centilmenliği ile zorlanarak kalktı. O kalmaya çalışırken, belki otuz kırk yıldır hiç değişmeyen koltuk engel oldu ona "bunların da değişmesi gerek, bir türlü elim varmıyor diyerek" gizledi mahcubiyetini. Elliiki yıldır sabırla, şevkatle, özveri ve gözyaşları ile baktığı kızını tanıştırdı bize. Onun hiç konuşamamasından, hiç yürüyememesinden, hiç baba diyememesinden bahsetti, gizleyemediği ve artık gizlemekten de yorulduğu kendi gibi yaşlanmış bir hüzünlü bir sesle.

    Belki iki üç bayram öncesinden kalma, üstleri beyazlamaya başlamış çikolatalardan tuttu, titrek ve yaşlı elleriyle. Hiç görmediğim enteresanlıkta işlenmiş, ince ince oyulmuş çok emek verildiği ilk bakışta belli olan el yapımı gümüş bir kaseye doldurduğu tadı kaçmış çikolataları yermiş gibi yapıp usulca bıraktım paltomun cebine. Biz konuşup sohbet ederken ya da Zührap Usta ile eşim konuşurken ve bende konuşmayı can kulağı ile dinliyormuş gibi yapıp aslında büyük bir dikkatle evi ve yaşananları incelerken, şimdiye değin kızgın anları dışında hiç sesini duymadıkları kızı merakla kızıma bakmaya başlamıştı. Arada bir dil çıkarıp, elleri ile bizim anlamadığımız ama kendince bir anlamı olan birşeyleri anlatıyordu. Doğa ile ilgilendiğini farkettim. Gülümsedim ona, kızım iyice sokuldu bana. Başını çevirdi utanarak, tıpkı Doğa'nın utangaçlığı gibi ışıldadı 52 yıllık gözbebekleri. Gözlerimiz her buluştuğunda kaçırdı, bu eve hapsolmuş meraklı gözlerini. Her seferinde olanca kuvvetimle güldüm ona. Sonunda pes edip gülümsedi bana. İçimde, gökyüzüne sessiz bir kararlılıkla çıkarak yükselen ve sonrasında yüzlerce rengin süslediği ışıkla bir şelale misali dağılan havai fişekler gibi umutlar saçıldı. "1920 yılında Samatya'nın Güzelçalgıcı sokağında doğmuşum..." diye başlayan bildik hayat hikayesini kısaca anlatmadan duramadı Zührap Usta. İki kızından ve tek torunundan bahsederken arada bir umutlanıp arada birde hüzünlendi. Titrek ve yaşlı sesi zaman zaman, çoşku dolu gürlese de aslında sesinde var olan ve hep olacak bir hüznü keşfetmekte pek zor olmadı benim için. Nadya ve Aroksi adlı kızlarından bahsetti tıkana tıkana, karısı Artemis'i anlattı tek solukta. Torununa sıra gelince sesi gençleşti, "çok akıllıdır hanımefendi, hemde Türk okuluna gidiyor" derkenki çıkan sesindeki gururu ayırt etmemek mümkün değildi.

    Plaklarından, yazdığı şiir ve şarkı sözlerinden, aldığı plaketlerden bahsederken, bunların ne kadar da gerilerde kaldığını anımsadı kırılarak. "Unutulmak kötü, eskiden herkes tanırdı beni, Ajda'da tanırdı (Ajda Pekkan) Safiye'de (Safiye Ayla), Müzeyyen'de (Müzeyyen Senar), Hamiyet'te (Hamiyet Yüceses), Hayko'da tanırdı. Ama şimdi nerde, hiç kimse, bir zamanlar bir Zührap Usta vardı, güzel şarkı sözü yazardı demiyorlar" diye devam ederken öfkelenerek sesi yükseldi, arada bir üzülerek sesi titredi, farkında olmadan heyecanlanarak gürledi. "Ehh ne yapalım, böyleymiş" derken sesindeki, kelimenin her harfine sıkıca sarılmış kırıklığı, unutulmuşluğun üzüntüsünü gizlemeye ise hiç çabalamadı. Elini boşlukta sallarken, sanki erken bir veda gibi içim sıkıldı. Otuz beş dakikalık misafirliğimiz sonuna doğru kızım ve Aroksi artık dostça bakışmaya başlamışlar -hatta çıkarken birbirlerine el sallamışlar-, Zührap Usta konuşmaktan nefessiz kalmaya başlamış, eşim ise elindeki ermenice basılan "Jamanak" adlı gazeteyi sanki anlamaya çalışırsa, biraz daha gayret ederse okuyacakmış gibi ciddi ve sebatkar gözlerle taramaktan yorulmuştu. Ben ise hala, duvara asılmış çerçeveleri, kanepeye serpiştirilmiş kadife, kenarları sırmalı ve uçları lame püsküllü minderleri, eski ama zarif, yıpranmış ama özenli bir incelikle seçilmiş ve evi doyasıya süsleyen objelere bakmaktan yorulmamıştım. Koridor boyunca; biraz hüzünle, biraz yeni gelmiş yoklukla uzanan ama eskiden pek çok toplantının, düzinelerce insanın gelip gittiği, mutfağında çeşitli yemeklerin hazırlandığı, ceviz dolapta şimdi uslu uslu duran likör bardaklarının o zamanlar hızla dolup boşaldığı, kahkahaların ikinci katın camından çıkarak Bilezikçi sokağının dik yokuşunda aşağı doğru kaydığı, sonra yokolduğunu farkettim.

    Tam kapıdan çıkarken "beni unutmayın Bülent bey" dedi. Gülümsedi eşim "unuturmuyum Zührap Usta sen bir şekilde girdin hayatıma, merak etme unutmam seni" dedi. Evet merak etme Zührap bey ne ben, ne de eşim unutmayacak seni. Eşim "Zührap Usta", ben "Zührap bey" kızım ise "Zührap amca" olarak benimsedi sizi. Kendi azınlığınızın ve 83 yılın sonunda fazlaca hissettiğiniz tek başınalığınızın içinde hissettiğiniz o kahrolası yalnızlığı arada bir yok edeceğiz. Sizin bizi benimsediğiniz gibi bizde sizi benimsedik ve sevdik. Siz bizim bayramlarımızı kutlama nezaketini gösterirken, sizinkileri öğrenmek için çaba sarfedeceğiz.. Yakında yine buluşup, sizin cemaatinizdeki gösterimde birlikte olup, yine şaraplar içip sohbetler edeceğiz.

    Kısaca biz daha uzun seneler birlikte olacağız. Büyükaprahamyan ailesi ile Vardar ailesinin bir gün bir yerde kesişen yolları ve dost olması her ne kadar geç kalınmış gibi gözükse de, bizim hayatımızda hep var olacaksınız.



    Garmon: Akordion benzeri körüklü çalgı. Kafkas akardionu
    Harmonium: Eski küçük org ve iki pedalın işlettiği körük yardımı ile çalışan çalgı.
    Bayan: Düğmeli tuşları bulunan Arjantin ya da Rusya da kullanılan körüklü ve halen kullanımda olan müzik aleti.
    Konsertina: Akordion dan daha küçük ve körüklü çalgı.

 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.